KOKUSU ÇIKMIŞ ŞEYLER: Kavramların yer değiştirmesi
Vedat Ozan
Koku duyumuz hakkında çok şey bilmiyoruz. Bu bilgisizliğimizin bir kısmı duyunun çalışma mekanizmalarını henüz tam olarak çözemediğimizden, bir kısmıysa aslen bilgi mevcut olmasına rağmen popüler kültüre, sokaktaki yaşama ve günlük dile eklemlenememiş olmasından kaynaklanıyor. Var olan bilginin yaygınlaşması için ise günlük hayat içinde örneklere ihtiyacımız var. Şeyleri, ancak günlük hayat içinden özdeşleşmeler kurabildiğimiz zaman içselleştirebiliyoruz. Aksi halde amiyane tabirle “bir kulaktan giriyor, öbür kulaktan çıkıyor.”Bildiğimiz, hatta üzerine konuştuğumuz durumlar da var; ancak üzerine konuşuyor olmamız olayın arka planını da biliyor olmamız anlamına gelmiyor. Buna belki gerek de yok zaten. Zira esas olan hayatımızı sürdürebilmemiz. Nasıl sürdürdüğümüz, neyin neyi etkilediği, hangi sebebin hangi sonucu doğurduğunu merak etmek de bu bağlamda bir zorunluluk değilmiş gibi görünüyor. Oysa birileri bu bağlantıları merak etmeli ki eşit olmasa da adil bir toplum yapısına ulaşabilelim.
Toplum dediğimiz şey aslında görünmez bir kısım sosyal kontratların altına gene görünmez kalemlerle imza atmış bireylerin birarada yaşamasından başka bir şey değil. O kontratların oluşturulması aşamasında sonuçlarından etkilenecek bireylerin ne kadar bir geniş katılımı olursa, mutabakat noktaları o kadar çoğalıyor; kontratlar da bir o kadar verimli (ve adil) olabiliyor. Bu böyle olmadığı zaman tam anlamıyla mutabık olmadığımız kontratların çerçevelediği bir hayata mecbur kalıyor; kerhen, çoğu zaman da yaptırımların çekincesiyle uyum göstermeye çalışarak yaşıyoruz. Bunun pratik sonucu olarak adalet de kontratı kaleme alanın insafına kalıyor, eşitlik de.
O halde şu noktaya geliyoruz: Duyularımız veya algılarımızın çalışma prensiplerini bilmek bir opsiyon değil, bilakis bir gereklilik. Gereklilik, çünkü duyusal uyaranlara yönelik algılarımızla beraber davranış biçimleri geliştiriyoruz. Bu davranış biçimleri bireysel olarak hayatımızı derinden etkiliyor. Yanlış kurulmuş bir duygusal denklem, en basit örnekle cüzdanımızın daha çabuk, çoğu kez de gereksiz yere boşalmasına yol açıyor. Bir örnekle açıklamaya çalışacağım, ama önce biraz ukalalık edeceğim müsaadeniz olursa.
Koku duyumuza gelen uyarılar beynimizin bellek ve duygudurum işlemekle sorumlu bölgesinde değerlendiriliyor. Diğer duyulardan farklı olarak kokunun bu beyin bölgesine erişimizi dolaysız ve kesintisiz. Kokulara verdiğimiz tepkiler her zaman duygusal yoğunluğu yüksek tepkiler oluyor. Bu duygusal yoğunluk çoklukla aynı kokuyu ilk duyumsadığımızda zihnimizde o kokuya takmış olduğumuz sanal etiketten kaynaklanıyor. Zihnimizde bir “mutfak kokusu” kavramı mevcutsa, o bellek kaydını yeniden kurgulayacak herhangi bir koku bizde mutfaktaymış duygusunun yoğun olarak oluşmasına yol açıyor. Fiziksel olarak mutfakta bulmuyoruz kendimizi, ama mutfaktaymış gibi bir duygudurum içine giriyoruz ve o duygudurum da zaman içinde genişleyerek mutfağın dışına taşıyor, başka odaları, hatta odalardaki insanları kapsamaya başlıyor.
Bu sanal koku etiketlerinin öncelikli belirleyicisi kişisel geçmişlerimiz olmasına rağmen içinde yaşadığımız toplumun kültürel kodlarını da elbette unutmamak gerekiyor. Bir toplumun kültürel kodlarının en belirgin kokusal yansıması ise o toplumun beslenme kültüründen el alıyor. Ne yiyorsak, ne içiyorsak, hatta ne yemiyorsak ve ne içmiyorsak, hepsinin kabul veya reddedilen kokuları kültürün kokulu sınır çizgilerini oluşturuyor. Bizim evdeki mutfağın kokulu etiketi misal, çaydanlıkta demlenen çayın kokusu olurken, bir Amerikalı için bu elmalı tarçınlı kurabiye kokusu olabiliyor. Bu kokular genel kültürel değerleri oluşturuyorlar ve toplumun büyük bölümünde aynı duygusal tepkiye neden oluyorlar.
Bundan sebep Amerika’da emlakçıların bir kısmı, satılık yeni daireleri müşterilerine gezdirirken içeriye elmalı tarçınlı kurabiye kokusu veriyorlar. Evi dolaşırken bu kokuyu duymalarıyla beraber müstakbel alıcıların zihinlerinde iki kavram yer değiştiriyor: “ev” (house) gidiyor, yerine “yuva” (home) geliyor. Gezilen alan yeni bitmiş bir inşaat veya içi herhangi bir möbleyle dolabilecek dört duvarı çıplak bir mekân olmaktan çıkıyor, belleğin kanmasından aldığı cesaretle yaşanmış/yaşanabilecek sıcak bir ortama dönüşüyor. Bir metamorfoz oluyor ama, dönüşülen şey böcek değil; “home sweet home”.
Bu duygusal değişimle beraber evi gezmekte olan potansiyel müşterilerin “o ev”i satın alma fikrine olan mesafeleri kısalıyor, benzer seçeneklerden daha fazla eğilim göstermeye başlıyorlar. Fiziken orada olmamasına rağmen kokusuyla temsil bulan bir bellek kaydı da böylece cüzdanın içini etkileyebiliyor. vedato@yahoo.com