Konu bu mu?
Tayfun Polat
Beyhude işlerin pir’i bir abimiz var. Adı lazım değil, Kalender diyelim. Geceyi sever. Gecenin de onu sevdiğine inanmak hoşuna gider. Sözcüklere, söylenişlerine, nereden geldiklerine ilgi duyar ama sözlere pek itibar etmez. Mekânlara, mekânların adlarına, eski adlarına, adlarını nerden aldıklarına ilgi duyar. İnsanlara, anlattıklarına, anlatılara... Teferruatı, teferruatın hikâyelerini araştırmayı sever. Bu hikâyelerden hikâye dizer. Malumatfuruş bir şahsiyettir ama kalenderliğinden susmayı, dinlemeyi, gözlemlemeyi tercih eder. Bu yüzden zordur hemen hemhal olmak. Ama olunca bir sohbet peydahlanır. Ah, işte, neden pir’dir anca o zaman anlaşılır.Kalbi güzel bir abimiz var. Adı lazım değil. Çok gerekliyse Maviş Abi diyelim. Kalbine gözlerinden bakabilirsin. Sıcaktır gözlerinin rengi. Bakışlarıyla bekler. Bakışlarıyla söyler. “İnsanın kendisi olduğunu sandığı kişi” ile ilgilenir. Mutlak fikir sahibi olmak istemez, çelişkilere direnmez. Yeri gelir “Bakkal peyniri” derler, bir kalıp beyaz peynir ile bakışıp sakinleşir, yeri gelir bulutlarla dertleşir. Geceleri cinleri perileri çağırır, odasında konuk ettiği hayaletlerin hikâyelerini biriktirir, “cevapsız sorular çanağı”na attığı soruların yanında. Yapar ama yaparken ne yaptığını bilerek yapmaz. “Lafın tamamı aptala söylenir” dervişliğiyle gülümser.
Sadece kendine has bir abimiz var. Adı lazım değil. “Çerçi” derler, yükünü satar, gerekliyse bir ad, öyle diyelim biz de. Kağıdın lekelerine, gökyüzünde bulutların şekillerine, kenef yer karolarına, kahve fincanında telvenin bıraktığı izlere bakar. Bir kağıt kalem vadisinde yaşar. Deftersiz de sokağa çıkmaz. Her duruma dair bir türkü, bir güfte, bir şiir vardır dilinde. “Söz’ün az’ı” tarikatındandır. Ama izini sürdüğü bir konu açılırsa da susmayı unutur.
“İlhami Algör” derler, Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku kitabının müellifi. Başka kitapları da var da, o en müstesnası. Yeni kitabı çıkmış. Özne olmayı sevmez. Cumartesi annelerinin kayıp çocuklarının, sürgünlerin, yalnızların, babası ölünce büyüyen oğulların, doğrudan ama telafisi dolaylı derd’lerin kitabını yazmış. Kendinden ilk defa bu kadar çok bahsederken, yine hepimizi yazmış.
İkircikli Biricik
Avcılar da uydurmuş. Uydurdukları şey, hayatlarının gerçeği olmuş. Bu da bir terbiye diyelim. Hayat terbiyesi. İnsanoğlu’nun, durumları işine geldiği gibi eğip bükmesi insanlığı temsilen uzaya gönderilecek şeyler listesine girer mi acaba? Bakmak lazım. Şimdi vakti değil.”
Arka kapak’tan:
“Yeni bir hayat kurmak... Nasıl oluyordu? Önce fikir mi geliyordu? Yoksa bir tesadüf sizi fikrin önüne mi getiriyordu? Yeni bir hayat için mutlaka, kuvvetli bir rüzgâr mı gerekiyordu? Önceki hayatınız artık ‘eski’ mi oluyordu? Eski olanın hükmü kalmıyor muydu? O vakte kadar boşuna mı yaşamış oluyordunuz?” tayfunpolat@hotmail.com