Karmaşanın Romantizmi
Görkem Bereket
Tozlu bir kuşette başlayan, tozlu fabrikalarda devam eden ve tozlu koltukların olduğu barlara uzanan, duman altı bir Balkanlar seyahati.Çarşaflarımız çok temiz gözükmese de en azından yıkanmış oldukları belli. Pencerelerin tam açılmasını beklemiyorduk elbette, neyse ki genişliklerinden dolayı manzarayı rahatlıkla izleyebiliyoruz. Alanımız biraz küçük, hareket alanı kısıtlı fakat bu gözüme samimi gözüktüğü için beni daha mutlu kılıyor. Tavan sararmış, belli ki içerde sigara içmek yasak olduğu halde bizden önce burayı kullanmış olanlar bunu pek umursamamış. Zira seyahat arkadaşım Ezgi ve ben de bu yasağı delmek üzere sigaralarımızı sarıyoruz. Sigaralarımızı yaktığımız sırada kondüktör içeri giriyor ve biletleri kontrol ediyor. Bir sigara da kendisi yakıyor. Uzun tren yolculuklarının getirdiği o çabuk dostluk kuruluyor hemen aramızda. Belki de free-shop’tan alacağı ve Bulgar sınırından geçirmeye çalışacağı şişelerce viski içindir bu dostluk. “İki üç viski de siz sokuverseniz be!”.
Sirkeci’den akşam 10’da kalkan trenimiz ertesi gün akşam 8’de Belgrad’a varacak. Son derece gecikmeli olarak akşam 8’de değil sabahın erken saatlerinde Belgrad’a ulaşmış olmamız ne beni ne de Ezgi’yi şaşırtıyor. Türk – Bulgar – Sırp memurların çalıştığı bir rotada 20 saatlik yolculuğu 200 saat yapmadığımız için seviniyoruz bile.
Belgrad’dan otostopla Zagreb’e geçiyoruz. Çok zor olmuyor. İki şehir arası trafik pek yoğun. Zagreb’te arkadaşım Amir karşılıyor bizi. Hazırladığı kahvaltıda sıcacık “burek”leri mideye indirdikten sonra güzel havanın tadını çıkarmak için kısa bir gezintiye çıkıyoruz. Zagreb çok özel bir şehir. Balkan şehirlerinin kaotik havası burada da mevcut fakat savaşın getirdiği yıkım o denli etkili değil. Yemek, müzik ve duygu olarak Balkan kültürlerinden beslenseler de Avrupa Birliği’yle olan yakın ilişkileri, ülkedeki zengin yatırımcılar, yüksek turizm gelirleri ve iyi muhafaza edilmiş şehir merkeziyle kenar mahallenin sosyetik kızı gibi durduğu kesin. Zagreb’te yaşayan insanların çoğu kendilerini Balkan’dan çok Avrupalı olarak görüyor.
Bundan 20 sene önce kiraz ağaçlarının ve geniş bahçelerin olduğu “Trešnjevački” bölgesinde, demiryolunun kenarında eski bir fabrikanın çatısında mangal yapıyoruz. Geçen yük trenlerinin içine çatıdan tükürmek suretiyle fırlatılan şeftali çekirdeklerini vagona sokma yarışını İvek kazanıyor. Bu konuda çok tecrübeli. Bu fabrikaya çocukluğundan beri geliyor. Küçük yaşta ailesini kaybeden İvek, bu çatıda partiler düzenlemeye ve bundan para kazanmaya başlamış. Diğer Balkan şehirlerinde de olduğu gibi underground partiler burada da çok yaygın. Öğlen güneşinin altında gitarından çıkan eski Yugoslav parçalarına herkesin katılması heyecan verici. Faşizme karşı dans eden ve çatışan Partizan gençlerini hayal ettiriyor bana. Tito bir balkonda konuşuyor. “Hayde!” diyor. Romantizmi bir kenara bırakıp yeni gelen treni çekirdeklerle vurma yarışına başlamışız bile.
Akşam Zagreb’in ünlü işgal binası AKC Medika’ya gidiyoruz. Burası senelerce boş kalmış. Meydanı boş bulan gençler içeri yerleşip yaşamaya başlamışlar. Sakinleri partiler düzenliyor, evi olmayanlara kalacak bir yer sağlıyor, kendilerini ziyaret eden gezginlere yatacak bir yatak veriyor, düzenledikleri konserlerde birayı ucuza satıyor, daha ucuz yemekhane isteyen öğrencilerle birlikte direnişe katılıyor, dolayısıyla birçok kesimi rahatsız ediyor. Yıllarca boş duran ve kimsenin umurunda olmayan bu yerde insanların alışık olmadığı, alternatif bir yaşam başlayınca devlet yıkım kararı almış. Daha sonra halkın da desteğini biraz almasıyla birlikte bu işgal yasallaşmış ve devlet geri adım atarak kendilerine tapuyu teslim etmiş. “U” şeklinde olan bu yapıda üst katta yatakhaneler mevcut. Alt tarafta ise bir bar (içkinizi kendiniz de getirebiliyorsunuz) ve bir de konser salonu.
O akşam bir punk konserine katılıyoruz. Konserin ortasında içkinin de etkisiyle iyice coşan grup kıyafetlerini çıkarıyor ve anadan doğma çıplak çalmaya devam ediyor. Birkaç kız ön sıralarda solistin penisine dokunmak istiyorlar. Üstlerine fırlatılan bira “hayır” olmalı diye düşünüyorum, tam tersi solist ve kızlardan biri öpüşmeye başlıyor. Konserin ardından bir kafesin içinde çalan DJ müziğe çırılçıplak başlıyor. Dubstep Belgrad’da olduğu gibi burada da çok popüler ve alkolü çok almamış olmama rağmen çılgına dönen kalabalığın da etkisiyle, müzik bir şişe viski gibi işliyor kanıma.
Dönüş yoluna tekrar tren bileti almak zorunda değiliz. Aldığımız Balkan FlexiPass bir ay boyunca geçerli ve beş günlük kullanım hakkı var. 53 Euro’ya Bulgaristan, Romanya, Sırbistan, Bosna, Karadağ ve Yunanistan’da seyahat edebilmek muhteşem. Trenlerin eski oluşu kafamda canlandırdığım Balkan manzarasına, çingene şarkılarına ve köylerde yapılan boğma rakının sarhoşluğuna çok uyuyor. Elimde bir şişe erik brendisi, dudaklarımda bir sevdalinka türküsü. Çiçekler, göller, vadiler. Dağlar bakir. Köyler yapmacıklıktan uzak.
Kondüktör içeri giriyor ve sigara ikram ediyor. “İki karton sigara da sen sokuversene be!”. Dostluk çabuk kuruluyor.
gorkembereket@gmail.com