Şöyle bir nefes, bir keyif alalım: Tolga Karaçelik Söyleşisi


Söyleşi: Utkan Çınar

3 yıl evvel 2. uzun metrajı Sarmaşık üzerine kendisiyle konuştuğumuzda “Sundance’te gösterim şansı bulan” diye yazmıştık girizgâha. Bu kez yeni filmi Kelebekler için “Sundance’te ödül kazanan” yazabiliyoruz. İlk iki filmi Gişe Memuru ve Sarmaşık’tan farklı bir iş var karşımızda. Bartu Küçükçağlayan, Tolga Tekin ve Tuğçe Altuğ’un başrollerinde olduğu yapım; komedi ağırlıklı, yerli-yabancı aile ve yol filmlerinden aşina olduğumuz keyifli bir havaya sahip. Ama draması da sağlam ve bu git-gelin üstesinden gayet güçlü diyaloglarla özgün bir şekilde geliyor. İlk röportajımız mail üzerinden olabilmişti, bu kez yüz yüze görüştük. Sundance, devlet yardımı gibi halihazırda yeterince konuşulan konulara girmeden sohbet ettik Tolga Karaçelik’le. Buyurun aşağıya.

Güzel ilgi gören Sarmaşık sonrası süreçle başlayalım. Sıradaki her zaman Kelebekler miydi?
Aslında Gişe Memuru’ndan sonra Sarmaşık ile beraber yazmaya başladım Kelebekler’i. Genelde öyle yazıyorum. Şimdi de iki tane yazıyorum mesela. İlk yazmaya başladığımda aklımda iki kardeş vardı: Cemal ve Kenan. Amcamı kaybettikten sonra bir terapi süreci olarak başlamıştı bu film. Yazdıktan sonra o tarafım tatmin oldu. Ve açıkçası çekmek zorunda hissetmedim kendimi. Yaşadığım dönemle de alakalı olarak Sarmaşık öne geçti. Ondan sonra da içimden gelmedi 4-5 adamlı film çekmek (gülüyor). Sonra Suzan karakteri çıktı ortaya. Film tekrardan başka bir anlam kazandı benim için. Bu travmalardan sonra bu 3 kardeşin hikâyesine odaklandım.
 
Gişe Memuru çok ön planda olan tek bir karakter üzerinden yürüyordu. Sarmaşık’ta ise her karakterin ağırlığı birbirine yakın düzeydeydi, ortadan kaybolanların bile. Burada ise daha farklı bir karakter tanımlaması olduğunu söyleyebilir miyiz? 3 tane yakından ilişki kurduğumuz karakter var. 3 filmde de tırnak için farklı bir başrol tanımlaması var. Her filmde farklı bir şeyler deneme gibi bir isteğiniz var mıydı? Bir de sizin kardeşiniz var mı?
Benim için bir kardeşlik-aile filminden çok inanç üzerine bir film bu. Filmin ana konusu inanç olduğu için tek bir karakterin öne çıkmadığını düşünüyorum. Kardeş olmaya, aile olmaya, hatırlamaya, onların gerçekten istedikleri için yanında olduklarına, babanın seni sevmediğine, Allah’ın varlığına veya yokluğuna inanç. Tabii bir de topu taca atanlar. Filmin ana konusu bu olduğu için ilişkilere ve eşit güçteki insanlara ihtiyaç vardı. Üçgen de bunu koymak için rahat bir denklem. “Üçüncü kişi olduğu zaman sen çift olursun” gibi bir durum da var. Dolayısıyla bu 3 kardeşi yaratmak çok zor değildi. Başka türlü de olamazdı diye düşünüyorum. Dört de, iki de farklı bir ritim çünkü. Teknik açıdan sorarsanız artıları da eksileri de var. Karakterlerin karikatürize kalması ve onlarla az zaman geçirmekle ilgili bir tehlike var. Konuşma biçimlerine baktığımızda aynı aileden gelmenin getirdiği bir benzerliğin yanısıra onları ayrıştırıcı özelliklerinin de olması lazım. Tabii filmin hafif kendiyle dalga geçer tonu da etrafından dolaşmadan yaratmak istediğim gibi yapmama olanak sağladı. Kız kardeşim var ama Cemal de, Kenan da, Suzan da ayrı karakterler ve üçünün de benimle çok fazla alakası yok. Ama üçünün de mesela şu anda ne yaptığını çok kolay tahmin edebiliyorum.
 
Güzel de bir noktaya geldik. Filmi izledikten sonra bunun ikincisi de çekilebilir diye düşündüm hemen.
Çok ilginç. Benim hiç aklımda yoktu ama o kadar çok insandan duydum ki bunu. Şimdi ne yapıyorlardır diye soruyor insanlar.
 
Film çok kısa olmamasına rağmen ağırlıklı olarak yolculuğa dayandığı için belki hepsiyle teker teker yeterince vakit geçiremediğimiz için bunu hissediyoruz.
Belki de. Niye görüşmediler? Aile odur ya bir yandan da, konuşulmayandır.İlk iki filminize göre komedinin oldukça ağırlığının olduğunu görüyoruz. Hatta yer yer kendi başına stand-up’vari şakalar da var. Bunların yazımı nasıl oldu?
Aslında eklektik değiller. Not aldığım oldu tabii ama o sahnelerle ilgili olduklarını düşünüyorum. Filmin uzun sürece yayılması değişik bir yapıya evrilmesini sağladı. Tavukların durumu, astronot ve imam hikâyesi en baştan beri vardı. One-liner denenden çok inşa edilen espriler. Fragmanı keserken fark ettim bunu. “Nereyi keseceğiz?” diye (gülüyor). Gişe Memuru ve Sarmaşık’tan sonra gördüm ki ben seyirciye istediğim bir ruh halini hissettirebiliyorum. Burada “İyi hissetireyim o zaman ya,” diye düşündüm. Benim yapmak istediğim iki üç Pazar’da bir koyup belki bir iki sahnesini, belki ortasından başlayıp devam edip izleyeceğin bir filmdi. İnsanlar da sonunda iyi hissetsinler istiyordum.
 
Benim de gelmek istediğim bir noktaydı. Filmin bahsettiğiniz pozitifliği de dikkat çekiyor. Aslında travmatik bir durum var ortada. Ağlama da var öfke de ama hep sonunda silkinip sakin, pozitif bir havaya bürünebiliyor. Yapmak istediğiniz de buydu sanırım.
Bir de eninde sonunda aile durumu da var. Ne yapacaksın ki? Karakterlerin de biraz nahif olmasını istedim. Hepsi o kadar benciller ki ve bu da o kadar aymaz şekilde ortada. Farkında bile değiller. 6 yaşında gibiler, büyüyememişler. Bir tanesi hatırlamadığı bir şeyi unutmamaya çalışıyor, hepsi gelmişler sahip olmadıkları bir şeyi gömmeye çalışıyorlar. Benim karakterimle de alakası var. Ben de bazen kendimi geri zekâlı bir şekilde optimist hissediyorum (gülüyor). Şu aralar biraz da “görürsem, anlarsam deliririm” gibi bir ortamda yaşamamızın da etkisi var sanırım. Şöyle bir nefes, bir keyif alalım istedim.
 
Bir önceki röportajımızda diyaloglardan bahsederken doğaçlama sevmediğinizi söylemiştiniz. Kelebekler’de özellikle yol kısmında daha spontan, rahat bir hava hissettim. Bu filmde kendiliğinden gerçekleşen anlar oldu mu?
Özellikle araba sahnelerinde her şey planlanmıştı. Burada o 3 kişinin oturup konuştuğu 10 dakikalık sahneler var. “3-4 dakikayı geçme,” derler aslında ama o kadar sevdiğim bir ritmi ve matematiği var ki (trenin yol almasını taklit ediyor). İşte 3 tane prova yapmayı çok seven oyuncuyla çalışmanın getirdiği bir lüks. Araba sahnesi sanırım 8 dakika falan. Altyazı okuyanı zorlayacak sahneler. Ben bunun ritmini seviyorum, takıntılı olduğum şey ritim. Ama doğrudur bunda doğaçlama daha fazla var. Pavyon sahnesinde Kenan ile Cemal’in atıştığı sahne ve gene Bartu’yla Tolga’nın otel odasının önündeki balkondaki sahne var. Çok gülüyorum ona. Bartu, Tolga ve Tuğçe’yi daha özgür bıraktığım yerler oldu.
 
Gene geçen sefer de konuştuğumuz küfürlere gelmek istiyorum. Ağzı da bozuk bir film. Onları da teker teker yazıyor musunuz?
Evet yazıyorum. Bir tek kadının nasıl küfür etmesi gerektiği üzerine biraz düşündüm. Başak diye bir arkadaşımla da konuşmuştum. Çünkü o da s.kmesin artık.Filmde ilgimi çeken durumlardan biri de belli bir kuşakla, benim kuşağımla, bir iletişim kurmasıydı. Nostaljik ruh hali de bu aralar çok yaygın. Müzikler öncelikle. Mesela arabada Yeni Türkü dinleniyor olması bana da çok tanıdık gelen bir hal.
Bu çok mutlu eden bir laf. Filmi yazarken ben Potuk Yaylası’na çıktım. Son 10 gün orada kapandım. Orada 9 Eylül Üniversitesi’nde senaryo okuyan bir arkadaş da vardı. Verdim “Al, oku,” diye. “Abi sen bizim kuşağımızın ozanısın,” dedi. Diğerlerinin de nasıl MFÖ’sü, Yaşar Kemal’i varsa. Bartu da söyledi bunu. “İlk defa bir arkadaşımın filminde oynuyor gibi hissetim,” diye.
 
Gişe Memuru ve Sarmaşık’da biraz zamandışılık vardı. Kelebekler daha spesifik.
O kasten yaptığım bir şey. Gişe Memuru’nu o yüzden 16mm çektim. Öyle grenli gözüksün diye. Toz kalkmış gibi olsun. O yüzden arkada beta kaset de vardır, CD de vardır. Biz de o aradayızdır. Kelebekler’de ‘90’ların neşesi de var. “Çok da şeyetmemek lazım” neslinin. Kurt Cobain bizi çok kötü mahvetti galiba. Biz zeki ve akıllıca olan şeyin karanlık ve pesimist olması gerektiğini düşünüyoruz. Alttan gelen ’90 neslinin çalışmak ve emek vermek ile sorunları var ama pozitif, eğlenmeye yönelik temiz de bir kafaları var. Onlardan da öğrendiklerim var.
 
Filmlerinizde sürreal öğeler kullanmayı sevdiğinizi konuşmuştuk. Hakikaten tavuk barut yerse patlar mıymış?
Çok ikna edici değil mi? Kimse emin olamıyor. Bence yüzde yüz olur. Filmin başına, çok Murat Menteş kitabı başlangıcı gibi olacaktı, “Bu filmdeki tüm olaylar hayalidir bundan mütevellit gerçektir,” diye yazacaktım, yazmadım.
 
Son konuştuğumuzda dizi muhabbeti de yapmıştık. Fırsat olursa yapmak istediğinizi söylemiştiniz. O zamandan beri ülkede Netflix-vari kanallar çıktı ve Batı’daki formatta (1 saat 10 bölüm gibi) işler çıkmaya başladı. Bunun doğrultusunda yeni proje düşünceleri var mı? Hatta Murat Menteş’in Korkma Ben Varım’ını dizi yapmayı düşündüğünüzü de söylemiştiniz. O konuda bir gelişme var mı?
Aslında denedik uğraştık ama o sıralar hakları başkasındaydı. Belki de geri gitmiştir. Belki bu yaz Bartu ile bir şeyler yapacağız onun yazdığı. Curb Your Enthusiasm tadında 30 dakikalık bir komedi dizisi. Bartu Ben diye. Onun üzerinde çalışıyoruz. Ben de 3 tane ayrı proje yazıyorum. Dizi formatında hikâye anlatma fikri oldukça çekici geliyor. Televizyon yadsınamaz. Çok iyi anlıyorum veya anlamıyorum diyemem ama 50 dakika mantıklı geliyor. İzliyoruz da zaten.
 
Sarmaşık’ta Gökhan Tiryaki ile çalışmıştınız sinematograf olarak. Bu filmde de Andaç Şahan ile çalıştınız. Bu seçim nasıl gerçekleşti?
Andaç, Gişe Memuru’nda kamera asistanlığı yapıyordu. Giriş sekansını da onun çekmesini istemiştim. Ve ileride onunla çalışacağımı söylemiştim. İlkler var bu filmde. Andaç’ın ilk görüntü yönetmenliği, Tuğçe’nin ilk uzun metrajı, Gülçin’in ilk deneyimi, sanat yönetmenlerimizin ilk sinema filmi. Çok ilkler var. Andaç da benim çeteden birisidir. Bunda onun iyi bir iş çıkaracağını düşünüyordum. Ben de çok memnunum.
 
Garip bir şekilde Hangover serisini hatırlattı bana.
Yol ve saçmalığa maruz kalma.
 
Şölen (Festen) gibi kara komedi diyebileceğimiz aile filmlerini de.
Filmin matematiğinin garip bir durumu var. Bahsettiğiniz gibi komedi ve dramı beraber koymaya çalışan filmlerde sınırlar daha belli olabiliyor bazen. Kusturica mesela. Sarhoş Balkan komedisiyle başlıyor ve “yıkılmadık ayaktayız” diye devam ediyor. Bu filmde bir komedi bütünlüğü olduğunu düşünmüyorum. Janr olarak yol filmi, sorunlu aile filmi, kardeş draması veya absürt komedi, kara komedi ya da grotesk komedi… Bir yandan da melodrama kadar da varabiliyor on dakikalık tiratlarla. Ve bunlar arka arkaya geliyor. Bazen aynı kadrajda da yaşanabiliyor bunlar. Böyle yapıldığını çok görmedim açıkçası. Filmi birarada tutmak çok zordu. Yüzde yüz kontrollü olmamı gerektiriyordu. Bir tık fazla olduğu zaman çok rahat genel gişe komedisine, dramada bir tık fazlası “otur ağla”ya dönüşebilirdi. Ama bu ahlaklı olmazdı. Oyuncular da başta zorlandı senaryoyu aldıklarında. Belli bir tonda okurken farklı bir yere gidebilirdi.Kısa rollerde Ercan Kesal, Ezgi Mola ve Serdar Keskin gibi isimler var. Onların yer alması nasıl gerçekleşti?
Bu insanlar can olduğu için. Ezgi çok sevdiğim ve çalışmak istediğim bir oyuncu. Çağırdım, atladı geldi. Bartu ile çok iyi ikili oldular. 2. filmde başrolde o olabilir mesela. Ercan abi de “Tabii Tolgacım,” dedi, geldi. Güzel insanlar.
 
Sevdiğimiz yönetmenlerden Emin Alper’i de gördük kısa da olsa. Onun yeni filmini de bekliyoruz. Sizden bir haber alabilir miyiz acaba?
Şans verilirse başarılı olacak. Emin’i çağırayım da mahvedeyim sette istedim. Tekrar, tekrar alayım (gülüyor). Çok da iyi oynadı. Bayağı da yakışıyor. Yeni filmini çekti. Kar bekliyordu, birkaç sahnesi kalmıştı; onları da çekti. Hep telefonla konuşuyorduk zaten. “FX’e mi girelim?” diye beraber endişelendiğimiz dönemler oldu. Ama ses tonu keyifli geliyordu. “Ben Sundance’i aldım olay sana patladı,” diyorum.
 
Yeri gelmişken Sundance’ten de bahsedelim. İlk röportaja “Sundance’te gösterim şansı bulan” diye başlamıştık. Bu kez “ödül alan” yazacağız. Bahsetmek istediğiniz bir anekdot var mıdır? Yurtdışı gösterimi olacak mı?
Orası çok keyifli bir yer. Gişe Memuru’nu, Sarmaşık’ı izlemiş kişiler de çıkıyor. “Sarmaşık’ı izleyip de geldik,” diyorlardı. Bir takip edilme durumu var orada. Güzel bir his. Bir de Karlovy Vary; bunlar benim için özel festivaller. Seyirci de güzel kabullendi. Avrupa’da Baltık ve İskandinav ülkelerinde gösterimi olacağını biliyoruz.
 
Chelsea taraftarlığınız var mı? Jimmy Floyd Hasselbaink’i unutmuşum ben de.
Yok. Futbolu çok severim. Hasselbaink ile Zola. O espriye kimse gülmüyor benden başka. Efsane isimler. Bu arada filmi çekerken hatta sahneyi çekmeden bir gece önce, alakasız, Lig TV’de Hasselbaink çıktı. Setteyiz, Galatasaray maçına gitmiş onun haberi var. Bir anda Hasselbaink oldu ortalık. Bir de Championship Manager oynayan her adam bilir, Crewe’den Danny Murphy, Neil Lennon… (gülüyor) khgv@hotmail.com