SÜRÜDEN AYRILANI KURT KAPAR; FLOCKEN
Murat Kızılca
--spoiler içerir--
“Flocken”, İsveççe'de “sürü” anlamına geliyor. Ancak buradaki sürü, herhangi bir hayvan topluluğu anlamında kullanılmıyor. Hani günlük hayatımızda sıklıkla karşılaştığımız ve dünya üzerindeki hemen her millete ya da daha mikro düzeydeki hemen her topluluğa, biraz da üstten bakan bir tavırla, saniye tereddüt etmeden yakıştırılan “koyun sürüsü” yaftası vardır ya, işte o manada kullanılıyor.Herkesin birbirini tanıdığı küçük bir kasabada geçen Flocken, bir düğün sekansı ile açılıyor. Gelinin nedimelerinden biri olan Jennifer isimli lise öğrencisi ile yine aynı yaşlardaki Alexander üzerinde fazlaca oyalanan kamera, iki gencin arasında bir gerginlik olduğunu hissettiriyor. Sekans boyunca izlediğimiz sahnelere ait özenli kareler, sıradışı bir iş izleyeceğimizin garantisi gibi. Ama bir tanesi var ki izleyeni daha henüz üçüncü dakikada filme âşık edebilecek güçte. Jennifer, kameranın hemen önünde diz çökmüş oturmaktadır. Çerçevenin sol tarafındaki açık kilise kapısından dışarıda heyecanla bekleyen kalabalık görülür. Diğer nedimeler neşe içinde açık kapıdan geçerek “Geliyorlar,” diye bağırırlar ve gelin ile damat dışarı çıkar. Kasaba halkı alkışlarla yeni çifti kutlarken Jennifer, buruk bir şekilde elindeki çiçekle oynayarak olduğu yerde oturmaya devam eder. Film, genç kızı daha üçüncü dakikada toplumun dışına yerleştirir. Yakın plandaki Jennifer’ın dışlanmışlığını ve yalnızlığını iliklerimize kadar hissederiz.
Küçükken en sevdiğim masallardan biri, belki de birincisi, Samed Behrengi’nin “Küçük Kara Balık” isimli masalıydı. Hans Christian Andersen’in “Çirkin Ördek Yavrusu”nu da severdim. Ama merak etmeyin bu masallarla film arasında bir bağlantı kurmaya çalışmayacağım, çünkü ne Flocken bir masal, ne de Jennifer bir masal kahramanı. Flocken, günlük hayatın içerisinden çekip çıkarılmış, ayakları yere basan, sarsıcı ve maalesef fazlasıyla gerçekçi öyküsü ile “çürümüş ilişkilerin kontrolündeki toplumda adalet” kavramı üzerine önemli laflar ediyor. Hele ki “sürüden ayrılanı kurt kapar”* gibi atasözleri ile yetişmiş nesillerin, filmden alması gereken çok fazla ders var.
Jennifer, Alexander tarafından tecavüze uğradığını iddia edince, bütün kasaba karışır. Genç kızın yaşadığı toplulukta nerede durduğu daha filmin hemen başında verilmişti. Peki, Alexander kimdir? Kasabanın önde gelen ailelerinden birinin oğlu olan Alexander, istemeden de olsa koruyucu bir zırh ile kaplıdır. Özellikle annesi aktif bir kadındır. Filmin başındaki düğün gibi kasabanın hemen her önemli organizasyonunda başrolü kimseye kaptırmaz. Dolayısıyla ona karşı çıkmak, kasabanın tamamına karşı çıkmak gibi bir anlam taşır. Bu şartlarda Jennifer’ın iddiasının kasaba halkından nasıl bir karşılık göreceğini tahmin etmek çok da zor değildir.
“Bandwagon effect” terimi, bir fikri sadece çok fazla sayıda insan kabul ettiği için kabul eden insanların durumunu tanımlamak için kullanılıyor. Bu terim ilk kez 1848 yılındaki ABD seçimleri zamanında kullanılmaya başlanmış. Dan Rice isimli bir palyaço, bando arabası ile seçim kampanyalarına katılmış ve arabayı gören seçmenleri peşine takmayı başarmış. Böylece “bandwagon effect” terimi kullanıma girmiş. Sürü psikolojisi de benzer bir durumu tarif etmek için kullanılan bir terim. Kabaca kişilerin bir davranışı, düşünce biçimini, tutumu, basitçe “herkes yapıyor” diye benimsemesi olarak tanımlanabilir. Eğer bir tutum ya da inanç, kalabalık bir grup tarafından kabul görüyorsa başka bir kişinin de aynısını benimseme olasılığı artmaktadır. Psikologlar bu durumu kimi zaman insanların fikirlerini ve kararlarını olumsuz etkileyen ve onlara hata yaptırabilen bir durum olarak nitelendirirler. Sürü psikolojisinin dünyanın her yerindeki farklı sınıflara mensup, hemen her yaş grubundaki insanlar arasındaki ortak özelliklerden biri olduğu biliniyor. Bununla birlikte ergenler bu içgüdüyü geliştirmeye karşı daha savunmasız oluyorlar. Çoğunluğa uymanın ardındaki en önemli sebeplerden biri yalnız kalma korkusu. İnsanlar, yalnız kalmak ve dışlanmak değil; haklı olan, kazanan tarafta olmak istiyorlar. Bunu da çoğunluğun fikirlerinin sağlayacağını düşünüyorlar. Aynı zamanda aidiyet hissine duydukları ihtiyaç çoğunluk tarafından kabul gören normları kabul etmelerine neden oluyor.
Kirli ilişkilerin hâkim olduğu toplumlarda kimin ne düşündüğünün önemi yoktur. Hatta bu film özelinde Alexander’ın düşündükleri bile önemsizdir. Güçlünün yanında yer alarak olası tepkilerden sıyrılmak; haksız da olsa haklı, kaybeden de olsa kazanan konumuna ışınlanıp sanal bir mutluluk ya da doyum yaşamak mümkündür. Alexander da aynısını yapar, sürüden ayrılmaz, konumunu kavrar ve ona uygun biçimde yaşamaya devam eder. Ta ki birileri ona dur diyene kadar bu böyle devam edecektir.