Depo’da NarPhotos sergisi; “Mekân: Suriyeli Mültecilerin Hikâyeleri”
Burcu Uğuz
Güncel konularla ilgili sergilere giderken hep çekinirim. Konunun sıcaklığı durumu göstermeye, değerlendirmeye engel olmuş, bir de ders verme eğilimine girmişse, girdiğim gibi çıkasım gelir.NarPhotos’un sergisinin ismi de “Mekân: Suriyeli Mültecilerin Hikâyeleri” olunca 25 Ocak’ta yapılan açılışa benzer korkularla gittim.

Daha salona girer girmez rahatladım. Zaten fazlasıyla dramatik olan konuyu “her geleni ağlatacağız” gibi sığ bir kaygıyla ele almamışlar. 12 fotoğrafçı da bütün duygularla aralarına mesafe koymuş, bir mesaj kaygısı taşımadan, yalnızca durumu anlatan fotoğraflar çıkarmışlar.

Fotoğrafçılar, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011 yılından beri gelişen durumun her evresini yakalamışlar. Hikâye de buradan başlıyor, tepelere çıkıp yağan bombaları izleyen insanlarla. Durumun ağırlaşmasıyla kaçma kararını alanların sınırlarda, kuyruklarda telef oluşu. Ardından, sınırı geçmeyi başarmış olanların kamp hayatı, çadırkentler. İnsanların yaşantılarının kökten değişimi. Bu değişime kadınların gösterdiği tepki, çocukların savruluşu, ortada kalışı ve büyük bir soru işareti olarak beliren eğitim problemi. Geleceğin bulanıklığı.
Hikâye bu noktada çadırkente ulaşamayanların teknelerle, botlarda hayatta kalma mücadelesine geçiyor. Karaya diri vuranların sefaleti, ölü vuranların bedenleri… Bir şekilde Yunanistan’a, Almanya’ya girebilenlerin kapıda bekleyen bambaşka bir mücadeleden habersizliği, geleceklerinin kurtulduğunu düşünürlerken patlayan kocaman bir kültür-uyum sorunu. Bürokratik işlemlerde, markette, hastanede dil engeli, konutsuzluktan sokaklarda kurulan bir hayat ve bu hayatın tehlikeleri içinde gelişen aile ilişkileri.

İnsanların sokakta kalışı. Maddi yoklukla sınanmak. Dilenmek, yok pahasına çalışmak. Başka bir hayatta kalma savaşı.
Ve çok sert bir geçişle hikâyenin öteki yüzü: Kalanlar. Kaçmayıp Suriye’de savaşmayı seçenler, gitgelleri, pişmanlıkları, öfkeleri. Onlarla beraber kalmak zorunda olanlar, savaşın göbeğindeki kadınlar ve çocuklar. Silah seslerinin normalleşmesi, binaların yıkılışı, ölüme hissizleşme, mezarcılığa alışma…
Erken davranıp çadırkentten önce göçmüş insanların “başkalarının mekânında” kurdukları ev yaşantısı. Kapıyı açtıklarında maruz kaldıkları mahalleli bakışları, ötekileştirme, “sen bizden değilsin, yabancısın” dercesine... Bu yaklaşımla gelen memleket hasreti ve artık bir memleketin olmayışı. Dönememe.

Siz de sergiyi 12 Mart’a kadar Depo’da gezebilir, hikâyeye kendi sonunuzu düşünebilirsiniz. burcuguz@gmail.com