Kılavuzu Karga Olanın


MERCEK


EFE DEMIRAL – INSIDE OUT – MÜZIK HAYVANI
Efe Demiral’ı bir süre önce hevesimizi kursağımızda bırakan Künt grubuyla tanımış ve takibe almıştık. Arada soundcloud hesabı üzerinden çağdaş düzenlemelerini ve deneysel işlerini paylaşmaktaydı ve pek çok projede yer aldı. Hâlâ da Barıştık Mı, Can Kazaz ve Cihan Mürtezaoğlu’na (ki o da Künt üyesiydi) sahnede eşlik etmeyi sürdürüyor. Geçtiğimiz günlerde de ilk solosu geldi; Inside Out. Kişisel çalışmalarında tercih ettiği gibi çağdaş müzik besteleri yer alıyor albümde. Gitar, efektler ve sample’larla oluşturulmuş yedi düzenleme, doğal olarak bu tip çağdaş / yeni müzik albümlerini kataloğuna eklemekten gurur duyan Müzik Hayvanı’ndan çıktı.

Efektler ve ses kayıtları ile yer yer soundscape’e kayan parçalar barındırsa da Inside Out bir gitar albümü. Ufak nüanslarla dinleyene coğrafi hisler veriyor kimi anlarında. Kimi anlarında ise sadece es’leriyle veriyor bütün hissiyatını. Efekt kullanımlarıyla gerilim dozu artan parçalar barındırsa da, Efe’nin gitar stili sakinliğiyle çarpıyor öncelikle. Bağıra çağıra söyleyen, sesini yükselttikçe dinleneceğini sananların devrinde, sükûnetiyle anlatmayı seçen bir albüm onunki. Şu sıralar dinlediğiniz her şeyden daha iyi gelebilir.
KINESIS – MIASMA – WE PLAY
Roxy Müzik Günleri’nin son galibi Kinesis, ödül olarak kazandığı kayıtları tamamladı ve 3 parçalık bir EP ile yine bir şubat ayı geri geldi. Grubun dikkat çekici başlangıç albümü Lavdanom da iki yıl önce bu vakitler çıkmıştı.

Yiğitcan Akçelik, Aykut Özen, Arya Afshar ve Rauf Köse’den kurulu Kinesis, math-rock çizgisini psikodelik öğelerle zenginleştirerek giriştiği müzikal yolculuğuna bu yeni üç parça ile de devam ediyor. Açılıştaki “Miasma” ile kaldıkları yerden devam ettiklerini belli ediyorlar. Müzikal gerilim yerli yerinde ama Aykut Özen’in vokalinin daha anlaşılır olması hem daha sakin söylemesinden hem de prodüksiyonun daha parlak olmasından. Keza elektroniklerin müziğe katkısı da daha anlaşılıyor bu sefer. Bu etkiler gitar-bas-davul trafikleriyle baş döndüren Kinesis’in müzikal olarak gelişimi aslında. Daha iyi bir prodüksiyonla maharetlerini daha net ortaya koymuşlar. “Dipsiz”de de çizgisini koruyan dörtlü, kapanıştaki “Cezaevi” ile progresif rock’a dümen kırmış. Bu parçada ritmik yapıların çeşitliliği ve trafikten çok melodik yapı akılda kalıyor. İkircikli bir durum bu, insan hem Kinesis tüm tansiyonuyla müziğini sürüklesin, sahnedeki gibi çarpıcı, sarsıcı olsun istiyor, hem de EP’den akılda “Cezaevi” kalıyor. İki yol da olur. Birarada da olur. Kinesis yaparsa olur.

YAYIN


Mecmuamız yazarlarından Özge Denizci’nin müzik kitabı 27 Chiviyazıları’ndan çıktı. Müzik tarihindeki “27” miti üzerine yazan Özge, 27 yaşında hayata gözlerini yuman 45 müzisyeni kitaba almış. Robert Johnson’dan Amy Winehouse’a, kimi çok popüler, kimi az bilenen 45 isimle birlikte, “27” mitini sorgulayan kitap, bir iddia ortaya atmadan, müzik sektörünün (ve dahi kapitalizmin) belki de tesadüfi olan bu durumu pazarlamasını da meramına katarak müzik âşıklarına keyifli bir okuma öneriyor.

FİLM


Daha önceleri hep televizyona iş yapmış olan -ki bir adet de Black Mirror bölümü var bunların arasında- yönetmen Owen Harris’in ilk sinema filmi Kill Your Friends bizi tekrar Amerikan Sapığı sularına götürüyor. 1997 Londra’sında Brit-Pop ve Cool Britannia’nın zafer yıllarında müzik endüstrisi merdivenlerini çıkmaya başlayan 27 yaşındaki bir gencin giderek kontrolden çıkmasını konu alan yapımda, genç kuşağın yetenekli isimlerinden, henüz 13 yaşında About a Boy’da izlediğimiz ardından X-Men, Mad MaxYoung Ones gibi yapımlarda da rol alan Nicholas Hoult’u görüyoruz. Konu ister istemez karşılaştırma yapmak zorunda bırakacaktır bizi. Gene de işin içinde müzik ve psikopatlık olunca umutluyuz. Christian Bale’in de kariyerinin başlarında American Psycho’yu yaptığını unutmayalım. Hoult’un önü açık. 
John Hawkes’ın kariyeri biraz geç de olsa hak ettiği seviyeye geldi. Son yıllarda yer aldığı Winter’s Bone, Life of CrimeThe Sessions gibi filmlerden tanıdığımız 56 yaşındaki oyuncunun (enteresan bir şekilde en fazla 45 gösteriyor) yeni başrolü Too Late, egzantrik bir çalışma. Dennis Hauck’un ilk uzun metrajı olan bu bağımsız yapım, 35 mm’yle çekilmiş ve 22 dakikalık 5 adet sekanstan oluşmakta. Kayıp bir kadının peşindeki bir özel dedektifin kendini bir skandalın içinde bulmasını anlatan filmde Hawkes’ın yanı sıra Robert Forster, Dash Mihok, Natalie Zea gibi isimler de var. En son Massive Attack’in yeni şarkılarından “Ritual Spirit”in klibinde de gördüğümüz Hawkes gayet usta ve yetenekli bir isim. İlgi göstermeli.

DİZİ


Nordic Noir’dan sıkıldınız mı? Gene de görkemli bir bitiriş mi yapmak istersiniz? Trapped bu iş için uygun olabilir. 101 Reyjkavik ve Brúðguminn gibi filmleriyle kendine saygın bir altyapı inşa eden ama ardından Hollywood hikâyesi gereksiz Mark Wahlberg’li filmler ile pek de başarılı geçmeyen İzlandalı yönetmen Baltasar Kormákur’un İzlanda’nın en pahalı yapımı rekorunu kıran işi, bir İskandinav geriliminden isteyeceğiniz her şeye sahip. Adaya bir turist feribotuyla aynı anda uzuvları kesilmiş bir kadavra gelir ve olaylar gelişir. Bu açıdan geçen senenin kalburüstü yapımlarından Fortitude’ü bayağı bir hatırlatıyor. Geçen seneki başarılı sayılabilecek filmi Everest’te olduğu gibi sert doğa koşullarını beyaz cama yansıtmadaki başarısını göz ardı edemeyiz. Nordic Noir tarzı artık kendini tekrar etmeye başladı, Trapped son noktayı koymak için fena bir seçim olmayabilir.

ALBÜM

Steve Mason’ın çok kolay bir kariyeri olmadı. 2000’lerin başlarında efsane ekip The Beta Band’in dağılmasıyla King Biscuit Time ve Black Affair mahlaslarıyla albümler çıkardıysa da solo kariyerini oturtması zaman aldı. 2010’daki Boys Outside onun kalibresine göre fazla basit bir işti. 2013’te gelen Monkey Minds In The Devil’s Time ise kesinlikle pozitif yönde bir ilerlemeydi. Ama bu iki albüm de The Beta Band’in şahane oyunbazlığından uzaktı. Kendi adıyla yayınladığı 3. solosu olan yeni albümü Meet The Humans ise buna en yaklaştığı çalışması diyebiliriz. İlk iki albümüne göre çok daha duygulu ve hareketli olan bu albüm, Elbow’dan Craig Potter’ın dolgun prodüksiyonu ve Mason’ın her yerde tanıyabileceğiniz güzel sesiyle birleşince iyi bir çalışma çıkmış ortaya. Sabah kalkınca tak gitsin adeta. Ama gene de The Beta Band karşılaştırmasına girmeyiz, o başka bir seviyeydi.
Bir projenin arkasında The Grateful Dead varsa vakit ayırmak lazım. Ryan Adams ve Chris Robinson Brotherhood gibi gruplardaki başarılı işlerinden tanıdığımız yetenekli gitarist Neal Casal’ın liderlik ettiği ettiği Circles Around The Sun, The Grateful Dead üyesi Bill Kreutzmann’ın oğlu Justin’in, grubun geçen seneki 50. yıl kutlama turnesi Fare The Well için hazırladığı görsellere müzik yapmaları için biraraya getirilmiş. O kayıtlardan da 2 CD’lik, ortalama 15 dakikalık şarkılardan oluşan harika bir jam albümü çıkmış ortaya. Özellikle “Gilbert’s Groove” bu yıl şu ana kadar duyduğumuz en iyi şarkılardan biri. Dedik ya, referans iyi. 
Kariyerinin en verimli dönemlerini 70’inden sonra yaşamak da fena bir şey değil. 76 yaşındaki eski The Staples Singers üyesi Mavis Staples’ın yeni albümü Livin’ on a High Note, şarkıcının Jeff Tweedy ile yaptığı iki harika albümden (2010-Your Are Not Alone, 2013- One True Vine) sonra bu kez M Ward ile stüdyoya girdiği son çalışması. Nick Cave, Bon Iver, tUnE-yArDs, Neko Case gibi kalburüstü şarkı yazarlarının destekleriyle gene harika bir performans görüyoruz Staples’dan. Bu efsane vokalisti hâlâ, özellikle iyi şarkılarla ve prodüksiyonlarla dinleyebilmek çok güzel. M Ward’un da yeni albümü More Rain’i bu aralar yayınladığını hatırlatalım. Ama tabii Staples’ı dinlemek daha zevkli.
Dört kadından oluşan ve 2013’teki debütleri Silence Yourself ile dikkat çekici bir başarı yakalan İngiliz post-punk grubu Savages, ikinci albümü Adore Life ile geri döndü. Albümden çıkan ilk tekli “Adore” Fransız asıllı vokalist Jehnny Beth’in Siouxsie’yi andıran söyleyişi ile albüm hakkında yanlış intiba yaratıyor. Gruba Siouxsie and the Banshees benzetmesi ilk albümden beridir yapılıyor ancak vokalin bazı şarkılarda andırması dışında sound’un pek benzediği söylenemez. Ayse Hassan’ın bas gitarının belirleyiciliği ve müziği sürüklemesi bu albümde daha fazla öne çıkmış. Bir post-punk grubundan çok, taşıdıkları tansiyonla Riot Grrrl akımına
dahil edebileceğimiz Savages, ilk albümde birkaç zirve noktası barındırıyordu. Adore Life, grubun üstüne koyduğu, prodüksiyon olarak ilk dinleyişte dikkat çeken ve “boş yok” tabirini hak eden bir albüm.