KOKUSU ÇIKMIŞ ŞEYLER: Savaş, bittiğinde biter mi?


Vedat Ozan
Vietnam Savaşı’nı bilirsiniz. Yıllar süren ve vekâlet savaşlarının Kore’den sonra en bilindik ikinci küresel örneği olan bu kanlı savaş dönemi, vuku bulduğu süre içinde tüm dünyanın gündemindeydi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru geliştirilen ve o kaos döneminde “denenme” imkânı bulunamayan, patlayarak ve parçalayarak değil, kimyasal olarak da ölümlere yol açan “alan temizleyici” agent orange veya yakarak öldüren napalm bombası gibi pek çok silahın da fütursuzca kullanıldığı bu savaş, büyük savaşın acılarını ebeveynleri üzerinden henüz kalıtmış genç nesiller tarafından gerek saldıran taraf olan ABD içinde, gerekse yakın geçmişteki acıların yoğunlaştığı Avrupa ülkelerinde tepki gördü. “68 olayları” veya “öğrenci hareketleri” diye adlandırılan, tepkilerin hareket sınırları belirlenmiş parlamenter alanların dışına taşarak sokaklara indiği bu evrensel deneyim süreci, hem sokağa çıkanlar hem de kendilerini sokağın asıl sahibi gören egemenler tarafından ayrı ayrı değerlendirildi. Bugün artık Vietnam Savaşı’na kendi kamuoyunu dahi ikna edemeyen iktidarlar yok. Yaşananlardan alınan dersler, direkt veya endirekt medyanın, dolayısıyla aktarılan mesajların muhatabı olan toplumların kontrolü konusunda yeni kapılar açtı. Artık, mesela ABD’de, kimse askere celp kâğıdını yakmıyor. Bilakis, karşıdaki düşman nasıl tanımlanırsa tanımlansın binlerce kilometre uzağa “demokrasi ve uygarlık” getirmek adına, biraz da cebi para görsün diye, koşa koşa gidebiliyor. Gelinen noktada ibrenin muktedir tarafa kaymasının sebebi sadece iktidarın karşısında sokağa inenlerin sürecin değerlendirilmesindeki analiz zaafları değil, buna ek olarak sistem piramidinin tepesinde bulunan iktidarların ellerinde zaten mevcut olan araçları daha verimli ve etkin örgütleyebilmeleri veya bütçeleri içinde buna ayırdıkları payı arttırabilmeleri. Her zaman için var olan çarkları döndürmek yeni çarklar imal etmekten daha kolaydır.
 
2. Dünya Savaşı’ndan hemen on yıl sonra, 1955’te başlayan Vietnam Savaşı yirmi yıl sürdü ve 30 Nisan 1975 tarihinde son ABD personelinin de elçilik çatısından tahliyesiyle sona erdi. Bitti de bölge sakinleşti mi? Hayır. Savaş sırasında ABD’ye karşı birbirlerine destek veren iki küçük bölge ülkesi Vietnam ve Kamboçya, çektikleri acılar yetmezmiş gibi nedenleri çok uzun tartışılacak bir çatışma hali içinde buldular kendilerini. Vietnam Savaşı biter bitmez başlayan bu çatışmalar 25 Aralık 1978’de 150.000 Vietnam askerinin Kamboçya’ya girmesi ve 27 günlük savaş sonunda ülkeyi işgaliyle başka bir boyuta evrildi. Gene kan, gene gözyaşı, gene yerini yurdunu terk edip kaçan insanlar… Bu kez roller yeniden dağıtılmış, yıkım yaşamak Kamboçyalılara düşmüştü.
 
***
 
2001 yılında Kmer bir mülteci (Kmerler Kamboçya nüfusunun %90’ından fazlasını oluşturuyorlar) olan 46 yaşındaki Ry isimli bir hanımefendi psikolojik şikâyetleri olduğunu belirterek Massachusetts Genel Hastanesi’ne başvuruyor. Araba egzozu, sigara dumanı veya çöp kokusu duyduğunda birden haletiruhiyesi değişerek paniklemeye başlayan Ry’nin, mesela egzoz kokusuyla beraber belleğinde çocukluğundan hoş olmayan imgeler beliriyor. Sadece egzoz değil, bu kokuların herhangi birini algılamasıyla beraber midesi bulanıyor, başı dönüyor, nefes alması güçleşiyor, kalp çarpıntısı artıyor, idrar ve dışkı ihtiyacı hissediyor. Kliniğe gelirken sigara içen birisinin yanından geçerken dahi atağa geçen ve beraberinde kalp krizi ile ölüm korkusu duygularını yaşatan bu durum, sakinleştirmek için sigara içilmeyen bir odaya alındığında bile hemen sonlanmıyor, on dakikayı aşkın bir süre boyunca devam ediyor. Ry’ya Travma Sonrası Stres Bozukluğu (PTSD) tanısı konuluyor. Clonazepam ve Sertaline tedavisine başlanıyor, terapi sürecine alınıyor.
 
Terapi sürecinde bu kokuların duyumsanmasıyla beraber yaşanan ve yaşam kalitesini düşürerek günlük hayatını oldukça zorlaştıran panik atakların nedenlerine ulaşabilmek için hikâyesini anlatması talep edildiğine, çocukluk yıllarına gidiyor. Egzoz kokusuyla beraber beliren imgenin betimlenmesinin de yardımıyla kokunun hangi anılarla ilişkilendirildiği yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
Vietnamlıların Kamboçya’yı işgali sırasında Ry’nin köyü de bu çatışmadan nasibini alanlar arasında. Çarpışma sırasında bir muz ağacının dibine saklanıyorlar ailesiyle. Bu onları ölümcül hedef olmaktan kurtarıyor ama ortamdaki kaçınılmaz uyaran olan kokuyu algılamaktan kurtaramıyor. Yakınlarında patlayan bir havan mermisi burunlarının deliklerini sülfür kokusuyla dolduruyor. Keza yanan bitki örtüsünün ve cesetlerin kokusuna kesif bir kan kokusu eşlik ediyor. Küçük Ry kafasını kaldırıp etrafına bakındığında çok sevdiği arkadaşlarının ölülerini ve bir komşusunun bacağı kopmuş, kan içindeki cesedini görüyor. Birkaç gün sonra bir başka çatışma sırasında daha da yakınında patlayan bir havan mermisi ve uçuşan şarapnel parçaları Ry’yi yaralamasına neden oluyor. Patlamayı takiben yaralanmayla beraber bilincini yitirerek bayılıyor. Ry, hikâyesinin devamında o dönem için çürümekte olan ceset kokusunun köylerinden hiç eksik olmadığını anlatıyor.
 
***
 
2004 yılında Harvard Üniversitesi’nden Devon Hinton önderliğinde bir grup araştırmacı aralarında Ry’nin de yer aldığı 100 Kmer mülteci üzerinde bir araştırma yapıyorlar. Panik atak belirtileri üzerinden başlayarak devam eden araştırmanın amacı, kokuyla tetiklenen panik atakların nedenleri, süreleri, sıklıkları, bellekte yarattıkları görüntüler ve diğer yapısal özelliklerini saptayabilmek. Çarpıcı bir şekilde araştırma sonunda çalışmaya konu olan 100 kişiden 45’inin son bir ay içinde kokuyla tetiklenmiş panik atak yaşadığı ortaya çıkıyor. Ölçeği büyütürsek çatışma döneminde iltica eden Kamboçyalı göçmenlerin %45’inin kokusal uyarılarla panik atak yaşadıkları anlamına geliyor bu. Kokuyla beraber oluşan travmanın ve ilişkilendirildiği olayların saptanması, bunun başka çatışma alanlarında incelenmesi ve tedavi için hangi yöntemlerin daha etkin olabileceğinin tartışılmasıyla araştırma sonlanıyor.
 
Kokuyla çağırılan (ve yeniden kurgulanan) anılar, diğer duyularla çağırılan anılara oranla çok daha duygu yoğun deneyimler yaşatıyorlar bizlere. Kokulu uyarıların duyunun işlendiği beyin bölgesi olan limbik sisteme, amigdala ve hipokampüse diğer duyusal uyaranlardan farklı olarak filtresiz, sansürsüz, dolaysız erişimini bu durumun başlıca nedeni olarak gösterebiliriz. Koku, bellek ve duygudurum hep el eleler. Hatta öylesine el eleler ki, birbirlerinin parmaklarını hep iz kalacak kadar sıkı sıkıya kavrıyorlar.
 
Nasıl bellekteki her kayıt hoş değilse, kayıtların izdüşümünde tetiklenen her duygu da hoş değil. Duyguları yok edemiyoruz ama geriye ve kaynağa giderek belleklerimize olumsuz kayıt düşebilecek olayların önüne geçmek, zor da olsa imkânsız değil. Bunu mümkün kılabilmenin ilk adımı da böyle bir seçeneğimizin olduğunu fark edebilmek.
 
Evet bebeğim; barış diyorum, barış. vedato@yahoo.com