İSMİYLE MÜSEMMA; FUTBOLDA İSİMLER NOSTALJİSİ
Utkan Çınar
--kurtcebe alptemoçin perez de cuellar--İngilizlerin en başarılı taklit uzmanlarından Alistair McGowan* bir şovunda İngiliz isimlerin diğer ülkelere göre ne kadar sıradan olduğundan bahsederdi. Roberto Di Matteo, Bob Matthews olur ve sıkıcılaşır birden. Bu niyedir? Her ismin onu taşıyanla beraber daha derin bir algısı oluşuyor. Ama yine de ismimizin doğuştan itibaren hayatımızın alacağı yöne biraz etkisi oluyor sanki. Daha ufak yaşlarda, ilk futbolla ilgilendiğim zamanlarda bu yüzden SSCB ve Yugoslavya bana çekici gelirdi. Benim küçüklüğümün futbol yıldızları hep Demir Perde ülkelerindendi. Evet Marco Van Basten, Gary Lineker, Diego Maradona gibi söylemesi güzel isimler vardı ama bu yazı zaten bir tezden ziyade nostaljik takılmadır.
--Şimdi peltek bir şekilde hızlı hızlı “Messi, messi, messi…” diyelim.--
1988 Avrupa Şampiyonası’na katılan SSCB’nin kadrosunun etkili isimler konusunda eline su dökülemez. Igor Dobrovolski, Alexei Mikhailichenko, Sergeij Baltacha (favorim), Aleksandr Zavarov, Rinat Dassaev, Vagiz Khidiatullin. Karlarla kaplı, dumanlı bir tepede çamur içinde bir stat ve orada bizim bilmediğimiz seviyelerde oynayan futbol tanrıları. Aralarında en sıradan isimli olan Igor Belanov’un da 1988 finalinde penaltıyı kaçıran isim olduğunu da ekleyeyim. Sonrasında Alexander Mostovoi, Valeri Karpin gibi isimler de futbollarıyla haklarını verdiler. Maalesef gerisi gelmedi. Yer yer 2. “a”yı uzatarak Arşavin demek de rahatlatır bazen. Lev Yaschin’i de unutmayalım.
1988’den sonra sıra bu sefer Yugoslavlardaydı. 1991’de son Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanan takım olan Kızılyıldız’ın (takımın isimi de güzel, orijinalini de diyeyim: Crvena Zvezda Beograd) kadrosu, soluyla süründürme kapasitesine sahip olduğuna dair ipucu veren isimlerden oluşuyordu. Dejan Savicevic, Robert Prosinecki, Vladimir Jugovic, Darko Pancev, Sinisa Mihajlovic. 1991’den önceki yıl Marsilya’ya transfer olan ve o kuşağın babası Dragan Stojkovic’i tek geçmek isterim.
Bir de, bu isimlerin telaffuzu da önemli. O dönemler kafamıza göreydi bu telaffuz işi. Orijinallerini pek bilmiyoruz. Ancak mesela Prosinecki’nin “c”siz Prosineki diye telaffuzunu duymuştum İnciluzlardan. Oysa ki o “c”yi tınlatmazsanız olmaz. Savicevic’in telaffuzunu Saviseviç şeklinde yapıyorlar. (Bazıları “-iç” yerine “–ik” diyor ki zaten bütün karizmayı dağıtır.) Saviseviç? Hayır olmaz. Saviçeviç olmalı. “c” ve”ç” sesleri bir futbolcunun itibarını 2 kademe artırmaktadır.
--burda da araya girip Sam Peckinpah! diye bağıralım--
Almanlara girmek istemem. Çünkü Jurgen…er, Andreas …er, Olaf …mann gibi gelişigüzel bilgisayar seçimi isimlerle doludur ve Zlatan …iç, Dejan …iç, Alyosa …iç gibilerin yanında zayıftır. Jurgen ne kadar güzel isim olsa da (selam sana Klopp) çok bulunur ve gerisi de gelmez. Gene de Karl Heinz Rummenige ve Pierre Littbarski biraz kurtarır. İspanyollara da girmek istemem. Herkesin adı aynı gibidir. Hernandez, Gomez, Xavier, 10 tane Raul vs. Ama Bask ve Katalunya isimlerinden tat alabiliriz. Alabildiğine peltek Joseba Etxeberria demek mutlu eder insanı. Kendisini de izlemek ayrı bir zevkti zaten.

Frenklerin fazla kozmopolitliği genelleme yapmayı önlüyor. Ama Cantonaa, Ginolaa diye bağıran spikerler zevklidir. Arjantin’de Diego Armando Maradona problemi var. Başka hiçbir ismin bu telaffuz, vurgu ve yetenek birlikteliğine ulaşabilmesi mümkün değil. Ama Juan Roman Riquelme de tanımasanız onunla aşık atabilecek dolulukta. Adın ve soyadın aynı harfle başlaması da etkileyici olabilir bazen. Zinedine Zidane, Didier Deschamps (Deşan) Kevin Keegan, Didier Drogba, Bjorn Borg, Boris Becker… Neyse konudan uzaklaşmayalım.
Diğer Demir Perde ülkelerini de unutmadım. Macaristan’dan yetenekli orta saha Lajos Detari mesela. ‘90’ların başında Feyenoord’da başarılı günler geçiren Jozsef Kiprich de Macarların karizmasıdır. Çeklerin isimleri de tabii. “Pavel” güzel zaten. Arkasından Nedved’i getirirseniz (Niedvied diye okuyalım) etkisi artıyor. 1990 Dünya Kupası yapıştıma kitabında Lubomir Vlk diye Çekoslovakyalı bir topçu vardı. Vlk? Gürcü Georgi Kinkladze, Ukraynalı Andrei Kanchelskis. Her ikisi de Manchester şehrinin gördüğü güzel kanat oyuncularıydı. Kesinlikle Steve Bruce, Wayne Rooney, Joey Barton gibilerden daha iyi geliyor kulağa. (İngilizler neden kupa kazanamıyor sanıyorsunuz? Ama Rio Ferdinand’ı ayırırım.) Romenlerdeki favorim Marius Lacatus’tur. Romalı silahşör kıvamında. Ve tabii ki Polonya’dan Krzystof Warzycha. Panathinaikos’ta 15 yıl top oynayan ve Şampiyonlar Ligi'nde 1996’da yarı finale çıkan kadronun en önemli parçalarından biri olan Krzystof okunuşuyla değil yazılışıyla etkileyenlerden. Zbigniew Boniek, Roman Kosecki (“ç” sabiti) gibileri de unutmayalım.
En büyük problem çok sevdiğimiz Dirk Kuyt tabii ki. “Kayt” en bilinen telaffuzu. Ama doğrusu Hüüyt gibi bir şey sanırım**. Hollandalıların problemleri. Her yerde “ü” harfi bozuyor karizmayı. Ayrıca “Van” eki de başta etkileyici idi artık klişe tınlıyor. Onların en karizması da saygın bir İngiltere kariyeri de olan Arnold Mühren’dir herhalde. 1988’de Van Basten’in o harika golünde ortayı yapan topçu.
Milan’ın bu aralar en çok umut bağladığı genç yeteneklerden biri Manuel Locatelli. Bu isimle zor. İtalyanların fazla akıcı telaffuzlu isimleri Balkanlardaki vurguları barındırmadığından pek de etkili değildir. Bir de ön isim sıkıcılığından muzdariptirler. Gian’ın arkasına -luigi, -luca getirelim; soyadını da “i”yle bitirelim. Gene Milan’ın 17 yaşındaki, şimdiden efsane belirtileri veren 1.96’lık kalecisi umut vaat ediyor. İsim Gianluigi ama soyad? Donnarumma.
Diğer sporlara girmedim. Ama hızlı koşana Bolt soyadı tamamdır. Almanlar teniste daha karizmadır. NBA’de de genç yetenekler 2.21’lik Letonyalı Kristaps Porziņģis ve Nijerya asıllı Yunan Giannis Antetokounmpo’dan ümitliyiz. Bu ara şunu da ilave etmeden geçmeyeyim. Türkçe üstte geçen dillerden çok daha fazla çeşitli ön ada sahip. Değerini bilmeli. Çeşitlendirelim.
İsim çok da önemli değildir. Sahibinin repütasyonuyla kültür dağarcığımızda yer alır. Yoksa “Kaka!” diye bağırarak maç sunmak çok daha garip tınlardı.