Bir Paylaşım, Karşılıklı Etkileşim Ve İfade Alanı Olarak Festivaller mi? Yoksa Bir Karşılıklı Tüketim Malzemesi olan Festivaller mi?
Ömer İpek
Bu yazının konusu; ülkemizde yapılagelen, birkaç gün süren, büyük, müziğin etkin olarak rol aldığı festivallere, onu oluşturan aktörlerin bakış açısının tasvirine, gündemde olan festival boykotu meselesinin aslında ne anlamlar içerebileceğine dair bazı fikirlerimi paylaşarak, içinde bulunduğumuz şartlarda uygulanabilir “bağımsız” ve “sürdürülebilir” festivallerin gerçekleştirilmesi için model önerileri üzerinden bir tartışma zemini oluşturmak isteğidir.Gerçekten nedir bizim için bu festivaller?
Sevdiğimiz müzik gruplarının sahne aldığı, gönlümüzce / paramızın yettiğince yiyip içebildiğimiz, “sınırsızca” ama “güvenlik” içinde, sahne(ler)deki etkinlikler dışında, bin türlü başka etkinlik ve oyuncakla bizi eyleyen, birkaç gün süren bir alan işgali?
Aslında şu son dönemde olan biteni de tanımlıyor bu… Unutuşu, kendinden geçmeyi, eğlenmeyi, kutlamayı tüketim üzerinden tanımlayan kentliliğimizdeki hırçın tavır, aslında ne sahnedeki performansı, ne de diğer etkinliklerdeki emeği, sanatı ve içeriği anlamlandıracak vaziyette… Sadece orada bulunmak, bu oluşu çevresine duyurmak ve çevredeki promosyonlardan faydalanma hali, tüm bu oluşu meşrulaştırmaya yeterli oluyor.
Bir de aynı tüketim çemberiyle çevrilmiş ancak sahneyi ve içeriği sindirmeye gelen başka bir kitlenin, yine bu kalabalıktan dolayı, bunu beceremeyip hırçınlaştıklarını görüyoruz.
Kendi ifade alanını korumak için festivali boykot edenlerin, ne talep ettikleri ve neye karşı durdukları konusuna da bakalım; Ucuz, bedava bilet? WC ve temizlik hizmetlerinin daha iyi kurgulanması ve verilmesi, ses düzeni ve sahne tekniği hakkındaki şikâyetler… Bir de en önemlisi; festivalin prodüksiyonunu üstlenen firmanın bir holdinge satılmış olması… Bu holdingin sahip olduğu medya kuruluşlarına geçtiğimiz Gezi Parkı sürecinde haklı olarak çok sert eleştiriler getirilmişti.
Aslında festivalin içeriğine, programına vs. dair net bir tepki yok. Bilakis, boykot ederken çok istediği bazı müzik gruplarını dinleyemeyeceğini bilerek, içten içe bir hayıflanma da söz konusu olabiliyor. Yine çoğunluğu oluşturan seyirci profiline baktığımızda, aynı holdinge bağlı yiyecek içecek zincirlerinin, ithal ettiği otomobillerin ve bankalarının kullanılmaya devam ettiğini de görüyoruz.
Burada; Festival’in sahibinin bu holding olmadığının tekrar altını çizmek gerekir. Festivalin hamisi festival adının sahibi olan firmadır. Bana sorarsanız prodüksiyon ve yukarıda tarif ettiğim seyirci profili ile ilgili problemlerin tümü bu festivallerde, söz konusu firma satılmadan da vardı zaten…
Gerçekte; genel bir hoşnutsuzluk, ama daha da fazla, yoğun bir umutsuzluk ve mutsuzluk hali var bu karşı gelişlerde. Belki de yeniden kabuğundan çıkarak, politize olan gençliğin el yordamı ile yolunu bulma çabası…
Ancak tüm bunlara karşın, oldukça daraltılmış ve hâlâ daraltılmakta olan kendi ifade alanlarımızı kendi ellerimizle daraltmamalıyız.
Mesele sistemin işleyişinde mi acaba?
Kent festivalleri, çeşitli sanat dallarının hem kendi içinde hem de diğer dallarla birarada sergilenmesi fikri ile gerçekleştirilmeye başladı. Yurtdışında büyük alanlarda, festival alanından çıkmadan konaklayarak yapılagelen, Woodstock türü festivallerin ilk kez ülkemizde gerçekleştirilme tarihi H2000 festivali ile 2000 senesidir. H2000’i takip eden, Rock ’n Coke, Efes Pilsen OneLove Festival ve sonrasındaki Radar, aslında 14 senelik büyük festivaller tarihimizde ne kadar da az yer kaplamaktalar. (Belli bir müzik türüne ait olan değil de, müzikal çeşitlilik barındıran festivaller olarak aldık bu isimleri) Bu arada; festival isimleri dikkatinizi çekti mi bilmem? H2000 ve Radar aslında ana sponsorlara ve yan ve hizmet sponsorlarına elbette sahip olsalar da adlarında bunu taşıdıklarını göremiyoruz. Aslında bu, yurtdışında onlarca senedir yapılagelen festivallerde de aynıdır. Festival adının bir firmanın / markanın adını taşıdığını pek görmeyiz.
Bu yaklaşım, son senelerde, ülkemizde, festivalleri kendi ürünlerinin satışının artması, marka bağlılığı ve markanın gelecek nesillere devamlılığı için bir fırsat olarak gören firmaların, festivalleri bir tanıtım ve tüketim malzemesi olarak kendi markalarının altına itivermesi ile oluştu ve herkes tarafından kabul görür hale geldi. Yani normalleşti. Tabii bu festivalleri düzenleyenlerin birer “şirket” olduğunu, yani mevcut vergi sisteminde kâr amacı gütmek ve büyümek zorunda olduklarını, bir sivil toplum kuruluşu gibi davranamayacaklarını da eklememiz lazım.
Bu festivaller gerek yurtdışında gerek ülkemizde, aynı zamanda çok önemli kültürel faaliyetlerdir. Mevcut vergi rejimimiz ise, hâlâ, ülkedeki tüm kültürel faaliyetleri lüks tüketim olarak görmektedir. Bu belki, pahalı bilet fiyatlarını bir nebze de olsa açıklayabilir.
Duruma bir de Müzik Grupları ve Sanatçılar açısından bakalım;
Bütün bu tartışma içerisinde aslında hem seyirci hem de festival için çok önemli, ama yukarıda açıkladığım nedenlerden ötürü bir o kadar da görünmez olan, festivalde sahne alan müzik grubu ve sanatçıların yaşadıkları var. Her grup ve sanatçı eserini sergilemek için bir platform arayışındadır… Teknik açıdan yetersiz, birçok lokal sahne, yeterli gibi gözükse de, aslında değildir. Olmamalıdır. Bilen bilir, büyük sahne tecrübesi bambaşka bir şeydir ve grubun sahne üzerindeki duruşundan, müziğine kadar bambaşka ve çok önemli katkılar yapar.
Eserini bir defada, çok sayıda seyirciye sergileyebilme olanağı ise paha biçilmezdir.
Gruplar üzerinden olup biteni iyi anlamak için; Sattas grubunun menajeri Burçin Özdemir’in, Grubun Facebook sayfasından yaptığı umutsuz çağrıya, ve bunun üzerine Murat Meriç’in BirGün Gazetesi’nde kaleme aldığı yazıya göz atmak lazım.
Bir diğer şikâyet de; Büyük festivaller ve Üniversite Şenliklerinde hep aynı grupların (yerli veya yurtdışından) sahne almaları üzerine… Olasılıkları süzersek bunun 2 nedeni olabilir;
a.Tercih ve vizyon (seçeneksizlik)
b.Yokluk (seçeneksizlik)
Bu seçeneksizliği aslında yeni oluşmakta olan grupların sanatlarını, zaten daraltılmış alanları içerisinde, üretime dönüştürememeleri ve büyük sahneler bulamamalarında arayabilir miyiz? Oysa lokal ve bağımsız festival sayısı artsa…
Yapmayalım Listesi;
Var olan festivalleri boykot etmeyelim. İfade alanlarımızı kendi elimizle daraltmayalım.
Haydi yapalım listesi;
Kültürel faaliyetlerde vergi muafiyeti ve indirimi için farkındalık ve kamuoyu oluşturmak.
Taşeron sistemine karşı durmak.
Maliyetleri düşürmek için kalifiye olmayan eleman çalıştırılmasına karşı stratejiler oluşturmak.
Bağımsız Festivaller gerçekleştirmek ve sayısını artırmak için bilgi ve deneyimlerin paylaşılacağıbir iletişim ağı çevresinde toplanmak.
Bedava iş istemekten vazgeçmek. Nitekim “ekonomi” var olan paranın adil olarak dağıtılması üzerinden de yorumlanabilir bir kavramdır.
Faydalı linkler;
Bu linkler; Anadolu kökenli Bir tanrının, Dionysos’un adına düzenlenen törenlerin festivaller için bir milat olarak tanımlanabileceğini, ayrıca günümüz festivallerinin aslında unutulmuş birer kamusal alan olduğuna dair fikirleri olgunlaştırmak ve düşündürmek için verilmiştir.
http://mimesis-dergi.org/mimesis-dergi-kitap/mimesis-3/dionysos-rituellerinden-tragedya-ve-komedya%E2%80%99ya/
http://yunanmitolojisi.blogspot.com.tr/2007/10/dionysos-bakkhos.html
http://v3.arkitera.com/h21487-kamusal-alan-nedir-kamusal-mekan-nedir.html
http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=66&dyid=1735
omeripek.ist@gmail.com