Kılavuzu Karga Olanın...


Yayın
Emine Uşaklıgil’in Can Yayınları’ndan çıkan Bir Şehri Yok Etmek: İstanbul'da Kazanmak ya da Kaybetmek isimli kitabı artık İstanbul’da herkesin çok yakınen tanık olduğu rant hırsını ve “Kent hakkı”nın uğradığı saldırıları konu ediyor. Tarihi dokusu, mahhalle kültürü yok olmaya yüz tutmuş şehrimizi bu saldırıdan korumak ve kültürünün sakinlerini geleceğe umutla bakabilmek için yapılması gereken mücadeleyi irdeliyor. Ne demişler herkes kendi kapısının önünü temizlese...
 
Film
Son yıllarda Avustralya’dan gelen müziğe, filmlere daha bir açığız sanki. Son dönemlerde adını sağlamca duyurmaya başlayan David Michod’nun yeni filmi çok da şaşırtıcı olmayan bir şekilde; Mc Conaughey-vari bir yeniden doğuş yaşama ibareleri gösteren Guy Pearce’li bir suç draması The Rover. 2010’da gene benzer bir yapım olan ilk kurgusu Animal Kingdom ile dikkatleri çeken genç yönetmen bu filmde Pearce’in yanı sıra Cronenberg’in de favori oyuncusu haline gelmeye başlayan, Twilight serisi çıkışlı Robert Pattinson da yer alıyor. Avustralya rüzgârını yakalamalı. Ayrıca yolculuk konumuza uyan bir şekilde yönetmenin 2008 tarihli ve Andrew McAuley’in dünyanın en tehlikeli denizlerinden Avustralya-Yeni Zelanda arasını kano ile geçme hikâyesini anlatan belgeseli Solo’yu da tavsiye ederiz.

Dizi
Geçen ay mecmuadaki True Detective yazısında Fargo adı geçen filmlerden biri idi. Amerikan pastoralının televizyonda parladığı dönemlerde ilgi çekici ama bir yandan da tehlikeli bir fikir Fargo’nun TV versiyonunu yapmak. Ne de olsa Peter Stormare ve Frances Mac Dormand gibilerin performansları ayarını yeniden tutturmak kolay iş değil. Bu yazı yazıldığı sırada henüz iki bölümü gösterilmiş, Noah Hawley’nin elinden çıkma bu iddialı yapım; bünyesindeki harika bir Billy Bob Thornton ve Martin Freeman gibilerin etkileyici performansları ve rahat, karaterlere hizmet eden sinematografi ile gayet iyi bir başlangıç yaptı. Eh sonuçta Coen’ler bir dizinin yapımcısıysa pas geçemezsiniz. Bir yandan da insan düşünüyor acaba The Big Lebowski dizi olsa nasıl olurdu diye?

 
Albüm
Geçtiğimiz aylarda CRR’deki Jaga Jazzist konserinin ön grubu olarak göz yaşartan bir performans sergileyen Stian Westerhus ve yeni grubu Pale Horses, konserde tadımlık sunduğu şarkıları Maelstrom adıyla albümleştirdi. Gene Jaga Jazzist’ten Øystein Moen ve davullarda Erland Dahlen’in oluşturduğu Pale Horses’ın desteğiyle hali hazırda Norveç’in en önemli gitarcılarından biri olan Westerhus harika bir albüme imza atmış. İlk bakışta progressive rock, Sigor Ros ve Constellation albümleri arasında süzüldüğünü düşündüğünüz Maelstrom yer yer ‘90’ların indie rock’ına yer yer Radiohead’e, Talk Talk’a öykünen şarkılarla, onları süslediği gitarcılığıyla yarışabilecek müthiş vokaliyle ve gayet deneysel algılayabileceğimiz şarkı aranjmanlarıyla müthiş bir iş çıkarmış. Yılın en iyilerinden biri, atlamayın.

Yeni bir Liars albümü denince yüzümüzde hemen bir sırıtma beliriyor. Çünkü 2000’lerin indie çılgınlığında çoktan kendi yolunu kalın çizgilerle çizmiş bu grubun gene bir afacanlık peşinde olduğuna emin oluyoruz. 7. albümleri Mess, sanki elektronik cihazlarla dolu bir odaya girmiş kafası güzel çocukların oyunlarının kaydı gibi. 2 sene evvelki WIXIW’deki temkinli yaklaşımları bu albümde tam gaz dansa dönmüş. 2 albümü arasında bu kadar fark olan çok fazla grup yoktur herhalde. Yıllanmış elektronikçiler gibi seslere olan hâkimiyetleri ise keyfimizi daha da arttırıyor. Liars varolsun. Biz onları bu yürekleriyle seviyoruz.

Dortmund Tiyatrosu, Grimm kardeşlerin yazılarından, özellikle Anne Sexton’un uyarlamalarından, bir tiyatro oyunu yapmaya karar verdiğinde bunların müziklerini yapmak için de The Ministry of Wolves‘u buluyorlar tabii. Eski Bad Seed Mick Harvey, buraların da yabancısı olmayan Alexander Hacke ve Crime & The City Solution’dan Danielle De Picciotto’nun biraraya gelerek oluşturduğu The Minstry of Wolves’un bu oyun içiçn besteledikleri müzikler Music From Republik der Wölfe adıyla yayınlandı. Zaten müziğe yaklaşım olarak birbirinden çok farklı olmayan isimler usta işi, eli yüzü düzgün bir iş çıkarmışlar. Gotik kafaları bilen, Kurt Weill’a uzak olmayan kulaklar zaten kapıda karşılayacaklardır. Gruptakileri tanıyanlar da uzak duramayacaktır.

Yerseniz bir Norveçlimiz daha var. DJ’liği ve yaptığı remix’lerle tanınan Todd Terje, çokça beklenen ilk solosu It’s Album Time!’ı yayınladı. Güncel sound’ları korkmadan müziğine entegre eden ve funk, Latin karışımlı şarkıları sağlam tekno olanlarla destekleyen albüm yılın en başarılı elektronik işlerinden biri şu ana kadar. Bir şarkıda Bryan Ferry’i de duyuyoruz. Geçtiğimiz yıl Franz Ferdinand’a da destek bu ismi yakın zamanlarda çok daha fazla duyacağız gibimize geliyor. Bu ayın bir diğer ilgi çekici elektronik çalışması ise Manchester’dan. 2 yıl evvel yayınladığı Luxury Problems ile bizi mest eden Andy Stott ve Demdike Stare’den bildiğimiz Miles Whittaker’ın ortak projesi Millie & Andrea. Drop the Vowels adını taşıyan albümleri cızırtılı dub techno’larıyla usta işi.

Ülkemizde yılardır sık sık anlamının hakkını vermeden kullanılan “alternatif” ve “rock” kelimeleri biraraya geldiğinde ortaya çıkanın tanımıdır Pixies. Ve bu ekip (maalesef eksi Kim Deal) 23 yıl aradan sonra sanki ‘90’ların başındaymışızca, aynı enerjiyle harika bir albüm yayınlayınca 2 kelam etmeden geçmek olmaz. Indie Cindy (isme yorumu size bırakıyoruz) ismini taşıyan albüm grubun 2000’lerde tekrar biraraya gelip turlamaya başladıktan sonra yayınladığı ilk albüm. 2000’lerin ortasında Nashville ortamında harika alt. country albümler yapan Black Francis’in gene şarkı yazımını üstlendiği başyapıtta artık 50’lerinde gezinmeye başlasalar da çoğu gençte olmayan bir enerji hemen nüfuz ediyor bünyenize. Boş şarkı yok. Pixies çok beklettin ama değdi.
 
Konser
’80 kuşağının çoğunun favori çocukluk gruplarındandır Pet Shop Boys. Ünvanı bol İngiliz ikili, kariyerlerinin artık olgunluğu da geçen bu dönemlerinde İstanbul’da bolca sevenine hitap edecek. Belki kulaktan çok gözü meşgul eden sahne şovlarının çok hastası değiliz ama nostalji deyince, işte budur demek de yanlış olmaz. “Rent” hatrına neden olmasın? Ayrıca Fela Kuti’nin oğlan da ön gruplar arasında! 24 Mayıs, Cumartesi, Babylon Soundgarden / Parkorman