Seyahat
Nazlı Kalkan
Sabahleyin, erkenden uyanıp arabayı yüklüyoruz. Eşyalarımızı koymak için çok fazla yer yok çünkü şoförümüz Tsering, benzini de yanında götürüyor ve yakıtla dolu bidonlar oldukça fazla yer kaplamış. Anlaşılan gideceğimiz mesafe oldukça uzak ve yolda tek bir benzinci bile yok. Yanımızda götürmeyi planladığımız eşyalardan bir kısmını otelde bırakıyor ve yola çıkıyoruz. Yol boyunca tek bir ağaç ve tek bir insana bile rastlamıyoruz neredeyse.(*)“Hayat gailesi!” diye bağırdı birden Tsering. Arka koltukta cam kenarında oturan Amrita, “Buldum,” dedi. “İçimdeki hissiyatın ismi, gaile!” Amrita’nın yanında oturan Agreso, “Ne kadar aptalca bir konuşma bu böyle...” diye söylendi kendi kendisine. Ön koltukta oturan, Gyaltso gözlüklerinin camını gömleğine silerken, dikiz aynasından geride bıraktıkları yolu seyrediyordu. Agreso’nun yanında pencere kenarında oturan isimsiz adam “Ne kadar da güzel!” diye geçirdi içinden. “Tuhaf yoldaşlarlarımla birlikte istediğim an istediğim yere gidebiliyorum. Benimle olmak istiyor olmalılar, üstelik ne zaman istesem defolup gidebilirim, onlar hiçbir şeye gücenmez ve kırılmazlar. İstediğim an bu geziden ayrılabilirim. Hesap da soramazlar. Eğer çok sıkılırsam da üzerlerini örtüp kendimi bir anda balkona atabilirim. Ben istediğimde yok olabilirler de... Tanrı olmak böyle bir şey olmalı,” diye düşünürken, Agreso her zamanki gibi alaycı bir dille atıldı: “Tanrı olmak öyle bir şey değil Aziz’im, istediğin zaman üzerimize değil bir kâğıt kaplayarak; eğer istersen yakarak dahi bizi yok edemezsin. Beyninde bir tümor gibi yol alırız. Bembeyaz mutfak tezgâhında yemeğine uzanan siyah bir haşere gibi sıkıntıya salarız ruhunu. Sen bilemezsin, yine de o biziz!”
Agreso’nun sözleri ile adamın ruhunu yine bir sıkıntı sardı. Yarattığı karakterlerin konuşmalarını kendi kontrolünde tutmak hiç de kolay değildi. Hele şu Agreso, mutlaka her söze verilecek bir can sıkıcı bir cevabı vardı ve söylediği her söz durduk yere insanın içini daraltmaya fazlasıyla yetiyordu. Biraz nefes almak için pencereden dışarı baktı.
Saklıkent tam bir doğa harikası. Yaz aylarında yerli ve yabancı turistlerin uğrak yerlerinden bir tanesi. Akdağ’ın eteklerinde kayalar arasında yer alan Saklıkent’in suyu, yaz aylarının sıcak dönemlerinde bile ayaklarınızı donduracak soğuklukta. Biz de araçtan iner inmez, suya kim girer, kim girmez bahislerini açmıştık zaten. (**)
“Böyle bir bahse girmedik. Etrafa baksana, ortada tek bir ağaç dahi olmadığını söyleyen sendin, üstelik nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Ayrıca şu gezi zırvalarını kes lütfen. Seyahat yazılarından hiç de hazzetmem!” Bir vesileyle, huzur içerisinde bir seyahatten bahsetmek isteyen adam bir türlü anlatmak istediği şeye ulaşamıyordu. Biraz rahatlamak için ne zaman camdan baksa zihni tuhaf bir biçimde bir yerlerden bahsediyordu. Camdan dışarı baktığında zihnindeki seyahat kurgusunu durduramıyor, her seferinde Agreso’nun eleştirileri ile karşılaşıyordu. Bunun için pencereden bakmaması gerekiyordu. Ve fakat vücudu hareket algısına karşı pek duyarlıydı. Kendisi hareketsiz otururken aslında arabanın içerisinde hareket halinde olması zihnini bulandırıyordu. Sürekli kontrolde olması için gözlerinin hareket halinde olduğunu görebilmesi gerekiyordu. İşte bu yüzden pencereden dışarı bakmazsa araba tutmasına yakalanıyor, vücudu hızla tepki veriyordu. Bu hisse dayanarak, pencereden dışarı bakmamaya çalıştı. Midesi bulanıyordu. Ter içinde kalmıştı.
Rio Havaalanı’na iner inmez boğulacak gibi oldum. Paris’te akşam uçağa binerken ısı eksi on dereceydi, Rio’da, gündoğumunda gölgede kırk. Nem oranıysa yüzde seksen.(***)
Kadın sağ yanağına bir tane tokat patlattı. Şak! “Öyle söylememeliydim. Hayır, öyle söylememeliydim. Yine rezil oldum!” Amrita, kendi kendine mırıldanıyor, bütün hareketlerini durmadan izleyip yorumluyor ve mütamediyen herhangi bir durumdan dolayı kendini acımasızca eleştiriyordu. Eleştirilerden çok bunaldığı zaman da kendine bir tokat patlatıp rahatlıyordu. “Aramamalıydın. Söylememeliydin. Bu şekilde davranmamalıydın. Kendini rezil ettin, küçük düşürdün.” Şak! “Ne kadar aptal olduğunu düşünmeye başlamışlardır bile. Şak! “Bu gün de bitti. Hiçbir şey yapamadın!” Şak! Amrita, zalim bir bakıcı tarafından durmadan azarlanan bir çocuğunki gibi acılar çekiyordu. Yazık ki; zalim bakıcısı da ta kendisi olduğu için arabadaki kimse ne olup bittiğini anlamıyordu bile... Herkes sadece bir anlığına kendisine vurarak kendisini ne kadar küçük düşürdüğünü düşünüyorlar, çok geçmeden de kendi uğraşlarına dalıyorlardı.
Ama siz herkes değilsiniz. Herkesin beğendiğini beğenmek koyunluğunu kabul edemezsiniz. Herkesin beğendiğini beğenmeyeceksiniz ki size orijinal desinler. “Rio de Janeiro mu? Vallaha beni hiç açmadı. Nesini beğeniyorlar bilmem.” “Paris mi? Adı çıkmış a canım. Neden kitapların anlattığına kapılırız bilmem.” “Niyagara’ya gelince, hiç mi hiç sarmadı beni. Manavgat’ı ona tercih edebilirim.(****)
Adam, Agreso'nun eleştirel bakışlarının ve mide bulantısının baskısına dayanamadığından olacak, artık bu geziden ayrılmak istedi. Tsering’e durmasını söyledi. Kapıyı açtı ve hiçbir coğrafi özelliği olmayan o bomboş alana adımını attı. Kapıyı ardından kapattı. Gaz sesiyle araba yeniden harekete geçti. Tekrar hareket etmeye başladığında, kapıların kendiliğinden kapanan kilit sesini duydu son defa. Araba uzaklaştıkça uzaklaşıyor ve fakat gözden kaybolmuyordu. Hâlâ uzaklaşan arabayı hâlâ görebiliyordu. Arabayı görmemek için elindeki magazin dergisini gözlerinin üzerine kapattı. Balkona çıkıp derin bir nefes aldı. Çok yorulmuştu.
Gyalitso, bir yandan gözlüklerinin camlarını gömleğine silerken dikiz aynasından geride bıraktıkları yola ve uzaklaştıkça kaybolmayan adamın silüetine bakıyordu: “Zihnim berraklaştığı an, işte o zaman, görebildiğim zaman aklımın söylediklerini… Sözler bana bütün sırrını anlatır başıma gelenlerin. Zihnim berraklaştığı an. İşte o an. O an ve fakat o kısa an, o kısacık bir an... Kaleme uzanayım derken tarumar olur içimdeki o berrak sözler. Dilimle anlatmak istesem, sesime kavuştuğunda solup gider hayatın kelimeleri. Yazık, hiçbir zaman içimdeki gerçeği, asıl gerçeği, asla söyleyemeyeceğim. Yamalı bir ruhla göçüp gideceğim bu hayattan.”
(*) Meltem İnan , Ladakh-Brogpa Kabilesi
(**) Timuçin Han, Kelebekler Vadisi, Ölüdeniz, Dalyan
(***) Nedim Gürsel, Bir Avuç Dünya
(****) Haldun Taner, Düşsem Yollara
nazlikalkan8@gmail.com