Cazla Meydan okumak: Jazz Mugam


Mahnov
Özgürlük mücadelesi, otoriteler için korkutucu bir kavram. Scorpions’un özgürlüğe güzellemeler düzen, duvarın yıkılışını önceleyen “Winds of Change”i hit olmadan çok önce, Sovyetler Birliği’nde benzeri bir mücadele beklenmeyecek bir kanaldan, caz üzerinden yürüyordu. Ve de beklenmeyecek bir coğrafyada, bir Kafkas cumhuriyetinde, Azerbaycan’da.

Bakü’de bir caz konserine gidiyorum. Eski SSCB ülkelerinde operalarda görülebilecek bir formallik içinde insanlar giyinmiş, kapıda kuyruklar oluşturuyorlar. Sıradaki birine, 2003’de ziyaret ettiğim, Vaqıf Usta’nın 1960’larda açtığı caz kulübünün ne olduğunu soruyorum. Bir giysi butiğine dönüşmüş. Kapitalizmin yıkıcı etkisi başka türlü hissediliyor ama en azından hâlâ şehrin merkezinde böyle bir caz merkezleri var. Biraz beklemeden sonra tar ustası Arslan Novraslı davul, piyano ve bas eşliğinde sahneye çıkıyor, enfes bir müzik ziyafeti çekiyor.

Daha önce kargamecmua’ya Kazakistan’da edindiğim rock müzik tecrübelerini yazmıştım. Burada da rock türleri icra ediliyor ama cazın tartışılmaz bir hâkimiyeti var. Metro istasyonlarında duraklarda küçük caz müzikleri eşliğinde anons yapılıyor, bankayı arıyorsun bekleme müziği olarak caz çalıyor.

Azeri cazı, ya da daha çok bilinen terminolojik adıyla jazz mugam, 1960’lı yıllarda büyük oranda Vaqıf Mustafazade’nin öncülüğünde şekillenmiş bir janr. Mugam zaten bilinen, Azerbaycan’a has bir folk müzik türü, makâm diye de çevrilebilir Türkçeye. Vokal stili, kullanılan çalgılar (tar gibi), müzikal biçim açısından içindeki İran ve Arap etkisi yadsınamaz. Belki de İran’da yaşayan 30 milyon Azeriyle, Bakü arasında kurulan bir estetik köprü oluşturuyor.

Bakü’nün özelliği dünyada ilk defa petrolün çıktığı bir bölge olması, bu da 19. yy’da Avrupalıların bölgeye göç etmesini getiriyor, özellikle Almanların. Bu yüzden şehir mimarisinde Germen stiline rastlamak olası –ki sık sık insanın aklına Haydarpaşa Garı geliyor.

Dünyanın yarısının petrol ihtiyacının bölgeden karşılandığı o dönem, büyük bir zenginlik, büyük bir burjuva kültürel hayatı da beraberinde getiriyor. Ancak 1920’deki Sovyet hâkimiyetinden sonra bu durum kesintiye uğruyor. O dönem dünyada caz daha emekleme seviyesinde zaten, rota klasik müziğe kırılıyor.

Mugam’ı modern müzik standartlarıyla buluşturma çabası 1930’lu yıllarda SSCB döneminde Kara Karayev, Uzeyir Hacıbeyov gibi isimler tarafından yürütülüyor. Kara Karayev mugam’ı analiz ederken şu sözleri kullanıyor; “Mugam hem makâm, yani gam anlamına geliyor. Diğer yandan da suit ve rapsodiye has yapısal kurallarla bezeli, her yöne yayılan çoklu bir hareketi imliyor.” Bakü’deki konservatuvar ve Sovyet Rusya’daki müzik ekolleri arasındaki bu teorik geçiş, müzik geleneğini Sovyet müzik geleneği içinde farklı bir yere taşıyor.

Ancak içinden gamları ayıklamak, caza adapte etmek ve modern caz standartlarıyla buluşturmak tamamen Vaqif Mustafazade’nin işi. Ve tam 50 sene önce girişilmiş dahice bir iş. Etnik vurgu, hem de yasaklanan bir türün içine yedirilmiş bir halde, yaratıcı ve isyankâr bir biçime bürünüyor ve doğal olarak da otoritelerin şimşeklerini üzerine çekiyor.

1945’te İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra Stalin burjuva müziği olarak gördüğü cazı yasaklıyor. Hatta orkestralardan saksafon bile kaldırılıyor, yerine fagot geçiyor. Burada rahatsız edici bir koşutluk kuruyor, kendisi de cazcı olan Civanşir Guliyev: Birincisi o dönemde SSCB yöneticilerinin majestik, emperyal, görkemli bir “anıtsal müzik” peşinde olduğunu ve bunun o dönemde Avrupa’da yükselen faşist estetikten etkilendiğini söylüyor. İkincisi Hitler’in de caz müziğini aşağı ırkın müziği olarak görmesi, yasaklaması bir yandan, büyük orkestralarla seslendirilen Wagner müziğine ilgileri bu tatsız paralelliği perçinliyor.

Kişisel olarak ben buna “iktidar sıtması”nın bir yan etkisi olarak bakıyorum. Aslında ardından konservaturda İşfar Şarabski gibi yeteneklere hocalık yapmış Refik Guliyev’in de dediği gibi: “Caz özgürlük, bağımsızlık ve doğaçlamadan başka nedir ki? Herhangi bir özgürlük ve doğaçlama formu onların (Bolşeviklerin, artık Stalin döneminde ne kadarı kaldıysa!) doğrudan kontrolü dışına çıkıyor. Cazı sevmedikleri ya da anlamadıklarından değil. Sadece ondan korkuyorlar. Caz dünyadaki en ilerici müziktir.” Savaş karşıtı rocker Viktor Tsoy’un 28 yaşında şüpheli ölümüyle bu rahatsız edici gelenek kendini son kez hatırlatıyor SSCB’de.

Durum böyle gitmiyor tabii, Vaqıf usta her ne kadar SSCB sınırları dışına çıkamasa da, ülke çapında düzenlenen festivallerde bir fenomen oluyor. Ancak söylenti o ki, o dönem ona uygulanan baskıdan ötürü, kızı Azize ve annesi Elisa hâlâ Bakü’ye yerleşmeyi reddediyor.

Konu üzerine bildiğim kadarıyla iki bilgilendirici belgesel var. Birisi 2000’lerde çekilmiş Klaus Bernhard’ın yönettiği Sarı Gelin, diğeri ‘70’lerde çekilmiş SSCB yapımı Abşeron’un Ritmleri. Yeni kuşak müzisyenlerden İşfar Şarabski, Refik Babayev, Salman Gambarov, Ramin Sultanov gibi isimlerin Montreal Jazz festivali gibi festivallerde kazandığı ödüller üzerine ilginin tekrar caz-mugam üzerine çevrildiğini söylemek yanlış olmaz. Bakü’de her sene, Kuzey cazının, Gürcistan gibi komşu ülkelerden gelen müzisyenlerin temsil edildiği büyük bir caz festivali düzenleniyor.

Kişisel fikrim, bu müzik formunun, belli şekillerde Kafkasya’nın diğer yörelerinde farklı içeriklere ve ifadelere bürünerek kendini eş-zamanlı ürettiği yönünde. Tigran Hamasyan, Avişay Kohen gibi müzisyenleri dinlerken kulağa çarpan belli örüntülerin yakınlığı bu izlenime yönelmeme sebep oldu açıkçası. Bütün bu müzisyenlerin içinden çıktıkları coğrafyaların ezgilerini modern caz standartlarına ulamaktaki başarıları, caz müziğin soyutlamada, farklı tabakalara erişmede sınırı olmadığını, Guliyev’i doğrularcasına imliyor. Gerçekten de, caz, ezilenlerin elinden çıkmış, dünyadaki en ilerici müzik, ona şüphe yok. mahnoyev@yahoo.com