RESMEN YALAN
Tayfun Polat
Bütün imparatorlukların resmi tarihi hükümdar ailenin buyurduğu gibi yazılmıştır. Bütün ulusların resmi tarihi de kurucu egemen ideolojileri tarafından yazılmıştır. Yani bizimki Kemalist bürokratlar (ki çoğunun geldiği yer İttihat ve Terakki ya da Türk milliyetçiliğidir) ve Osmanlı Sarayı’na hizmet eden vakanüvistler tarafından yazıldı. Buraya kadar olan kısmı tabii ki biliyorsunuz. Ama mevzu bu değil zaten, bunun böyle olduğunu bile bile inanmak.İşbu yazıda iki örnekle resmi tarihimize bakacağız. Çünkü bildiğim bazı şeyleri paylaşmak istiyorum. İki örnekten biri Osmanlı İmparatorluğu’nun, diğeri Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük başarıları.
Bildiğim bazı şeyler 1
Sevgili kardeşim Cesur Köprülü’nün Fatih Sultan Mehmet döneminde geçen harika bir polisiye hikâyesi vardı. “Beraber yazalım,” diye önerdi. Sarıkamış’ta geceler boyunca hikâyeyi kurguladık. Yetmezdi, okuduk. Çok okuduk. 1999 ya da 2000 yılının başlarına kadar Fatih Sultan Mehmet ve dönemi üzerine yazılmış ve Türkçeye çevrilmiş her şeyi okudum. Sadece tarih ve araştırma kitapları da değil, makaleler, romanlar, öyküler. Aradan geçen zamanda yenileri yazılmış olsa da “yeni” bir bilgi çıktığını düşünmüyorum, malûm tarih belgelere dayanarak yazılıyor. Kitabı (romanı?) bir türlü yazamadık. Ama özellikle Fatih, İstanbul’un Fethi ve dönemin İstanbul’uyla ilgili gereğinden fazla bilgi sahibi oldum.
Şimdi gelelim bir çağı bitirip bir yenisini başlatan bu fetihin gerçeklerine. İstanbul’un Fethi, 1 ay, 3 hafta, 2 gün süren bir kuşatmanın ardından gerçekleşti. Ancak bu süre içerisinde Osmanlı ordusu şehrin 3 kademeli surlarının bazı bölümlerinde kısmi gedikler açabilmişti. Detaylarına boğmadan kısaca anlatmak gerekirse, Papalık’ın mezhepleri birleştirme şartıyla Konstantinapolis’e destek göndermesi Rumların arasında ciddi bir bölünmeye sebep olmuştu. “Şehirde Latin (Katolik) külahı görmektense Türk sarığını yeğlerim,” diyen Grandük Natoras ve Ortodoks muhalif papazı Gennadius’un başını çektiği işbirlikçiler şehri teslim etmek için Osmanlı kurmaylarıyla temas halindeydi. Son taaruzdan bir gün önce şehir savunmasını yöneten Cenevizli (Katolik) kumandan Giustinianus’un Rum işbirlikçiler tarafından yaralanarak şehri terk etmesi, İstanbul alındıktan sonra Fatih’i Natoras’ın karşılaması ve padişahın evini korumak üzere birlik yollaması ve Gennadius’u şehre getirerek Patrikhane’nin başına geçirmesi tarihi belgelerde yazılı. Şunlar da yazılı, 29 Mayıs sabahı Edirnekapı yakınlarındaki bazı kaynaklarda Kerkoporta, bazı kaynaklarda da Iustinios isimli (aslında aynı) kapı açılıyor ve yeniçeriler ilk olarak bu kapıdan şehre giriyorlar. Surlara çekilen bir sancak ile halk “Şehir düştü” galeyanına geliyor. Sonrası Ayasofya’ya kadar kortej. Halkın sevgi gösterileri vs. Sadece sarayın ele geçirilmesi sırasında çatışma yaşanıyor ve Konstantin ölü ele geçiriliyor. Çünkü işbirlikçiler de, halk da Osmanlı’nın Kuran-ı Kerim’in buyurduğu gibi teslim olan şehirlerde dini özgürlükler getirdiğini ve vergilendirme haricinde şehir yaşamına karışmadığını biliyor. Oysa kılıç zoruyla alınmış şehirlerde yağma da kılıçtan geçirme de helal. Halk niye savaş istesin?
Tabii bir konuya daha açıklık getirmek isterim. O zamanın yeniçeri kayıtlarına göre Ulubatlı Hasan diye biri yok. Zaten burçlara sancak çeken yeniçeriler de taş, top, ateş, ok yağmuru altında değiller. Yine dönemin kayıtlarında surlara sancak çeken kişi Balaban Bey olarak geçiyor. Ama destan yazmak hayal gücü gerektirir.
Bildiğim Bazı Şeyler 2
Bu kısım mecmuanın “kahramanlık” dosya konulu Ekim 2015 sayısında Hilmi Tezgör’ün Kemal Tahir’in Yorgun Savaşçı romanı üzerine “Yorgun ama Savaşçı” başlıklı yazıyı yazmasıyla başlayan ilgim sonucu yaptığım okumalarla ilgili. İlk önce lise yıllarından beri kitaplıklarımda durup duran kitabı okudum ve hayretlere düştüm. Tamam, roman bir kurgu. Ama tüm tarihsel romanlar gibi gerçek olayların kurgu ile birleştirildiğini düşünmeliyiz. İçeriği itibariyle Türk romanının da en tartışmalı olanlarının başında geliyor. Ayrıca 12 Eylül darbesi sonrası orijinal kaydı ve tüm kopyaları yakılmış bir filmi de var. Romanda anlatılan özetle Yunan işgali başladığında halkın savaş istemediği, Kuva-yi Milliye hareketinin kurulmaya başlandığı dönemde yalnızca saray ve İşgal Güçleri değil, halka da rağmen örgütlenmeye çalıştığı. Romanda Kuvvacılar gittikleri kasabalarda taşlanıyor, Yunan Kuvvetleri Manisa’ya kadar tek bir direnişle karşılaşmıyor, hatta geçtikleri yerlerde halkın büyük coşkusuyla karşılanıyorlar. Bizim bildiğimiz hikâyeye taban tabana zıt anlatımlar bunlar.Ben de oturdum araştırdım. İzmir’de Hasan Tahsin’in ilk kurşunu atmasıyla küçük bir direniş oluyor. Kuva-yi Milliye’nin gerilla harekâtlarıyla Ödemiş’te yaşanan çatışmalar “İlk Kurşun Savaşı” olarak geçiyor. Ayvalık, Balıkesir, Soma, Aydın, Nazilli, Bergama’da halk Yunanlılara karşı koymaya başlıyor (Bu kısımlar Yorgun Savaşçı’da anlatılanlara da uygun). Ama hangi şehirde, kasabada tam olarak neler yaşandığına dair resmi kayıtlar yok. Fakat şu var, resmi rakamlara göre Kurtuluş Savaşı’nda toplam 9167 şehit, 31173 yaralı gözüküyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun Mondros Ateşkes Anlaşması sonrasında askerliğin kaldırıldığını ilan etmesinin de etkisiyle Anadolu’nun dört bir tarafında direniş örgütlemeye çalışan Kuva-yi Milliye hareketinin en büyük sorunu asker kaçakları. Bir taraftan da kesintisiz savaşlarla süren on yılların ardından bir de Dünya Savaşı atlatmış ve erkek nüfusunun büyük kısmı ya savaşta helak olmuş ya da sakat kalmış bir halktan bahsediyoruz. T.B.M.M. 11 Eylül 1920’de İstiklal Mahkemeleri’nin kurulmasına karar veriyor. Mahkemelerin kuruluş amacı ayaklanma çıkaranları ve yağmaya girişenleri, bozguncuları, orduya ait silah ve mühimmat çalanları, casus ve köstebekleri, asker kaçaklarını ve milli mücadeleyi engelleme amacıyla propaganda yapanları yargılamak. Asker kaçaklarının sayısı konusunda her kafadan bir ses çıkıyor. 120 bin diyen de var. 10 bin diyen de. Neticede adı üstünde, kaçak bu insanlar. Tam sayıyı bilmek mümkün değil. 1919’da 50 bin olan asker sayısı, Büyük Taarruz öncesinde 580 bine ulaşmış. Bana 15-20 bin asker kaçağı olması makûl geliyor. Bunu İstiklal Mahkemeleri’nin verdiği idam kararlarını göz önüne alarak söylüyorum. Cumhuriyetin ilanına kadar İstiklal Mahkemeleri sadece yukarıda yazılan suçlar için karar aldılar. Ve resmi rakamlara göre 1088 idam, 2461 mücellen idam (suçun tekrarı üzerine gerçekleştirilecek idam), 240 gıyaben idam olmak üzere 3789 idam kararı kararı var. Savaşta verilen şehit sayısının %41’i.
Sonuç olarak resmi rakamlar Yorgun Savaşçı’da anlatılanları doğrular nitelikte. Kurtuluş Savaşı hiç de bize anlatıldığı gibi başlamamış. Halk savaşmak istemiyormuş. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen önce direniş örgütlenmiş, ardından düzenli ordu kurulmuş ve işgal güçleri ülkeden kovularak yeni bir ülke kurulmuş.
-*-
Resmi tarihimizin iki büyük hadisesiyle ilgili birkaç bilgi aktardım. Ama bence bana da inanmayın. Kendiniz araştırın.
Ya da resmi tarihin nasıl yazıldığının uygulamalı örneği için 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra olanları takip edin. Tarihi bir dönemeç. Bu yüzden “İlkokul çocuklarını temsili olarak tankın altına yatırdılar” haberlerini sosyal medyada paylaşarak anlaşılmayacağı da belli. tayfunpolat@hotmail.com