KOKUSU ÇIKMIŞ ŞEYLER: ÇİÇEK SAATİ


Vedat Ozan
Carl von Linne, 1707 yılında İsveç’te doğmuş bir muhterem, ama ne muhterem. Jean-Jacques Rousseau kendisinden “Dünya üzerinde daha büyük bir insan tanımıyorum,” diye bahsediyor, Goethe ise “Shakespeare ve Spinoza’yı hariç tutarsak şu an hayatta olmayanlar içinde beni daha fazla etkileyen birisini bilmiyorum,” diyor. İyi de, yazdıklarının çoğu Latince olduğu için “Carolus Linnaeus” ismiyle de bilinen, botanikçi, zoolog ve doktor Linne Bey, ne yapıyor da bu kadar ünlü ve saygın oluyor?

Kendisinden “Botaniğin Prensi” olarak da bahsedilen Linne, eğitimini Uppsala Üniversitesi’nde alıyor ve ilk botanik derslerini de gene bu okulda vermeye başlıyor. Devamında yurtdışına çıkıyor, önemli eseri Doğanın Düzeni’ni (Systema Naturae) 1735’te Hollanda’da bulunduğu sırada yayınlıyor, organizmaların sınıflandırılması ve isimlendirilmesindeki modern sistemin kurucusu oluyor. İlk yayınlandığında 12 sayfalık bir metin olan eseri, 1758 yılındaki onuncu baskısında 440 hayvan ve 7700 bitki türünü kapsar hale geliyor. Anlayacağınız üzere Linne’nin hayatı sürekli seyahat etmekle, yeni bitki ve hayvan türleri saptayarak sınıflandırmakla, bu verileri de sürekli kayda alarak geniş bir katalog oluşturmakla geçiyor.
Onun geliştirdiği “binominal nomenklatura,” yani ikili isim sistemi bugün hâlâ tüm canlı türlerinin tanımlanmasında kullanılan yegâne araç. Bu yöntemle farklı dilleri konuşan bilim insanları hangi hayvan veya bitkiden bahsettikleri konusunda tereddüt yaşamıyor, ortak bir dil platformu üzerinde iletişim kurabiliyorlar. Kırımlı bir botanikçi misal, ülkesinde yetişen gülden bahsederken Rosa damascena dediğinde hangi cins gülden bahsettiğini meslektaşı olan Fransız bir botanikçi de anlayabiliyor. Oysa bu sistemin dışına çıkıldığında aynı gül türünden Bulgar Gülü, Isparta Gülü veya Şam Gülü gibi muhtelif isimlerle bahsetmek mümkün, zira hepsi aslında aynı türe işaret ediyor. Ancak ulusal kimlik iliştirilen ikinci yöntemde kafalar karışabiliyor ve bazen çok ciddi emek ve zaman yatırımına mal olan çalışmaların bu karışıklık yüzünden amacına ulaşamama riski mevcut.

Nasıl çalışıyor ikili isim sistemi? Basit olarak canlının Latince gramer formunda iki kelime ile isimlendirilmesi ilkesine dayanıyor. İlk kelime büyük harfle yazılıyor ve canlı türünün ait olduğu cinsi belirtiyor. İkinci kelime ise o cins içindeki tür ayrışımını belirginleştiriyor ve özel isim dahi olsa küçük harfle yazılıyor. Daha sonra bu ikili isim italik formunda yazılarak metnin içine giriyorlar. Eğer söz konusu metin bilimsel bir metinse, ilk geçtiği yerde ismi veren otorite ve ismin verildiği kaynak metnin de referans gösterilmesi bekleniyor.

İsimdeki ikinci kelime o canlının yetiştiği/yaşadığı yer olabildiği gibi bazen onurlandırmak amacıyla ilk keşfedenin ismi de olabiliyor. Ancak yer, yani coğrafya prensibi bazen karışabiliyor ve mesela ikisi de Çin kökenli meyveler olan şeftali veya kayısı kaynaklandıkları coğrafya olan Çin değil, ismi verenlerin onlarla ilk karşılaştıkları yerle isimlendirilebiliyorlar. Bunun sonucunda da şeftali’ye Prunus persica (Acem Eriği), kayısıya da Prunus armenica (Ermeni eriği) denilebiliyor. İsimlendirme aşamasında oluşan bu karmaşanın oluşturulan ortak dil üzerindeki etkisi ise görmezden geliniyor, zira amaç canlı hakkındaki tüm bilgiyi iki kelimeli isme sığdırmak değil, net olarak ondan bahsedilebilmesini sağlamak.

Bitki ve hayvanlara takıntılı derecede düşkün olan Linne Bey, hayata geçirdiği bu isimlendirme ilkesinin yanı sıra bir ilginç önermede daha bulunuyor. Diyor ki, “Arkadaşlar, ‘sirkadyen ritim’ diye bir şey var. Organizmalar fizyoloji ve davranışlarında 24 saatlik dönem içinde tekrarlayan dalgalanmalar oluşturuyorlar. Demem o ki, her çiçek taç yapraklarını (petal) gün içinde belli zamanda açıyor. Gelin o zaman bir bahçe oluşturup farklı tür çiçekleri açma saatlerine göre sıralayalım. Sonuçta cıvıl cıvıl bir çiçek saati (Horologium Florae) yapmış oluruz. Evet, biraz yer kaplar ama çoğ da şaane olur.”

19. yüzyılda bazı botanik bahçeleri onun fikrinden etkilenip böyle çiçek saatli alanlar oluşturuyorlar. Başarılı oluyor mu? I-ıh. Çünkü hava koşulları ve mevsimsel değişimler oluşturulmaya çalışılan düzeneği bozuyor. Ayrıca o koşullar sabit kalabilse dahi Linne’nin “şu çiçek bu saatte açar” önermesi Uppsala’ya göre oluşturulmuş bir önerme, yani başka bir enleme geçildiğinde hükmünü kaybediyor.

Sadece çiçeklerin değil, biz insanların, yani ikili isim sistemine göre Homo sapiens’lerin de oldukça değişken sirkadyen ritimlerimiz, biyolojik saatlerimiz var. Sabah erken kalkan, öğlen yemeğini muntazam saatte yiyen, akşam saat on civarında da yatağa girip uykuya dalan, yani aydınlık ve karanlık temelli düzeneğe bağlı yaşayan bir insan ritmini de yukarıya koyalım, bakın bakalım sizinkine uyuyor mu? vedato@yahoo.com