Gürültünün Yolculuğunun Son Durağı : Sessizlik


Burak BAYÜLGEN
Gürültü’den Önce Herkes Sevsin Diye
Enstrümanın içini doldurduğu bir oda; bizim çağımızda kimileri için henüz duyulmamış ve de yorumcuyu “kirletti”recek ya da “mükemmel”leştirecek bestecisi tarafından bu dönemde icra edilememiş bir ezgi gittikçe büyür gözümüzde, oda daha da genişler, yorumcu odanın hacmine nazaran daha da küçülür ama kesin bildiğimiz bir şey varsa o da eserin o anki tınısı, ritmi; ulaştığı kulağın bolca kendi döneminden referans oluşturduğu ritmidir. O ritm hızla akıp giderken durup geriye bakma ve bir antoloji oluşturma ihtiyacı hissetmeyen bir dinleyiciye o kadar çok ihtiyaç duyacaktır ki, duyulmayanı, tercih edilmeyeni, sevilmeyeni icra etmek için, ilk defa icra ediliyormuş hissini vermek için bir o kadar çabalayacaktır…
 
Saygı duyulan, gerçeğin lütfunun bu her gün yenisi doğan neo’lara ve de ism’lere aldırmayışıdır. Karman çorman vaziyette bir ölçünün içine tıkıştırılmışlardır. Kimi sadece tüy kalemin mürekkebiyle yazmış, kimi enstrümanın başına geçip dokuna dokuna… Ama sevmeyen, ilgi duymayan da sevsin, dinlesin diye -henüz bazı dinleyicilerin duymamasına rağmen- muazzam tınlarlar.
 
Sevmeyenin sevdikten, dinledikten sonra varılan noktadan arkaya bakıp orijinale yakınlaşacağını ummak feshedilmiş bir anlaşmadan öteye geçemez. Orijinale ulaşmak, kaldığın yerden devam etmekten daha zordur. Odalar gittikçe gürültüyle dolmaya başlayacak, yorumcu artık görünmez olacak, kendini gösterme ihtiyacı hissetmeyecek, enstrüman odadan taşınmış olacaktır.
 
Mumlarla Kral’a hicivli bir sürpriz yapacak bir besteci hangi senfoniyi besteleyecektir?(*)
 
Gürültü Esnasında Yeraltı Kültürü
 
Gürültü arttıkça ihtiyaç duyulan oda, şu ana kadar söylenenlerin aksine daha da küçülme ihtiyacı duyacaktır. Büyük salonların aksine; müziğin doldurduğu odaya salondan daha fazla ihtiyacı vardır ve de fabrikasyon seslerle bir ambiyans oluşturmak çok büyük bir çağı bireyselleştirmek için en uygun aracı sunacaktır dinleyiciye: Gürültü’yü… Artık sevmeyen sevsin, dinlemeyen dinlesin diyen bir sıcakkanlılık, yerini en azı, en az bileni, en az duyulmuş olanı takip edeni içindeki çabayla, hırsla, tüylü kalemle, enstrümanla ve bilgisayarla mükafatlandırarak kullanacaktır. Yolculuk sürüyor…  
 
Artık konçertolar, hicivli senfoniler, sonatlar gürültünün içinde iyice sessizleşmişler, duyulamaz olmuşlardır. Cızırtılar, bomba sesleri; tüm bu apokaliptik sesler, gürültüler eşliğinde, odaların içinde hâlâ bir piyano sonatı aramak boşunadır, ki piyano müziği de bir o kadar sessizleşmiştir; demek ki artık neo’lara ve ism’lere teslim olunmaktadır… Matematiğin notaları yüzlerce sayfaya yayması kadar gürültü de bir o kadar matematik aracılığıyla yüzlerce sayfaya yayılmıştır. Sonatlar geri çekilmemiş, gürültü’nün içinde mahkum olmuşlardır gürültüye, gürültülü olmasına rağmen en az ve özce bilinene…
 
Gürültü’den Sonra Sessizlik
 
Yolculuğun sonunda dinleyiciye bu tarz bir şeyler teklif eden bir krallığın kapısına gelindiğinde, o en az bilinen, en çok rağbet edilenin mührünü taşıyan her türlü içeriğe dair bir empati kurma isteğimiz de mevcuttur. İronik bir şekilde gayet sıradandır ama haksızcadır. Çünkü o krallık çökmemek üzere temellendirilmiş, yine de az ve öz için diri diri gömülmüştür. Bu bağırış bir işbirliğiyle çoğu enstrümanın çıkaramayacağı sesleri teknolojinin katkılarıyla çıkarır. Ses de sessizliğin içinde tekrarlanmaya müsaittir; tıpkı hicivli senfoninin sonundaki karanlık ve sessizlik gibi...   
 
(*) Haydn’ın 45 Numaralı Fa Diyez Minör Senfoni’si; “Veda Senfonisi” olarak da bilinir.
 
  burakbayulgen@gmail.com