Brezilya’dan Çılgın Bir Sinemacı: Rodrigo Aragao


Murat Kızılca
Rodrigo Aragao, 1977 yılında Brezilya’nın güneydoğusunda yer alan Espirito Santo eyaletindeki Guarapari isimli balıkçı köyünde doğdu. Sihirbazlık yapan babası aynı zamanda bir sinema salonu sahibiydi. Sihir, özel efekt ve makyaj ile çevrili dünyası, The Empire Strikes Back hakkında bir belgeseli yedi yaşındayken izledikten sonra şekillenmeye başladı ama kariyerine yön verecek olan asıl filmle henüz karşılaşmamıştı. Kült korku klasiklerinden Evil Dead’i izledi ve sinema zehri bir daha çıkmamacasına damarlarında dolaşmaya başladı. Çeşitli kurslara ve "workshop"lara katıldıktan sonra birkaç kısa filmde özel efekt sanatçısı olarak görev aldı. İlk yönetmenliğini tiyatroda gerçekleştirdi. 2000-2003 yılları arasında sahnelenen Mausoleum isimli korku oyununu yönetti. Daha sonra kendi projelerine yoğunlaşan Aragao, sırasıyla Chupacabras, Rotten Fish ve Rotten Fish II isimli kısa filmleri çekti.

İlk uzun metrajlı filmi Mangue Negro (Mud Zombies) 2008 yılında geldi. Yönetmenin ekolojik dehşet üçlemesini (Eco-terror trilogy) tamamlayan diğer filmler ise A Noite do Chupacabras (The Night of the Chupacabras, 2011) ve Mar Negro (Black Sea, 2013) oldu. Brezilya korku sinemasının, Jose Mojica Marins ya da nam-ı diğer Coffin Joe’dan beri gördüğü belki de en garip sinemacının filmlerine kısaca göz atalım.

Mangue Negro (Mud Zombies, 2008)

Brezilya’nın kendi kaderine terk edilmiş bölgelerinden Espirito Santo’daki fakir halk, çevrelerini kaplayan nehirden ve bataklıktan avladıkları balık ve kabuklu hayvanlar ile geçimlerini sağlamaya çalışmaktadır. Ama kirlilik nedeniyle avladıkları hayvanların soyu tükenmeye yüz tutmuştur. Aniden ortaya çıkan zombiye benzer yaratıklar, çevre halkına saldırmaya başlar. Bütün bu hengâmenin arasında kahramanlaşmaya namzet utangaç bir adam, âşık olduğu kadını kurtarmak için insanüstü bir çaba gösterir.

Mud Zombies, düşük bütçeli korku filmlerinde görülen dezavantajların neredeyse hepsine eksiksiz olarak sahip ama çok önemli bir avantajı var; Brezilya’nın eşsiz özelliklere sahip nehir ve bataklık bölgesini mekân olarak kullanması. Filmin bütününe sinen kirlilik ve pislik duygusunun da baş aktörü olan mekân, filmin açık ara en önemli cazibe noktasını oluşturuyor. Durumun gayet farkında olan yönetmen Aragao, çerçevelerini çok özenli seçemese de çamur, kirlenmiş nehir ve bataklık sıvıları gibi kirliliği vurgulayan nesneleri hep başköşeye yerleştirmeye dikkat etmiş. En son, önemli Rus sinemacılardan Aleksey German’ın son filmi Hard to Be God’da (2013) buna benzer bir pislikten boğulma duygusu yaşamıştım. 2014 İstanbul Film Festivali’ndeki gösterim sırasında seyircilerin birçoğu yoğun ve bunaltıcı atmosfere dayanamamış ve salonu terk etmişti. Aynı duyguyu yakalamayı başaran Mud Zombies de benzer tepkilerle karşılanacaktır. 

A Noite do Chupacabras (The Night of the Chupacabras, 2011)

Douglas Silva şehirde tutunamayıp yağmur ormanlarının derinliklerinde yaşayan ailesinin yanına geri döner. Carvalho ailesi ile Silva ailesi arasındaki kan davası tadındaki husumet devam etmektedir. Oğullar arasında gerçekleşen kavga sonucunda ortam iyice gerginleşir. Baba Silva’nın ormanda ölü olarak bulunması fitili ateşler ve iki aile ölümüne bir savaşa girer. Ne Silvalar, ne de Carvalholar gözlerini bürüyen nefret yüzünden diplerine kadar gelen asıl tehlikeyi görememektedir.

Bir önceki filmdeki artıların ve eksilerin hemen hepsine The Night of the Chupacabras’ta da rastlamak mümkün. Aragao, bu sefer popüler korku figürlerinden zombiler yerine Latin Amerika’ya özgü yerel bir efsane olan “chupacabra” mitine sarılıyor. Chupacabra, kelime olarak "keçi emici" anlamına geliyor (chupar: emmek ve cabra: keçi). Latin Amerika kırsalında yaşadığına inanılan chupacabraların çiftlik hayvanlarına (özellikle keçilere) saldırıp onların kanlarını emdiği söyleniyor. Bugüne kadar varlığını ispatlayacak herhangi bir delil bulunmasa bile Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde chupacabra gördüğünü iddia eden insanlara rastlamak mümkün. Bir canavar/yaratık filminin en etkileyici olması beklenen kısmı canavar/yaratık tasarımıdır. The Night of the Chupacabras, düşük bütçesinin de verdiği cesaretle basit bir chupacabra kostümü giymiş bir oyuncu kullanıyor. İlk bakışta sınıfta kalan bir tercihmiş gibi görünebilir ama bütçenin getirdiği kısıtlamalar neticesinde ya basit bir kostüm kullanılacaktı ya da ucuz bilgisayar efektlerinden faydalanılacaktı. Aragao, en doğru tercihi yaparak kostümden yana oy kullanmış. Bu sayede chupacabra ile diğer oyuncuların ikili temasa girdikleri sahneler çok daha eğlenceli olmuş. Mekân kullanımı (bir önceki filmde olduğu gibi) burada da filmin lehine işleyen en önemli unsurlardan biri olarak başrole soyunuyor. Çamur ve kirlenmiş sıvıların yanına bol miktarda kan ile beraber (şehir hayatının rafineliğine alışkın bizlere iğrenç gelmesi muhtemel) yiyecek ve içecekleri de ekleyen Aragao, ilk filminde yakaladığı boğucu atmosferden taviz vermiyor. O denli boğuyor ki seyircinin bir saniyeliğine nefes alıp rahatlamasına bile izin vermiyor. Bol kanlı birçok sahnesi olmasına rağmen, filmin en rahatsız edici sahnelerinin yemek masasında geçenler olduğunu söylersem ne demek istediğim daha rahat anlaşılır belki. Sözün özü The Night of the Chupacabras da herkese göre olmayan bir film. 

Mar Negro (Black Sea, 2013)

Brezilya’nın gözlerden ırak balıkçı kasabalarından birinde garip olaylar birbirini kovalar. Önce chupacabra ile denizkızı karışımı garip bir deniz yaratığı bir balıkçının kolunu ısırır, arkasından pişirilmek üzere temizlenen bir vatoz balığı canlanıp kaçar. Ama bunlar daha hiçbir şey değildir. Bir yandan zombi salgını, diğer yandan kara büyüler derken bütün kasaba kana bulanır.

Aragao’nun ilk iki filminden çok da farklı olmayan Black Sea, çok çılgın bir sahneyle açılıyor. Ağ ile balık avlayan iki balıkçı, deniz kirliliği yüzünden yeterince balık avlayamamaktadır. Defalarca yer değiştirmelerine rağmen ağlarına balık yerine bottan pikaba kadar bir dolu çöp eşya takılır. Sabaha karşıysa davetsiz bir misafirin ziyaretiyle dehşet dolu anlar yaşarlar. Özetin içerisinde de belirttiğim gibi chupacabra ile denizkızı karışımı garip bir deniz yaratığı ağa takılmıştır. Aç kaldığı her halinden belli yaratık, balıkçılardan yaşlı olanı kolundan ısırır ama nihai emeline ulaşamaz ve yaralı olarak denize atılır. Filmin, Lovecraft’ın zihninden fırlamış gibi duran yaratıkla ilgili olmasını çok istedim ama Aragao’nun kafasında bambaşka şeyler varmış. Olay örgüsü bağlamında özellikle Mud Zombies ile yakın akrabalık bağları kuran Black Sea, ikinci filmdeki bazı mekân ve karakterleri de kullanarak üçlemeyi oluşturan filmler arasında daha somut bir köprü kurmaya çalışıyor. İlk iki filmden idmanlı Aragao, gene yoğun ve boğucu bir atmosfer yaratmayı başarıyor. Çamur, pislik, sağlıksız koşullarda saklanan ve tüketilen yiyecek ve içecek gibi detaylar gene ön planda, birbirinden kanlı sahneler de cabası. Aragao, özel efektler konusunda seviye atlamış gibi bir görüntü çizse de gereğinden uzun tuttuğu diyaloglar ile fark edilir bir sarkma yaşatıyor ama son 20 dakikadaki bomba sürprizler bu kadar beklemeye değiyor. Black Sea, aynen diğer ikisi gibi, midesi ve sinirleri sağlam olmayanların yaklaşmaması gereken bir film.
Rodrigo Aragao, birçok Brezilyalının bile bilmediği mekânlarda kotardığı düşük bütçeli korku filmleriyle özellikle "gore" ve "splatter" sevenlerin dikkatini çekmeyi başardı. Benzer tipte filmlere devam edeceğini söyleyen Aragao’nun adını takip ettiğim sinemacıların arasına ekledim. Eğer düşük bütçeden kaynaklanan birtakım zafiyetlere karşı efsunluyum diyorsanız, eğer kan, çamur ve bilumum pislikle sıvanmış çerçevelere dayanacak gücü kendinizde görüyorsanız, Aragao’nun filmlerine göz atın derim. Yoksa bu ismi unutun gitsin. mkizilca@gmail.com