TABİAT


Nazlı Kalkan
“Yüzünü günahlarımdan çevir. Ve bütün kötülüklerimi sil, bana saf bir kalp yarat. Ah, Tanrım, içimdeki sağ ruhu yenile.” (*)
 
Tuhaf…
 
Tuhaf olan nedir?
 
Şeytan dahi böylesi bir duaya karşı çıkamaz. En azından alenen karşı çıkmaz. Zira karanlık ışığın altında duramayacağı için gizlenmelidir. Hakikat ışığın altında saf ve temiz bir rüya iken; yalan kirli bir hastalık gibi karşımızda duruyor. Karanlık kalabalıkla ayyukta baş başa bırakıldığında mahallenin baskısına dayanamayıp gizlenmek durumunda kalıyor. O halde yalan ışığın olduğu yerde karanlığın örtündüğü bir örtüden başkası olamaz. İnsanı düşünün mesela; içindeki öldürücü hissiyata uygun bir infial anı bulunmadıkça nefretini örtmek ve erdemliymiş gibi görünmek zorunda kalır. Yalanın kendisi karanlık olsa da bütün karanlıkları gizleyen bir panzehir; hastalıklara karşı hızlı ve hileli bir iyileştirici olur. Demek ki karanlığın da; hatta alacakaranlığın da bazen daha fazla karanlığa ihtiyacı vardır.
 
Efendim, şimdi birazcık kafam karıştı. Eserinizde “ışık” derken hakikat; “karanlık” derken hakikat olmayan yani yalana mı gönderme yaptınız?
 
Bittabi, eserimin ismi bu yüzden “Hadi Karanlık Işığa Boğ Beni” şeklinde zaten.
 
Evet, radyosunu henüz açmakta olan kıymetli dinleyicilerimiz için tekrar edelim. Ünlü Muharrir ve Ruhiyatçı Vüs’at A. Hanifigil’le beraberiz ve Yalan ve Hakikat üzerine yazdığı yeni kitabı “Hadi Karanlık Işığa Boğ Beni” adlı eserini tartışıyoruz. Efendim eserinizde bahsettiğiniz üzere İlm-i Ruhani’de bir de yalan türleri var değil mi?
 
E, doğrudur efendim. Uzun yıllar süren araştırmalarım sonucunda tam üç tür insan tabiatı ve üç tür yalan biçimi olduğuna kanaat getirdim. Mesela aslen aslan tabiatında olan fakat kükremek yerine miyavlamayı tercih eden bazı kimseler vardır. Bu gibi kimseler yaptıkları her şeyin gizli kalmasını isterler. Dahası icraatları ayyuka çıkmak zorunda kaldığında ise sahip olduğu her ne ise onu un ufak göstermek isterler. Zira bu kimselerin hayatları boyunca sahip olduğu her şey çekirdekten itibaren -ebeveynleri de dahil olmak üzere- etraflarındaki herkes tarafından kapışılmak suretiyle gasp edilmiştir. Yıllar içinde sahip oldukları şeyin yeniden ellerinden alınacağından endişe ettiklerinden; kendilerine ait her şeyi gizlemek üzere hiçbir şeyleri olmadığına dair yalanlar söylerler.
 
İlginç, ikinci çeşit insan nasıldır hocam?
 
İkinci çeşit insan ise fare tabiatlıdır. Lakin fareliğini kükremesi ile gizlemeyi başarır. Bunlar da bahsini yaptığımız birinci türün tam zıddı olmasa da, zıddı gibi bir şeydir. Sahip olduğu her şeyi abartır da abartır. Yalan söylemediğini düşünür ancak en azılı riyakârlar bunlardır. Efendim çocuğu şöyle güzel resim yaparmış da; komşularının hepsi ona hayranmış da… Aman efendim kendisine bir bisiklet alır; sanırsınız ki tren almış anlatır da anlatır. Bir film izler, filmi o kendisi izledi ya; o film dünyanın en güzel filmi olur. Ne ufuklar açar insanoğlunun üzerinde. İzlemeyenler hayati bir ders kaçırdıkları için bedbaht olmalıdır. Bu fare tabiatlı insanların alıcısı da pek çok olur ne yazık ki… Ol sebepten asli tabiatlarında birer fare oldukları pek anlaşılmaz. Anlaşılsa dahi, iş işten çoktan geçmiş olur. Tuzağına düşen saf kimseler onun yalanlar ağının pençesinde kıvranmaktan biçare bir halde ondan nasıl kurtulacağı ile onu nasıl yok edebileceği arasında salınır gider.
 
Çok enteresan hocam, üçüncü çeşit kim acaba gergedan mı? Ha ha ha… Tabi ki latife yapıyorum hocam. Vaktimiz azaldı da bir toparlayalım.
 
Efendim üçüncü çeşit insan tabiatıyla bir kedidir. Lakin başının en büyük belası olan korkusu yüzünden her amelinden geri kalır. Öyle ki; kendi kediliğini yapamaz hale gelir. Halbuki; yanında sus pus olup sindiği fareden kat be kat daha güçlüdür. Dahası onu bir tek hamlesinde yutabilecek güçtedir. Lakin ne acıdır ki bu fare tabiatlı insanla biraraya geldiğinde onun yalancı kükremesine aldanır, her defasında uçmak sureti ile oradan yok olmaktadır. Hakikatte aslan tabiatlı olan kimse ise muhabbeti zaten en başından terk etmiş olur. Ne farenin kükremesiyle uğraşmaya niyeti vardır ne de kediye kendi hakikatini göstermeye meyli... Neredeyse kendi fiziki benliğini yok etmiş bu aslan tabiatlı kimseler ruhani açıdan tamamen görünmez olmayı başarmışlardır. Böylece meydanda en çok gürültü çıkartan fare kalır. İşte bundan mütevellit meydanda kalabilmek için ya fare tabiatlı olmak gerekir yahut aslan ve kedi tabiatına bürünerek ruhen veya fiziken meydan terkedilir. Tabii burada teşbihte hata olmaz esasında aslanları ve kedileri yüceltip fareleri yermek istemiyoruz. İlm-i Ruhani’de böyle benzetmeler kullanılır o yüzden…
 
A tabii ki hocam, hiç yanlış anlaşılmaz. Ağzınıza sağlık, teşekkür ederiz hocam. Ee.. vaktimizi de doldurmuşuz. Evet Sevgili Dostlar, radyolarını henüz açan dinleyicilerimiz için tekrar edelim. Kıymetli Ruhiyatçı ve Muharrir Vüs’at A. Hanifigil ile beraber, “Hadi Karanlık Işığa Boğ Beni” adlı eserinden, hakikatten, yalanlardan, aslanlar, fareler ve kedilerden konuştuk. Reklamlardan sonra da buradayız efendim, Saffet Metin Yazı ile birlikte olacak, mükemmel eş olmanın ipuçları, zengin olmak için planlar ve başarıya giden yolda bir adım öne geçmek için ne yapmamız gerektiğini öğreneceğiz.

(*) Miserere mei Deus, Gregerio Allegri.

nazlikalkan8@gmail.com