KOKUSU ÇIKMIŞ ŞEYLER: Limonene


Vedat Ozan
Citrus lemon, yani limon. Güneyde pek çok bölgede, şehir içi veya dışında çok da yüksek olmayan ağaçların dalları arasında görünen, kimine göre iki, kimine göre üç farklı narenciye türünün melezi olarak hayatımıza giren meyve. Köken olarak Asyalı olmasına rağmen günümüzde Akdeniz ülkelerinde çokça tarımı yapılan, hatta neredeyse Akdeniz ülkeleriyle özdeşleşmiş bir meyve. Hem yiyecek hem de içecek malzemesi olarak neredeyse herkesin evinde, mutfak masasında veya buzdolabında illa ki yer alıyor, salataya, çorbaya, pek çok rakı mezesine sıkılıyor, çiğköftenin veya lahmacunun dahi yanında ikram ediliyor. Bu kadar çok kullanım, tabii ki yüksek bir küresel üretim miktarına işaret ediyor; yılda yaklaşık 20 milyon ton.
 
Limonun hayatımızdaki varlığı sadece meyvenin içindeki asidite veya ekşilik değil. Uçucu yağ açısından zengin bir kabuğu var; bir başka deyişle “limonun kokusu aslında kabuğunda.” Zenginlik derken kabuktaki yağın bileşenlerinin çeşitliliğinden değil, veriminin yüksekliğinden bahsediyorum. O kadar verimli ki hatta, uçucu yağı elde etmek için damıtma işlemine bile gerek kalmıyor ve soğuk sıkım uygulanarak kimi bölgelerde yetişen çeşitlerde %4-%5’e kadar öz yağ elde etmek mümkün olabiliyor. Bu da 20-25 kilo limondan bir kilo öz yağ elde edilmesi demek ki, mesela üç bin veya dört bin kilo gül yaprağından ancak bir kilo uçucu yağ elde edilebildiği düşünülürse neredeyse mukayeseyi bile anlamsız hale getirebiliyor.
 
Limon kabuğundaki uçucu yağ bileşenleri çeşitli: limonene, citral, noootkatone v.s. Ancak bunların içinde önde gelen limonene molekülü oluyor. “Önde gelen” dememdeki sebep, yağın yaklaşık %95-%97’sini tek başına limonene’in oluşturmasından kaynaklanıyor. Fark etmişsinizdir, molekülün ismi de “limon” kelimesinden kök alıyor. Limon kokusu dediğimiz toplam kavramın karakteristiğini de zaten citral ile beraber limonene veriyor. Bunlardan sadece birini koklamamız bile limon kokluyormuş izlenimi uyandırabilirken ikisini birden koklamamız izlenimin de ötesine geçerek gerçek duyguya çok yakın bir algı oluşturabiliyor.
 
Limonene’in tek özelliği karakteristik narenciye kokusuna sahip olması değil, zira aynı zamanda yağ çözücü özelliği de var. Özellikle ahşap yüzeylerdeki lekelerin çıkarılması için tarih boyunca pek çok kez kullanılmış limon kabuğu. Sadece ahşap yüzey değil, herhangi bir yağlı ortamı yağdan arındırabilmek için en kolay çözüm limon veya başka bir narenciyenin kabuğuyla ovalamak. Henüz bulaşık ve sair deterjanın ortada olmadığı dönemlerde sıkça başvurulan bu pratik yöntem bugün için çok da önerilmiyor zira kabuğun yağı içindeki limonene ve citral dâhil bileşenlerin pek çoğu alerjen olma riskini barındırıyor. Ancak bu bilgiye sahip olmadığımız yüzlerce yıl boyunca limonun temizlikle bir bağı ve bu bağın da kültürel olarak kalıtılmış belleğimizde zihinsel bir karşılığı var.
 
* * *
 
Bulaşık deterjanlarının seri halde endüstriyel üretimi 20. yüzyıl ortalarına doğru başlıyor. Avrupa’daki ilk örnek ise Teepol adını taşıyor. O zamana kadar sabun rendesi veya erimeye bırakılmış kalıp sabunlarla, en olmadı halk arasında “soda” diye bilinen sodyum karbonatla temizlik işini halletmeye çalışan ev kadınlarına ilaç gibi gelen ve işlerini kolaylaştıran bu deterjan ve onu takip eden yüzlercesi, petrolün yan ürünü olarak üretiliyor. Teepol’ün üreticisi de zaten bir petrol devi olan Shell şirketi.  Deterjanlar içlerinde kullanılan yüzey ajanları aracılığıyla yağı çözüyor, aynı zamanda köpük katmanları oluşturarak temizlik algısını görsel olarak izlenebilir bir etkiyle kuvvetlendiriyorlar.
 
* * *
 
Limon ve kokusuyla temizlik arasında kurulmuş zihinsel bağ bulaşık deterjanlarının büyük çoğunluğunun limon kokusuna sahip olmasıyla endüstriyel bir karşılık buluyor. Deterjanın içinde limonun kendisi veya doğal öz yağı olmasa dahi sadece kokusunun varlığı bizde o deterjanın işlevini daha iyi yerine getireceği, bulaşığı daha iyi yıkayacağı yolunda bir algı oluşturuyor.
 
İyi de, deterjanın içinde limonun kendisi veya öz yağı neden yok? Çünkü deterjan içinde limon veya doğal öz yağını kullanmak üretici için birden fazla nedenle mümkün değil. Öncelikle her ne kadar meyvenin yağ verimi yüksek dediysek de market rafında üç otuz paraya satılacak bir ürün için hâlâ oldukça pahalı bir hammadde. İkincisi doğal yapısındaki limonene gibi bazı malzemenin bugünkü yasal sağlık düzenlemelerine uyum sağlayamaması. Bir diğer sakınca da narenciye öz yağlarının yapıları gereği çabuk okside olmaları, yani kısa sürede bozulmaları ve içine dâhil edildikleri ürünü de işlevsiz hale getirmeleri.
 
Sonuçta karşımıza şöyle bir anlamsız denklem çıkıyor: Limon koktuğu için daha iyi temizleyeceğine inandığımız bir ürünün içinde aslında limon yok ama biz varmış gibi bir bilinçdışı algıya sahip oluyoruz. Bu algının sebebi de ürün içine uyarlanmış ve limon kokusu verecek şekilde kompoze edilmiş bir parfüm. Üretici zaten sözel olarak “Limon var içinde,” demiyor; yani “ayıpsın, valla bizde yalan yok abi!”. Gelin görün ki, “Yok” da demiyor. Yok demediği gibi varlığına inanmamızı sağlayacak kokuyu mutlaka formüle dâhil ediyor. Yetmiyor, etikete illa bir limon imgesi veya rengi koyuyor; bazen de, “limon”u büyük “kokulusu” küçük puntoyla olmak kaydıyla, “limon kokulu” ibaresini ekliyor.
 
İletişim, unutmayalım, sadece sözel ifadelerle sağlanan bir olgu değil. İşitme ve görmenin ötesinde diğer duyularımız da kendi dışımızdaki dünyayla iletişim kurmak için kullandığımız araçlar. Bu bağlamda yalan da bazen söylenmiyor, koklanıyor. vedato@yahoo.com