HALET-İ AVM
Uran Apak
Tuvaletten hızla çıkıyorum ve kendimi yürüyen merdivenlere atıyorum. Yükselmek, yükselmek istiyorum. Pisuvarda işerken seyrettiğim reklamı ve yanımda işeyen adamın yan gözle bakışını alçakta bırakıyorum. Oyun alanındayım şimdi, bir Harley Davidson'ın üzerindeyim. “Born To Be Wild” çalıyor ve motosikletimle sokak serserilerine meydan okuyorum. Ardından, Sanal Gerçeklik sinemasında Matrix-vari bir deneyim yaşadıktan sonra tazelenmiş olarak, yeni ayakkabılarımı almaya hazırım. Ayakkabı stand’ındaki çocuk bir zombi. “Merhaba,” diyorum, boşluğa çakılmış bakışında kımıltı yok. Daha yüksek sesle konuşuyorum ve otomatik sesiyle sorularıma cevap veriyor. "Hayır, onun 44'ü yok." S.ktir, hiç dikkatini çekmemeliydim. Şimdi peşimi bırakmıyor. Ayakkabı rafları boyunca gölgem gibi bir adım geriden beni takip ediyor. Kişisel alanımı böyle ihlal edersen nasıl ayakkabı seçebilirim ki?! Ayakkabı önemlidir. Vans mi yoksa Converse mi giyeceğim şahsıma dair çok şey anlatır ve önümüzdeki iki yıl boyunca şahsımı en iyi temsil edecek markayı seçmek ince bir iştir! Çocuğu denemek için t-shirt standına gidiyorum. Evet hâlâ bir adım arkamda. Aniden hızla geri dönüp tekrar ayakkabı bölümüne geliyorum. Hah, mesajı aldı galiba. Hayır! Az sonra ağır çekimde yürüyen bir robot gibi tekrar yanıbaşımda yerini alıyor. Yok, olmayacak bu iş. Bu ruh haliyle ayakkabı seçmem imkânsız. Dükkândan çıkarken son kez vitrinden çocuğa bakıyorum. Aynı, boş anlamsız bakış. Acaba ne düşünüyor? Çok da umurumda değil. Karnım aç. Restoranları koklayarak geçerken 15 yaşımdaki halimle karşılaşıyorum. Güzel yüzlü, biraz feminen. Bağırmaktan sesi kısılmış annesiyle birlikte yürüyor ve tartışıyorlar. "Sabırlı ol dostum," diye fısıldıyorum, "Hepsi geçecek." Annenin daha fazla bağırmasıyla ağlamaya başlıyor incecik bir sesle. Anne haykırıyor: "Her şeyi ağlayarak çözemezsin." Derin nefes alıyorum. Bütün alışveriş merkezi içimin yansıması. Buradaki bütün insanlar ben'im. Alışveriş merkezinde büyütülmüş bir insan olarak hayatımdan değişik sahneler oynuyor karşımda. Başka bir ayakkabıcıya giriyorum. Canavar gibi, korkunç bir bebek ağlaması geliyor dışarıdan. Sonunda Converse'de karar kılıyorum. 15 yaşıma sembolik bir geri dönüş daha. Hem fikrimi değiştirirsem 15 günlük iade süresi var. Ramiz'den piliçli köfte alıp AVM'nin tüm katlarını gören en uçtaki masaya oturuyorum. Köftenin tadı güzel. Aslında her şey güzel, şikâyet edecek ne var? Bunca seçenek var, istediğim kıyafetleri seçmekte, istediğim yemeği yemekte özgürüm. Sorun bende olmalı. Yeterince minnettar değilim. Belki biraz daha inançlı olsaydım...Coca Cola'mın kalanını sigarayla birlikte içmek için dışarı çıkıyorum. AVM çalışanları da burada sigara içip sohbet ediyor. Yağmurlu, ağır bir akşam. Elimdeki poşetler, midemdeki yemek, içtiğim sigaram... Ve tüm bunlara rağmen mutsuzum, hem de çok. Karnım burkuluyor, yüzüm ekşiyor ve ağlamaya çalışıyorum. Faydasız. Poşetli insanları minibüs durağına doğru takip ediyorum. Savaş olabilirdi, darbe olabilirdi, kıtlık olabilirdi. Aslında ne kadar şanslıyız. Ama niye mutsuzum? Mutsuz olmaya hakkım yok belki de. Şimdi mutsuzluğuma suçluluk da ekleniyor. Minibüste eve giderken uzun süredir yazı yazmadığımı düşünüyorum. Tüm bu hissettiklerimi bu gece yazacağım. Yazma düşüncesi ruh halimi değiştiriyor. Ne olursa olsun yazabilmek önemli diye düşünüyorum. uranapak@gmail.com