Indie Rock’ın Ansiklopedik Tanımı; SPOON
Utkan Çınar
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Indie’nin rock kolu özellikle 2000’lerin başında geçer akçeydi. Sadece o tarz müzik çalan radyolarımız bile vardı. Gücünü garaj rock, biraz Brit pop ve new wave’den alan bu tarz o dönemin en popüler stiliydi. Interpol’den The Strokes’a işler yolundaydı. Sonra yavaştan sofistikasyonu başladı ve Animal Collective, Grizzly Bear gibi isimler albümleri heyecanla beklenen gruplar haline dönüştüler. 2017’ye geldiğimizde artık alt. rock veya indie rock’un pek esamesinin okunduğunu söylemek zor. Synth pop ağırlıklı Wild Beasts, Future Islands gibi isimler bu boşluğu doldurmaya çalışıyor. Bu ayki konuğumuz Spoon ise bu evrelerin neredeyse tamamında kendi köşesinde sağlam duruşuyla kalitesi hiç düşmeyen bir külliyat yarattı kendine. 2014’teki son albümleri They Want My Soul ile zirvelerini yaptılar. Bu zirve hem kendi özlerinden ödün vermeyen, hem de modern kalıplı, daha geniş kitlelere ulaşabilen şarkılarla oldu. They Want My Soul’un dalgası yeni albümleri Hot Thoughts’la da devam ediyor.
İsmini Can’in popüler şarkılarından birinden alan Spoon’un 1993’te başlayan hikâyesi 25 yıl sonra hâlâ artan bir ivmeyle devam ediyor. 1996’da yayınladıkları ilk uzunçalarları Telephono bunun ipuçlarını veren o harika debütlerden biri değildi. Amerika’nın müzik başkentlerinden Austin, Texas çıkışlı grubun ilk albümü Pavement ve Pixies’e pek benzeyen sound’u, bir garajda 3000 dolara kaydedildiğini oldukça hissettiren yaklaşımıyla çok da fazla şey vaat etmiyordu. Vokalist ve şarkı yazarı Britt Daniel’in bu tarz için yaratılmış belirleyici vokali o zamanlar daha kendini tam da bulamamıştı. 20 yılı aşan kariyerlerinde her zaman olduğu gibi başlangıçta da ham ve minimalist bir yaklaşımları olduğunu söylemek abartı olmaz.İlk baştan beri çok dinamik ve sağlam bas-davul altyapısına sahip oldular, ki bunun müziklerindeki önemi de hâlâ devam ediyor. Grup 1998’deki 2. denemeleri A Series of Sneaks’de benzer bir kafayla devam etti. Kısa ama akılda kalıcı şarkılar, Daniel’in gelişen vokali ve oyunbazlıklarıyla indie rock piyasasında görünür hale geldiler. 2001’deki Girls Can Tell ise kanımca Spoon’un özgün sound’unu, Daniel’in de kendi sesini bulduğu yapım oldu. Ve 16 yıl öncesindeki bu albümden herhangi bir şarkı son albümleri Hot Thoughts’ta da ayrıksı durmayacaktır. Bunun normalde iyi bir şey gibi tınlamadığının farkındayım. Ancak Spoon’daki şeytan tüyü de burada. Her işlerinde kendi özgün köklerini bozmadan, tam da gerektiği kadar deney yapıyor ve gelişim gösteriyorlar. Bu da onları her zaman manalı kılarken, onlarda sevdiğimiz tatları da her zaman tecrübe etmemizi sağlıyor. Bunu yapabilen çok fazla müzisyen yok etrafta.
2002’deki Kill The Moonlight tam da bir “eleştirmenlerin sevgilisi” albümdü. (Bu on yıl boyunca da devam etti. Metacritic’e göre 2000’lerin en yüksek notlu grubu.) Grubun synthesiser ve klavyelerle de haşır neşir olduğu albüm, indie tarihinde önemli bir albüm seçildi birçok önemli müzik dergisi tarafından. Bunun nedeni sanki Spoon’un bir 15 yıl daha gelişme göstereceğini tahmin edememeleri diye düşünüyorum. Kill The Moonlight grubun en iyi 3 albümünden biri değildi. Zaten 3 yıl aradan sonra gelen Gimme Fiction bunu kanıtladı. Albümden çıkan 45’lik “I Turn My Camera On”, o zamana kadar satış konusunda çok başarı gösteremeyen grubun en başarılı single’ı oldu. Grubun da “rock” prangasını çok sallamadığı, istediği zaman pop’a da göz kırpabildiğini gösteriyordu. 2015’te yayınlanan 10. yıl versiyonundaki ev demo’ları, bütün o prodüksiyon numaraları olmadan da şarkılarının ne kadar güçlü olduğunu kanıtlıyordu.
Grubun durmaya niyeti yoktu. 2007’de gelen Ga Ga Ga Ga Ga’dan (ki zatıalinizin Spoon sevgisini başlatan albümdür) “Don’t You Evah”yı* sevmemek mümkün değildir. 10 yıllık kariyerlerini geride bırakmış grup artık kendine çok daha güvenli ve neleri en iyi yaptıklarının farkındaydı. Ga Ga Ga Ga Ga onları kanımca bir seviye daha yükseltmiş ve “headliner” kapasitelerini ayyuka çıkarmıştır.

2010’a geldiğimizde ise Transference ile karşı karşıyayızdır. Grubun en ham halini bu albümde görürüz. En şahane Spoon şarkılarından “Who Makes Your Money”de özgünlüklerinin dibine vururlar. Basit deha. Spoon’un fazla rötuşa ihtiyacı yoktur zaten. Ama dinlenmeye ihtiyacı vardır ve çok doğru zamanda verdiklerini anlayacağımız 4 yıllık bir ara gelir.
Gelelim zannımca grubun 3. yükseliş safhası olan They Want My Soul’a. 2014 tarihli albüm öncelikle son 2 senedir binlerce kez dinlediğim ve indie tarihinin en iyi şarkılarından biri olan “Inside Out”a** sahip. Elektroniğe göz kırpan “Outlier”, gürültülü ama çapıcı “Do You”, bir Rolling Stones hit’i gücündeki “Rent I Pay” ile onların en deneysel ve en büyük harfli albümü oldu. Kariyerinin başlarında Mercury Rev, The Flaming Lips, Mogwai gibi gruplarla çalışmış, son yıllarda da özellikle Tame Impala’ya katkılarından tanıdığımız önemli prodüktör Dave Fridmann’ın katkısı da Daniel’in de deyişiyle “kuul perspektifi” açısından önemliydi.
Britt Daniel yeni albümleri Hot Thoughts ile ilgili Uncut’a verdiği mülakatta, biraz da yakın dönemde kaybettiğimizden, David Bowie (“Bowie herhalde bana diğer herkesten daha çok fikir vermiştir”) ve Prince etkisinden söz ediyor. Evet, özellikle ikinci 45’lik “Can I Sit Next to You”da ‘70’ler ve ‘80 başı Bowie’sini duymak mümkün. Prince için az zorlama da olsa “WhisperI’lllistentohearit”i sayabiliriz. Ama kanımca asıl referans noktası The Beatles. Bir kere “Do I Have to Talk You Into It”i dinleyip de aklına Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band gelmeyen yoktur. Albümdeki favorilerimden “Tear it Down” da bir Beatles cover’ı olabilirdi rahatlıkla. Bu şarkının sözleri de önümüzdeki zamanda iyi bir protesto fonu olabilir: “Bırakın diksinler duvarı / Bana fark etmez yıkacağım / Sadece tuğlalar ve kötü niyet / Şansları yok, yıkarım”. Ayrıca hemen popüler olan, “Inside Out”un devamı diyebileceğimiz ve Spoon’un belki de ilk ballad’ı “I Ain’t The One”ı da saymalı. They Want My Soul’da da beraber oldukları Fridmann’la ilişkileri daha da oturmuş bu albümde. Sayesinde albüm gayet bugün tınlarken gene Daniel’in deyişiyle “kaba” ve “sürprizli” olabiliyor. Spoon özgün sound’unu korurken bu kadar yıldan sonra bile farklı sularda rahatlıkla yüzebiliyor.
Yazının başında dediğim gibi şu aralar alt. rock ve indie rock dinlemek çok mantıklı bir hareket değil. Gelişen müzikte tür olarak çok da ayakta kalamadılar. Spoon ise artık türler üstü bir deve dönüşmüş durumda. Artık 45’ine gelen Britt Daniel ve ekibinin duracağını da pek sanmıyorum. Dediğim gibi 20 yıl boyunca hep gelişmek, hep bir öncekinden daha iyi albümler yapmak herkesin yapacağı iş değil. O yüzden de alın bi kaşık siz de.