Bugünde Dün: YEREL SAHNEYİ DOĞRU OKUMAK (YA DA DİNLEMEK)
Anıl Sayan*
Yerel ya da yerli sahne. Son yıllarda, bu iki kelime belki de bu zamana kadar hiç olmadığı kadar birarada kullanılmaya başlandı. Kullanılması da gerek aslına bakılırsa. Bu kelimelerin daha yüksek sesle, hatta avaz avaz söylenmesi gerek, çünkü konusundan bağımsız bu topraklarda “yerel olmak” hep zordu. Bu yazının temel konusu da, bu zorlukların müzik ayağında yaşananlar! Türkiye’de yerel sahnenin uzun yolculuğu… Başka bir deyişle “Bugünde dün”…Ancak bugün, salt günün dinamikleriyle şekillenen bir olgu değildir. Bugünlerde yerel sahneye dair yapılan çoğu yorumlama, konuyu salt bugünün olguları üzerinden değerlendirmekte. Aslında günümüzde sadece müzik değil, çoğu konu tarihsellikten bağımsız, yalnızca bugünün değişkenleri üzerinden ele alınmakta. Belki de milenyumun düşünce biçimi böyledir. Ancak şu var ki, tarihsellikten bağımsız yapılan yorumlar, geçmişin hakkının yenilmesine sebebiyet verdiği kadar, bugünün de hakkının yenilmesine neden oluyor.
1920-1950’li Yıllar: Modernleşme Projesi Olarak Batı Müziği
Her ne kadar Batılılaşma hareketi Osmanlı’nın Tanzimat dönemine kadar uzansa da, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarıyla birlikte Batı müziğinin toplumsal alanda daha fazla görünür olduğundan bahsedebiliriz. Folklorik olanın derlenerek Batı’nın müzikal anlayışı içerisinde yeniden ele alınması, geleneksel müziğin de formsal olarak değişimine ve modernleşme temelinde yeniden üretilmesine neden olmuştu. Dönem içerisinde yine modernleşme ekseninde, müziğe dair birçok kamu kurumu ortaya çıkarken, aynı zamanda folklorik olan da gün yüzüne çıkarılmaya çalışıldı. Dolayısıyla bu dönemde müzik de modernleşme projesinin bir parçası haline gelerek ulus-devlet inşasında önemli bir rol oynasa da, dönüşümün keskinliği nedeniyle topluma tam anlamıyla nüfuz edememişti. Bu durum diyalektik temelde, modern ve geleneğin çatışması üzerinden pek tabii okunabilir. Batı’nın sanayi devrimi ile yaşadığı gelenekten kopuş sancısını, Türkiye modernleşme projesi ile 1920-1950’li yıllarda yaşamıştır. Bu nedenle, Alafranga ve Alaturka arasında yaşanan gerilim, ilerleyen yılların müzikal sentezine dair önemli ipuçları da barındıracaktı.1950-1980’li Yıllar: Modernleşmede Süreklilik, Yerli Sahnenin Doğuşu ve Politika
Uğur Zeynep Güven ve Ali Ergur tarafından Türkiye’de müziğin sosyolojisi üzerine kaleme alınan makalede 1950’li yılların müzik evreni şu şekilde belirtiliyor;“Erken Cumhuriyet döneminin batılılaşma ve modernleşme ile imlenebilecek müzik evreni, ilerleyen onyıllarda Batı’nın müzik kültürleri ve altkültürlerini takip etme, model alma ve uyarlama ile süreklilik göstermiş ve bu doğrultuda müziğin toplumbilimsel çözümlemelerine konu olmuştur.” (2015, s:8)
Bu dönemde, Menderes iktidarıyla devlet politikalarının keskin bir şekilde tarımcılıktan sanayileşmeye geçtiği görülebilir. Dolayısıyla politik olarak yaşanılan paradigma değişimi ile Batı’ya dair müzikal formlar da toplumsal alanda daha belirgin olmuştur. Örnek vermek gerekirse; Celal İnce’nin “Kovboy Şarkısı” bu dönemde toplumun tüm kesimleri tarafından bilinen bir şarkı haline gelmişti. 1955’te Türkiye’de ilk rock’n roll orkestrası Deniz Harp Okulu öğrencileri tarafından kurulmuştu. İstanbul gibi görece metropol olarak sınıflandırılabilecek şehirlerdeki birbiri ardına açılan gece kulüplerinde, farklı orkestralar çalmaya başlamıştı. Bu dönemde ortaya çıkan eserler, dönemin politikalarına benzer olarak, üretimden ziyade Batı müziğinin aranjmanlarından ve icralarından oluşmaktaydı. Müzik her dönem olduğu gibi, bu dönemde de yine kamusal alandaki gelişmelerden bağımsız değildi.
1960’da yaşanan askeri darbe sonrasında Türkiye ekonomik olarak ithalata yönelik bir anlayışa sahip olsa da, yerelliklerin de gelişimi farklı toplumsal konular altında devlet politikalarıyla desteklenmiştir. Bu dönemde özellikle yabancı grup ve orkestralara getirilen kısıtlamalar, sonucu itibariyle günümüzde yaşanan yerli sahnenin üretime geçme süreci ile benzerlik gösterebilir. Bu yıllarda yerli sahne önemli bir ivme kazanmıştır. Örnek vermek gerekirse, TRT’nin yayın listesinde, yerel grup ve sanatçılar büyük bir yere sahip olmuştu. Bunun yanı sıra, birçok ulusal gazete “Altın Mikrofon”, “Liselerarası Müzik Yarışması” gibi adlarla yarışmalar düzenlemiş, böylelikle Cem Karaca, Haramiler, Moğollar gibi rock grupları ya da müzisyenler ortaya çıkmıştır. Yaşanan bu gelişmelerle birlikte Batı temelli müzikal form, ya özgün bir nitelikte, ya Batı müziğinin Türkçe sözlerle aranjesiyle ya da folklorik müziğin Batı enstrümanlarıyla yeniden düzenlenmesiyle ortaya çıkmıştı. Aslına bakılırsa, modernleşme projesi tarihsel bir perspektif üzerinden değerlendirildiğinde, ‘60’larda üretilen müziğin neden Doğu ve Batı’nın buluşmasıyla ortaya çıktığı da açıkça görülebilir: Diyalektik! Doğu ve Batı’nın çarpışmasının sonucunda ortaya çıkan yerli sahne, dönemin kaçınılmaz kültürel bir fenomeniydi.
Özellikle 1970’li yıllarla birlikte Türkiye’de politik konular belki de hiç olmadığı kadar farklı toplumsal alanlarda görünür olmaya başlamıştı. Bu durum ironiktir ki 1960 darbesinin sonucu olan ve belki de Türkiye’nin şu ana kadar yazılmış en özgürlükçü anayasası ile ilişkilidir. Sendikalaşmadan ifade özgürlüğüne kadar geniş bir yelpazede toplumsal hakları barındıran anayasa, ülkedeki kamusal alanı da politik bir zemine çekmişti. Her dönem olduğu gibi toplumsal alandan bağımsız düşünemeyeceğimiz müzik de bu dönüşümden nasibini almış ve politik bir içerik kazanmıştı. Dönemin eserleri müzikal formlarından bağımsız incelendiğinde, genellikle politik bir bakış açısına sahipti. Selda Bağcan, Orhan Gencebay, Cem Karaca ya da Alpay gibi farklı müzikal formlarda eser veren “popüler” müzisyen ve gruplar, günümüzden bakıldığında oldukça yoğun politik içeriklere sahip şarkılar üretmekteydi. Selda Bağcan’ın “Yaz Gazeteci Yaz”ı, Alpay’ın “Güven Parkı” adlı eseri ya da Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı” adlı şarkısı bu dönemin popüler ancak politik içeriğe sahip eserleridir. Fakat takvimler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde, ülkedeki politik ortam, askeri darbe ile keskin bir şekilde son bulacak ve cunta kamusal alandaki tüm politik unsurları ortadan kaldıracaktı. Bu keskin dönüşümden Cem Karaca ya da Selda Bağcan gibi dönemin “popüler” sanatçıları da kendi paylarına düşeni almış ve ülke dışına itilmişti. Devlet politikalarıyla şekillenen -politize edilen demek istemiyorum- yerel sahne yine devlet politikalarıyla apolitik bir hal almıştı.Yerli sahne Ahmet Kaya, Grup Yorum, Bulutsuzluk Özlemi, Yeni Türkü ya da Ezginin Günlüğü gibi grup ve müzisyenlerin “protest” çabaları haricinde 2000’li yıllara kadar politikadan uzak bir şekilde kendine yol aramıştı! (Konu üzerine daha detaylı değerlendirme yapmak için Deniz Ela Özcan ve Mehmet Atilla Güler tarafından kaleme alınan Türkiye’de 1980’den Günümüze Rock Müzik ve Sosyal Haklar adlı çalışmaya bakılabilir.)
Yerel Sahne’yi Yeniden Keşfetmek: Küreselleşme ve Politikaya Dönüş
Günümüze gelecek olursak, yerel sahne şu aralar hiç olmadığı kadar üretici bir alan haline geldi. Yerli müziğin önemli takipçilerinden olan Tayfun Polat, 2016 yılında 250’den fazla yeni albümün piyasaya sürüldüğünden geçtiğimiz günlerde bahsetmişti. Bu rakamlar açıkça bu alandaki verimin artışını gösteriyor. Peki ne oldu? Rakamlar neden bir anda böylesine radikalleşti? Sebebi birkaç noktada yatıyor: (1) politik ve ekonomik nedenler (2) müziğin dijital formda üretilebilecek ve yayılabilecek küresel niteliğe erişmesi (3) Gezi Direnişi ve sonuçları.Öncelikle politik ve ekonomik nedenler üzerinden bugünü değerlendirmek istiyorum. Türkiye’de 2014 yılından bu yana yaşanan politik paradigma değişimiyle gündelik hayat içerisinde çok da istenmeyen durumlar yaşandı. Birçok şehirde, birçok bomba patladı, yüzlerce masum insan öldü. Patlayan bombalarla birlikte çoğu yabancı grup artık Türkiye’yi ziyaret ederken birkaç kez düşünerek hareket ediyor. Patlamalardan bu yana, güvenlik nedeniyle birçok konser ya da festival iptal edildi. Sonuç olarak, önümüzde iki seçenek kaldı: Ya kendimize dönecektik ya da evlerimize! İlki oldu, kendimize döndük. Kendimize dönmek zorunda kaldık belki de. Geçmişte İstanbul’un önemli sahnelerinde oldukça kısıtlı yer ya da zaman dilimlerinde yer bulan gruplar, yavaş yavaş ana sahneye doğru geçmeye başladı. Bu da müzikal gelişimi hızlandıran etmenlerden sadece biriydi.
Günümüz yerel sahnesi kuşkusuz salt politik nedenlerle ortaya çıkmadı. Müzikal üretim 2000’li yıllarla birlikte dijital bir nitelik edinerek küreselleşti ve şaşaalı stüdyolardan ev stüdyolarına geçiş gösterdi. Müziğin yayılımını sağlamak için farklı sosyal ağlar ortaya çıktı. Bugün ortalama dijital okuryazarlık seviyesine hâkim bir kişi, rahatlıkla müzikal üretimini dünyaya yayabilir. Müzisyenler geleneksel üretim çizgisindeki birçok prangayı, müziğin dijitalleşmesiyle ortadan kaldırdı. Bu da yerel sahnedeki verimi artıran bir diğer unsurdu.
Türkiye kamusal alanı son 15 yılda inanılmaz bir şekilde politik bir hal aldı. Bu politize hal, geçmişte olduğu gibi elbette ki ülke gündemi ve devlet politikalarıyla yakından ilişkili. Bu bağlamda, Gezi Direnişi önemli bir milattı! İnsanlar Gezi’yi işgal ederken, Gezi insanların zihinlerini politik bağlamlardan bağımsız olarak işgal etti. Dolayısıyla 2012’den bu yana müzikal üretimler de politik içeriklerle ortaya çıkmaya başladı. Yeni nesil müzisyenler, 1980 darbesinin apolitik yılgınlığını yavaş yavaş üzerinden atıyor. Politika tekrardan müzikle birleşmeye başladı. Müzikal üretimlerde; amatörden profesyoneline, sağcısından solcusuna, popülerinden alternatifine politik hicivler oldukça bol. Bu da geçmişe geri dönüş ya da bugün içerisindeki dünün devamı olarak okunabilir.
Sonuç Yerine: Bugünü ve Dünü Korumak!
Kuşkusuz günümüz yerel sahnesi, 1970’li yıllara kadar devlet politikalarıyla şekillenen yerel sahnenin gelişimiyle benzerlikler göstermese de, paralellikler içermekte. Her iki dönemde de farklı sosyal ve politik nedenler, yerel sahnenin gelişimine neden olmuş ya da oluyor. Geçmişteki yerel sahnenin niteliğini söylememe ne hacet! Günümüz yerel sahnesi bile o dönemin işlerini feyz almakta, “geçmişine dönmek” için çabalamakta. 1980’de sihirli ve sinirli bir değnek ile ortadan kaldırılan yerel sahne, 30 yıl sonra farklı bağlamlarda yoluna devam etmeye çabalıyor. Yerel sahne bugün bu nedenle çok önemli ve değerli.Hayatımızda bu aralar gri günler çok olsa da, gri günlerin içerisinde sahip çıkmamız gereken önemli değerler var! Geçmişte olduğu gibi elimizden gitmesin bu önemli kazanım ya da ivme. Her şeyden öte, gri günlerde bir “şeyler” üretiliyor. Bu çok önemli ve değerli. Sonuç olarak, grinin içerisinde yerel olmak kolaylaştı! Diyalektik belki de buydu ve Hegel yine haklıydı!