PASLANAN HAKLAR VE FAİLLİĞİMİZİ KAZANMAK


Zeynep Serinkaya
Etrafımız kuşatıldı, hayat alanlarımız daraldı, aylarca patlayan bombalar, art arda gelen kuşatmalar, enkaz olan şehirler, betona gömülen sokaklarımız, aynı kaldırımı arşınladığımız hemşerilerimizle aramıza giren güvensizlik, bir kıyametin bekleme salonundaymışız gibi sürdürdüğümüz hayatımızla bir başımıza, küçücük kaldık. Çaresiziz. Amaçsız, yönsüz ve kudretli bir kötülüğün tüm kavramları tepetaklak eden ablukası karşısında bir tek öfkemiz kaldı. Ne yapacağız?

Ben de bilmiyorum, bu konuda ahkâm da kesemem ama sizinle yüreğimden geçenleri paylaşmak isterim. Karşımızdaki sistemin dayattığı yekpare, “ne mozaiği basbayağı mermer” cinsinden tanımlara karşı, hakların esasındaki ilkeleri ayakta tutacak olanlar bizleriz. Yaşama hakkı, adil yargılanma hakkı, seyahat hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı, devlet gözetimindeki mahpusların ve hastaların hakları, ifade ve haber alma özgürlüğü gibi haklarımızı ancak elimizden alındığında hatırladığımız için, elimizden alınmaları bu kadar kolaylaşıyor. Son birkaç yıldır yaşadıklarımız, kimliği yüzünden yıllardır canı yananlar kadar bugüne kadar devletin taarruzuna maruz kalmamışlarımız için de, hakların elde edilen değil, sürekli elde tutulması için gündelik olarak mücadele edilen şeyler olduğunu göstermiş olmalı. Bir de insanca bir yaşamın çeperine düşmenin ne kadar kolay, makbul yurttaşlığın ne kadar kırılgan olduğunu.

Bugün hukukun üstünlüğünü çiğnemeye çalışan “de facto”luk kurumunun, “devlete karşı gelen teröristtir, devlet ise benim” hükmüne karşı; devlete varlık amacının yurttaşlar olduğunu unutturmamak için, referandum sonucu ne olursa olsun; bu zamana kadar kanıksama lüksüne sahip olduğumuz, şimdi ise hayatımızdan silinip gitmekte olan hukuki temelleri diri tutmak için, gündelik hayatımızda her türlü hak mücadelesini sürdürmemiz gerek. Bunun için bir yerlerden başlamamız gerek ve fail olmamız için kurumlara, rütbelere, büyük ideallere veya siyasi davalara ihtiyacımız yok. Sözünü ettiğim “bir yerler”, ulusal kimliğimizin yıllarca bizi yoğurduğu talim terbiyeye karşı, kendimizi yeniden terbiye etmek. Topluma karşı sorumluluğumuz, kendimize karşı sorumluluğumuz, sorumluluklarımızı kendimize hatırlatmamız gerek. Toplumsal kutuplaşma apartman toplantılarını bile siyasi mecralar haline getirdi, neden elinizi taşın altına koymayasınız? Sizden habersiz yapılan izolasyonun hesabını sorabilirsiniz. İş yerinizde hafta sonları telefon ile taciz eden patronunuza karşı mobbing davası açabilirsiniz. Çocuğunuzun okulunda itilip kakılan öğrenciler olunca Milli Eğitim’i ayağa kaldırabilirsiniz. Metro kapısı açılınca üzerinize çullanan kalabalığı uyarabilirsiniz. Bir adam sevgilisine yolun ortasında bağırıp çağırdığında, üzerine yürüdüğünde, evet sizi ilgilendiriyor, “Her şey yolunda mı?” diye sorabilirsiniz – ikisi birden size bağıracak olsa bile. Bankanızın sizden sızdırdığı muğlak hizmet bedellerinin peşine düşebilirsiniz. Fikrinizi kendinize saklamayın, birileri bas bas nefret kusuyorsa yanı başınızda, sizin sesiniz daha güçlü çıkabilir. Siz sesinizi çıkarınca, size arka çıkanlar olacaktır, bunun gücünü küçümsemeyin. Dijital homurdanmalarımızın ötesinde çok güçlü failler olabiliriz.

Bu yazdıklarımı eleştirenler olacaktır, “Böyle çare mi olur?” diye, haklıdırlar da. Bu gündelik kazanımlarla yetinmek değildir elbette nihai amaç. Ancak bunun gibi, enseye batan etiket misali bizi sürekli tahriş eden ihlallere karşı durmak, özel hayatımızın güvenli sınırlarına çekilmek gibi düşünülmemeli. Artık özel hayatımızın güvenli sınırları olmadığını kabul edip, işe buradan başlamak olarak düşünülmeli. Bunlarla yetinmemek için ise, halihazırda çalışmakta olan sivil toplum örgütlerine, kendinizi ait hissettiğiniz siyasi partilere sürekli destek olmak, bu disiplini kazanmak gerekir. Hatta işe belki de kendimizin en uzağında gördüğümüz topluluklardan başlamak gerek: Bir tutukluyla mektup arkadaşı olabilirsiniz. Bir LGBTİ örgütünün dergisine abone olup düzenli olarak okuyabilirsiniz. Ayda bir gününüzü mülteci çocuklarla etkinlik yaparak geçirebilirsiniz. Anadilde eğitim hakkı için işe kendi anadilinizi öğrenmekten başlayabilirsiniz. Bir üniversite öğrencisine sinema bileti ısmarlayabilirsiniz. Ülkenin “ücra” köşelerine seyahat edebilirsiniz. Mahallenizdekilerle birleşip, ihtiyacı olan ailelere düzenli yardımda bulunabilirsiniz. Bir kez elinizi taşın altına koyduğunuzda, bir daha elinizi çekmek istemeyebilirsiniz.

Tüm bunları yaparken ve disiplinimizi kazanırken, belki de vicdani açıdan en önemli mesele, hızlı sonuçlar beklememek ve yalnızca içimize sindiği şekilde, fakat her zaman doğru olduğuna inandığımız için hak mücadelesine katılmak. Her şey yarın bitecek olsa bile, bugün hâlâ ayaktayız. “Hazır ayaktayken” bir şeyler yapalım. zserinkaya@gmail.com