Hayat Bir İyi Bir Kötü VIOLENT FEMMES: HALLOWED GROUND


Murat Mrt Seçkin
1.
Tam her şey yolunda derken sırf birilerinin açıkları yüzünden hayatın birden aksi istikamete doğru yol aldı mı? Çocukların, evin, belki bir aracın, içeride yeter miktarda eşyan ve her zaman karnını doyurmaya yetecek bir şeylerin olduğu dolabın, mutfağın yıkılıp giderse ne yaparsın? Huzur dolu pazar kahvaltıların, çocuklarınla piknikte şakalaşmalar, komşularının verimine hayran kaldığı tarlan seni terk ettiğinde nasıl yaşarsın? Tüm o varlığın, bal ve sütün toprağında bir bardak su için yalvarmak ya da dua etmek zorunda kalsan?

Mutluluğun ceplerinde unutulmuş ıslak mendiller kadar değerli olduğu bir hayata merhaba dediğin günler geldiğinde, yokluk en yakın arkadaşın olarak her zaman yanı başında bekler. O güne kadar derli toplu tuttuğun ama hiç aç bırakmadığın karnın içe çekilip, gittikçe kıtlığın yükü altında ezilirsin. Zamanla etin altından kemiklerini görür, ruhuna veda etmeye başlarsın. Basit bir bedene dönersin, geçmişi olmayan, duyguları gece huzursuz uykularında kemirilmiş bir yaşayan ölüye. Bakmak ve sevmek ile sorumlu olduğun –ki zamanında o sorumluluktan keyif aldığın- ailene çözüm üretemeyecek hale geldiğinde anlarsın ki onlar da artık seni sevmek ve sana bağlanmak konusunda kararsızlaşmışlar. Sana kızdıklarından veya başaramadığını düşündüklerinden değil. Sadece sevginin bazen yok olup gitmeyi ya da yok etmeyi gerektirdiğini bilirler. İster bin yaşındaki deden, ister 1 saatlik bebeğin olsun. Gitmek, kaybolmak ya da kaybetmek kafamızda ve ruhumuzda bir yerlerde hep yazılı duruyor.

2.
İlk ne zaman dinlediğimi hatırlayamıyorum. Kaset miydi, CD miydi, nereden almıştım, ağabeyim mi vermişti, arkadaş tavsiyesi miydi, hiç bir fikrim yok. Gelişini tamamen hafızamdan silmişim ya da belki de zaten hiçbir şeyi hafızamda tutmaya çalışmadığım bir zamandı. Bildiğim bir şey var ki o da bu albümü dinleyene kadar Amerikan folkundan hep uzak durdum. Belki büyüklerimizin “pis Yankiler, sefil emperyalistler” iddiaları yüzünden uzak kalmışımdır. Zamanın elitizmi bizi türküden uzak tutardı. Bilinç altıma folk (Amerikan türküsü) böyle yazıldığından bile uzak durmuş olabilirim. Tabii içinden hiç blues geçmeyen, berbat ırkçılıkta ve vatanseverlikte (hepsi olmasa da çoğu) tavan yapan TRT pazar kuşağı western’lerinden çıkan country melodilerinin de etkisi olabilir.

Heavy metal ve rock’tan uzaklaşıp kendimi İngiliz müziğinin çeşitliliğine verdiğim günler. İngiltere müzik diye isimlendirdiğim her şeyin vatanı gibi doğuyordu kulaklarıma. Ne çıkmışsa oradan çıkmış, Amerikalılar nasıl olsa mesafe uzak diye çoğunu yürütmüş, araklamıştı benim kafamda. Zamanla British Council’in kitaplığı veya Akmar ya da Narmanlı’dan elime geçen yabancı dergi ve kitaplardan kıt lisanımla işin hiç öyle olmadığını öğrendim. Bir kere tüm okuduklarım bana blues’u işaret ediyordu.

Bak sen şimdi. Ben blues’u hep B.B. King alanında dinlemiştim. Biraz sıkıcı geliyordu. Temiz bir Amerikan rock’ı gibiydi. Tamam B.B. King güzel adamdı ama ben tüm bunların bu müziğe nasıl yerleştiğini bir türlü anlayamamış, ruhuma yedirememiştim. Kısa süre sonra 1900’lerin ilk iki yirmi yılına ait o acı dolu melodileri, gitarları duydum ve her şey yerli yerine oturdu. Shoegazer’ın derdinde, rock’ın şeytaniliğinde, noise’un nev-i şahsına münhasırlığında, minimalin sıkılmadan tekrarında hep kenardan blues gülümsüyormuş. Zamanla bu öğreti sese olan duvarlarımı da yıktı neyse ki.

Violent Femmes dinlemeye başladığım zamanı net hatırlamasam bile işte bu yukarıdaki dönemime denk geldiğini biliyorum. İlk dinlediğim albümü Hallowed Ground (1984 - Rhino) –ki o zamanlar ikinci albüm olduğunu bilmiyordum- sanki hep hayatımdaymış gibi geliyor şimdi. Daha küçücük çocukken evde biz yattıktan sonra annemle babamdan dinlemişim de benim aklımda kalmış gibi. Ergenliğin getirdiği sıkıntılı varoluş krizlerimde The Cure veya New Order (tabii ki Technique albümü) ne kadar yardımcı oldu ise Violent Femmes bu albümle onlar kadar, belki de ara ara daha da fazla yardımcı oldu. Hâlâ da oluyor. Dengesiz gibi gözüken ruh hali, redneck’ten girip gospel’den çıkan tuhaf hissiyatı, sokak rock ’n roll’u ile ağzı tütün dolu country’yi birleştirmesini hâlâ şaşkınlık verici buluyorum. Hep uzak tutulduğumuz ama bir yandan da bize parlak bir kubbe gibi gösterilen bir ülkenin halının altına atılan günlük hayatını ve geçmişini anlatan şarkıları olduğunu düşünerek rahatlıyorum. Böyle diyorum çünkü bunlardan bahsetmeme ihtimali bile olsa, ben yine de Violent Femmes’i (özellikle bu albümü) öyle kabul edeceğim.

3.
Bir yandan ses seni spagetti western’lerdeki göz yakan sarı ve teri kurumayan adamlarla dolu kurak bir kasabada gezdirirken, birkaç dakika sonra belki o kasabanın yüz yıl sonrasına götürür. Kasabanın hemen dışında yer alan zenci kilisesinden yükselen özgür ruhların ilahilerine dinlersin. Sonra tüm o Tanrısal yükselişin içinde bölgenin en izbe mekânlarından birinde hayatından bezmiş salon kadınlarından biri olup hayata lanet edersin. İçten içe ettiğin küfürlerden boğulmak üzere iken bölgenin en beyaz renkli, aydınlık ve temiz mabedinde kullarına diz çöktürmüş ağlatan takım elbiseli vaizin yanında bulursun kendini. Sarı saçlı, beyaz çocukların ilahileri yüksek ahşap tavanlardan yankılanırken iki bahçe ötede, müştemilatta ağlayan Afrikalı kadın, bu akşam istemese de odasını ziyaret edecek olan patronu ya da efendisini hayattan silebilmek için yastığının altına paslı bıçağını saklar.
Sesler, melodiler dengesiz bir zaman algısının sarhoşluğu ile hareket ettirir seni. Porselen veya leş içinde cam damacanalara doldurulmuş ölümcül içkileri sakladığın bodrumunda, yoğun sigara dumanından sararmış bıyıklarının ardında dudakların büzülüp, gözlerin düşüncelere dalar. Kaçak içkinin sarhoşluğu da alkolizmin altın vuruşu gibidir. Koca bedenleri yıkan yakan alkol seni de yerin dibine sokar. Ertesi gün uyanıp pişman olsan da akşamına geciktirmeden o hayata dönersin.

Sonra birden yağmur yağar... bir umutla göğe yüzünü çevirirsin. Tüm kasaba geçmişi, bugünü ve geleceği ile meydanda dansa tutuşur. Kısacık mutluluk bin yıl gibi uzar. Kenarda köşede gizlice öpüşen gençler eriyene kadar sırılsıklam olurlar, eriyene kadar öpüşürler. Eriyen bedenler yıllar sonra oralara kurulan madenlerin ya da fabrikaların bacalarından çıkar ve yüz yıldır yıkanmamış gibi duran tulumunun üstüne yapışır. Geçmişte tarlaları kutsayan ruhun artık metal borular, çelik dişlilere hayat vermek için çabalar. Gözünün önünden geçen tüm bu yüzyıllarda birileri hep senin hayatından, bedeninden çalarak nesiller boyu sefa sürerken, sen her on yılda bir toprağa girer, çıkarsın... belki de çıkamazsın.
Acı hep köşede bekler, blues tek ilacın olarak şuralarda bir yerde takılır. Violent Femmes’da sana hiç gitmediğin bir toprağın aslında hep yaşadığın topraktan farkı olmadığını anlatır durur.

Bury your treasure where it can’t be found. Bury it deep in Hallowed Ground. muratmrtseckin@gmail.com