Palavra palavra palavra


Viktor Pilatan

16 yılda 4 milyar 39 milyon fidanı toprakla buluşturduk. İnanmayan gitsin saysın.

Yaşım 10 falandı. Dedemin yazlığında kuzenimle golf sopalarıyla beyzbol oynamaya çalışıyorduk! (Hemen saydırmayın; Amerikan kültürünün ‘80’lerdeki etkileri başlıklı bir denemede bu konunun ayrıntısına gireriz haliyle.) Bizim yaşlarda bir çocuk geldi. Bize katılmak istedi. “Tabii,” dedik. Sohbet ederken bir sene önce liseler sınavına girmiş olan kuzenim aldığı puandan bahsetti. Ben de birkaç ay evvel sınava girmiştim. Fena da bir puan almamıştım. Onu söyledim. Çocuk da sınava girdiğini ve 90 puan aldığını söyledi ki bu da gayet iyi, hatta ikimizinkinden de iyi bir puandı. Bir süre daha oynamaya devam ettik. Sonra çocuğun babası geldi. Bize yaşımızı sordu. Ben de aynı yaşta olduğumuzu farz ederek “Oğlunuzla yaşıtız,” dedim. Babası “Siz de seneye sınava gireceksiniz o zaman” gibi bir şey dedi. Ve böylece çocuğun henüz sınava girmediğini, 90 puan filan da almadığını öğrenmiş olduk. Çocuğun tepkisini hatırlamıyorum. Sonra belki bir kere daha oynamaya gelmiştir ama yani nasıl güvenelim artık? Sosyal Darwinizm böyle bir şey işte. Saygı görmek, adapte olabilmek için yalan söylemelisiniz. Hikâyeler anlatırken bire bin katmalısınız. Tabii çocuğu da bitirmenin âlemi yok, hepimiz yapmışızdır böyle şeyler.
 
Mesela şunu hiç bilmiyorum. Bir yaşa kadar arkadaşlarla buluşup gezmeyi falan severdim. Ama artık sevmiyorum. Ama hâlâ sevenler var. Bir yerlere çağırdıklarında veya neden onları uzun süredir aramadığımı sorduklarında sürekli bir şeyler uydurmam gerekiyor. Onları sevmediğimden değil. Ama Dünya Kupası yarı finalini de seninle çene çalmak için kaçıracak değilim. Zaten 4 sene beklemişiz. “Hastayım” çokça kullanılabilir. Ama bir yerden sonra insanlar bağışıklık sisteminizle ilgili bir sorun olduğunu düşünmeye başlayıp o konuda yardımcı olmaya çalışıyorlar ki tahtaya vurayım klima ve ilaç kullanmadığım için çok ender hastalanırım. Düğünlere gitmekten de hiiiç hoşlanmam ama gitmek zorundasınızdır veya esaslı bahaneler gerekir. Ailenizden birine hastalık uydurmak? Yoo bu çok fazla, içiniz rahat etmez. “Usta gelecek, tesisatçı gelecek...” Bu güzel bak. Ama sonunda öyle bir zaman gelecek ki umursamayacak kadar yaşlı olacağım. “Abi hiç seni görmek istemiyorum şu an; fazla depresif veya pozitif olacaksın dengemi bozacaksın; merak da etmiyorum.” Çok uzun süredir o kadar yaşlı olmayı bekliyorum. O zaman istediğin kadar dürüst olabilirsin. Belli bir yaşın üzerindeki insanların patavatsızlığı vardır ya. Dünyanın en güzel şeyi. Seni görür görmez “Aa ne çook kilo almışsın”, “Sen hâlâ evlenmedin mi?” diye başlarlar. Suratı buruşmuş, kaplumbağa hızıyla yürüyen insan bana posta koyuyor. Biz de aynı rahatlıkta davransak olmaz ama di mi? “Oha amma yaşlanmışsın”, “80 oldun mu sen?”, “Kocan yaşıyor mu hâlâ?”, “Yakında öleceğini bilmek nasıl bir his?”Mesela çok yaptığım bir şey daha. Biri bir filmden bahsediyor. Ve ben o filmi seyretmeyi reddetmişim o zamana kadar ve bunun da birçok nedeni var. Başroldekini sevmeme, yönetmenini sevmeme, konuyu sevmeme ya da o filmi çok kişinin sevmesi gibi. Ama bu insan filmi çok sevdiği için bana anlatmak için kıvranıyor. Ben de “Evet izledim çok iyiydi,” deyip konuyu kapatmaya çalışıyorum.
 
Bir de birbirinden habersiz iki ailesi olan adamlara çok gülerim. Ulan millet biriyle başa çıkamıyor. Sanki gizlice başını derde sokmuş; hınzır hınzır gülüyor di mi adam? “Hahha birbirinden habersiz iki çocuğumun da okul masrafını karşılamak zorundayım.” Ne vakit yeter ne kafa. Ama bir yalanı sürdürmeye çalışmanın keyif verici bir adrenalin hissi verdiği de doğrudur.
 
Ambrose Bierce, Şeytanın Sözlüğü’nde yalan maddesinde “Olguların genel hatlarının elden geçirilip eğreti bir şekilde uydurulduğu hakikat,” demiş. Jon Bon Jovi ise “Beni sevmiyorsan bile yalan söyle; inandığım tek şey sensin,” demiş. Ne tatlı çocuk! Ulan zaten kadın senle muhatap olmamak için “Sevmiyorum,” diyor. Niye üstüne bir de sen kendini iyi hisset diye yalan söylesin ki? Bir de “finansal zorluk yaşıyoruz diye arıza çıkarma bebeğim” konulu şarkıda diyor bunu.
 
Herkesin çok da gurur duymadığı alışkanlıkları vardır. Sosyal medyada kendimizi güzel açılardan çekilmiş fotolarla sunuyoruz. Ama hayatımızın büyük çoğunluğu pijamalarla dizi izleyerek geçiyor olmalı. Hiç “Yok, mok,” demeyin. Mesela sosyal medyadaki fotoların kontrolü bizde olmasa ya. Haftada bir önceden bilmediğiniz bir anda çekilen bir foto konacak olsa. Panik halinde sürekli cool gözükmeye çalışırdık. Ama bir yerden sonra da pes ederdik. Ve herkesin gerçekte nasıl göründüğü ortaya çıkardı. Yalan söylemek aslında bir spor olduğu için de belki daha iyi görünebilirsiniz uzun vadede. Yalana verdiğimiz tepkilere bakın. “Sıkış yapma”, “sallama”, “ufak at civcivler yesin”, “bir tarafından uydurma” vs. Hep fiziksel aktivite.
 
Seinfeld’in bir bölümünde Jerry bir polisle çıkmaktadır. Utandığından dönemin ünlü dizisi Melrose Place’i izlediğini söyleyemez. Oysa ki hiçbir bölümünü kaçırmamaktadır. Kadın buna inanmaz ve onu yalan makinesine bağlamayı teklif eder. Jerry makineyi aldatmak için işin uzmanı George’tan yardım ister. George’un sadece küçük bir tavsiyesi vardır: “Sen inanıyorsan yalan değildir.”
 
Son olarak sizi şu link’e davet etmek isterim: https://www.takvim.com.tr/index/emekli. Ya da “her gün” gazetecide sürmanşetine bakabilirsiniz. Çünkü bu gerçekten oluyor. kendihayat@gmail.com