Fatma Kargın

Burası Olmayan Başka Bir Yer


Üstüngel Arı
Bir yolculuktur yaşamımız / Kışın ve gecenin içinde
Kendimize bir geçit ararız / Tümüyle ışıltısız gökyüzünde
 
-İsviçre Muhafız Alayı Şarkısı
 
Melankolik bir aydınlatmayla süslü, karanlığa çok yakın bir oda. Odanın tam ortasında çift kişilik bir kanepe, kanepenin önünde bir sehpa, sehpanın üzerinde bir silah bulunmaktadır. Kanepenin üzerinde gazete okuyan 30 yaşında bir ERKEK ve yerde, kanepenin hemen dibinde, kendi saçlarını örmek ile meşgul 12 yaşında bir KADIN oturmakta.
 
KADIN: Bir keresinde bana gitmekten bahsetmiştin.
ERKEK: Nereye?
KADIN: Burası olmayan, başka bir yere.
ERKEK: Burası olmayan başka bir yer yok.
KADIN: Ama gitmek gerek.
ERKEK: Neden?
KADIN: Aynı yerde kalmak, öldürür insanı.
 
***
 
Gitmek, burası olmayan başka yerlerde daha mutlu, daha huzurlu, daha kendimize ait daha biz olacağımıza inanmak; zincirlerinden kurtulması beklenen ama ne Marx’tan ne de Lenin’den bu yana kurtulabilmiş işçi sınıfı gibi, insanı olur olmadık ve belirsiz ve bir o kadar da çaresiz ama bir şekilde güzel günlerin geleceğine inanan, daha iyi bir dünyanın mümkünlüğü fikrini beyninin tüm santimetreküplerinde hisseden, ya da sigara içmekten sararmış bıyıklar ve parmaklar ardında gözlerini gelecek ya da gelmesi muhtemel o dünyaya dikmiş gibi hüzünlü, tüm bunlara inanacak kadar çocuksu ve tanrıdan bir peygamber daha göndermesini isteyebilecek kadar yüzsüz ve günahkâr bir bedenin, saf ve umarsız ve duyarsız bir ruhu kaplaması-kapsaması; o ruhun içine yeniden doğması ve daha ahlaklı bir insan ırkı doğurmasını arzulayan bir kelebeğin, hayatının on altıncı saatinde emekliye ayrılmış ve torun özlemi çekiyor olması gibi toplumsallaştırılmış ve normalleştirilmiş ve etrafı sınırlarla belirlenmiş olduğundan ve çizgilerle örülü duvarların varlığından ve ortada bir duvar varsa hangimizin içeride hangimizin dışarıda olduğuna karar verecek kurumlarımız çoktan kurulmuşken tepemize, ve onları tek bir hamlede aşabilecek bir güç, bir kedi atikliğinde sararken beynimizi ve damarlarımız, ilk girecek olan iğne için tüm çeperlerini kırmızı halılarla donatmışken hiç de zor değildi gitmeyi, uzaklaşmayı, trafik ışıklarını umursamadan yolda olmayı ve zaten trafik ışıklarının bile bulunmadığı bir yolda olmayı düşünmek, düşlemek ya da buna karar vermek, kendini bu konuda ikna edip, lümpenlerin sıklıkla kullanmayı çok sevdikleri “ötekileştirme” kelimesini göğüs kafesinde bir yerlerde hissetmek ve bu hissi baskılamanın bir yöntemi olarak Kerouac-yan bir yol özlemiyle beraber gelen uyuşturucular, antidepresanlar ve kedilerin bile işemekten çekindiği ıslak, karanlık ve hastalıklı sokaklardan birinde bekleyen bir adama cüzdanındaki son parayı vererek hem de bunun gerçekten de senin son paran olduğunu yalvarırcasına dile getirirken vererek, bir süre daha hayatta kalmayı, nefes almayı, umut ve ümit edip, kendine gidecek yeni yollar aramayı denemek ve ummak… ve. uyu.şşmak… gibiydi…
 
***
 
KADIN aklından bir şeyler geçirdikten sonra sehpanın üzerindeki silahlı alır ve hiç tereddüt etmeden kafasına bir kurşun sıkar. ERKEK bu olanlara tepkisizdir. Sıçrayan kanlara bulanmış gazetesini katlayıp sehpaya koyar. Yerde yatan KADIN’ın başından kan sızdıran cansız bedenine bakar.
ERKEK: Artık burası olmayan bir yerdesin.
 
Sahneye ANLATICI girer. Hâlâ anlatmak istediği bir şeyler vardır. Okuyuculara döner.
ANLATICI: İnsanın kendisiyle aynı yerde yaşamaya daha fazla dayanamamasının sonucudur bazen yolculuk. Kendisini yanına alır bazen. Bazen de kendisini arkada bırakır.
 
SAHNE
 
  ustungelari@gmail.com