Ne Oluyor(du)? - V


Tertip Kabal - Tayfun Polat

Değişen koşullarda, emperyalizmin kullandığı terminolojinin de değişmesi gerekir. “Emperyalizm”, “ilhak”, “askeri zafer”, “prestij”, “beyaz adamın sorumlulukları”, “etki alanları” gibi güncel siyasi terminolojiden dışlanmış olan kavramlar ve ifadeler, diplomasinin eski eşya deposuna kaldırılmalıdırlar. Bunların yerine, uygulanabilir güncel formüller ve kavramlar üretilmelidir. Örneğin Mezopotamya’ya yerleşmek istiyorsak, öncelikle demeliyiz ki, 1) Mezopotamya, dünyadaki potansiyel gıda ve yakıt depolarından biridir. İyi işlenirse dünya işçileri şimdikinden daha iyi beslenir ve ısınırlar. 2) Eğer Mezopotamya Türklerin elinde kalırsa gelişemez -dolayısıyla dünya işçilerini daha iyi besleyip ısıtmak mümkün olmaz. 3) Militarist/emperyalist bir güç olan Türkler, burayı yalnızca askeri güçlerini artırmak için kullanırlar. 4) Mezopotamya halkı kendi başına bırakılırsa gelişemez, çünkü ülkede dört-beş kent oligarşisinden, bir grup nehir eşkıyasından ve birkaç ataerkil göçebe topluluğundan başka bir şey yoktur. İkinci olarak, hem kendi demokrasimizi, hem de dünya demokrasilerini, bizim yönetimimizin dar kapitalist çıkarlara değil, ülkenin gelişimine ve halkın özgürlüklerinin artırılmasına hizmet edeceği konusunda ikna etmeliyiz.

Geçen sayımızda Trump’ın seçimi kazanması ve Brexit sonrası AB’nin durumunu yazdığımız bölüm matbaaya gittikten sonra iki gelişme oldu. Birincisi, İtalya’da AB’den ayrılma seslerinin yükseldiğini söylemiştik, 4 Aralık’ta gerçekleşen anayasa değişikliği referandumunda AB’den ayrılma taraftarı 5 Yıldız Hareketi koalisyonu zafer kazandı ve hükümet istifa etti. İkincisi, dünya medyasında Trump’ın bizim de geçen sayıda andığımız Roosevelt’e benzetildiği ve dünyanın şu anki durumunun I. Dünya Savaşı öncesi ve sırasındaki duruma benzediğine dair yorumlar yazılmaya başlandı.

Bu benzerlikleri kim, niye kuruyor kısmıyla çok da ilgilenmeden bizim de kurduğumuzu söyleyebiliriz. Trump’ın da Roosevelt’in de Alman kökenli olması değil kurduğumuz bağ. İkisinin de başkanlık yaptığı dönemlerdeki hâkim dünya algısı ve sermaye baskısı. İkinci yazımızda suikaste uğrayarak öldürülen iki ABD Başkanı’nından ilki olan Lincoln’ün köleliği kaldırması bir tarafa, National Bank Act yasasıyla devlete yüksek faizle borç veren bankerlere savaş açtığını, Kennedy’nin de Amerika’da para basma yetkisini Federal Reserve Bank’ten (FED) alarak devletin hazine bankasına devrettiğini söylemiştik. “İnsan suikast sonucu hayatını kaybeden diğer iki başkanın icraatlerini merak ediyor değil mi?” diye sormuştuk bir de. Siz merak etseniz de, etmeseniz de artık açıklamanın yeri ve zamanı. Lincoln’ün de Amerikan İç Savaşı’ndan silah arkadaşı olan ve 4 dönem sonra başkanlığa seçilen James A. Garfield de siyahların haklarını düzeltmeye çalışmış ve eğitim eşitliği üzerine reform hareketine başlamıştı. Bir de 19. yüzyıl başından I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Avrupa ve Amerika’da uygulanan para sistemi olan altın standartının düzenlenmesi üzerine ciddi revizyonlar gerçekleştirme niyetindeydi. Ancak başkan seçildikten 4 ay sonra suikaste uğradı ve başkanlığının 7. ayında da suikasti basit bir yarayla atlatmasına rağmen doktor “marifetiyle” hayata gözlerini yumdu. Garfield’den beş dönem sonra başkan seçilen William McKinley ise Amerikan endüstrisini desteklemek için koruyucu gümrük yasasını devreye sokan, İspanyol-Amerikan Savaşı’nı kazanan (sonucunda da Küba’ya bağımsızlığını veren) ve tesadüftür ki enflasyon tasarısını reddederek altın standartını koruyan kişi olarak tanınıyor. Afro-Amerikalıların da dost gördükleri bir başkan aynı zamanda. Polonyalı bir anarşist tarafından vurulduktan sonra da Theodore Roosevelt başkan oluyor. Roosevelt’in siyah hakları için onca mücadele yürütüp pek çok kazanım sağladıktan sonra ülkenin dört bir tarafında yükselen siyah ayaklanmalarıyla başkanlık koltuğunu yitirdiğini geçen sayımızda yazmıştık. Ardından gelen Taft’ın pasif geçen başkanlık döneminden sonra Roosevelt tekrar başkan seçilebilmek için Woodrow Wilson ile yarışırken çok ciddi bir suikast girişiminden ucuz kurtulup seçimden çekiliyor. Evet, aslında bu paragraftaki bunca lafı konuyu Wilson’a getirmek için yazdık.

Wilson, başkanlığının birinci yılı dolmadan McKinley’in devreye soktuğu koruyucu gümrük yasası mevzuatını değiştirmek ve bankacılık reformu gerçekleştirmek adına Lincoln’ün National Bank Act yasasını yürürlükten kaldırarak 1913’te FED’i kuruyor ve Amerika’da para basma yetkisini sermayeye devrediyor. Bu küresel sermayenin 100 yıl önce kazandığı en büyük başarı. Ancak mevzu burada bitmiyor. ABD’nin I. Dünya Savaşı’na girişinin ardından 1918 başında savaş sonrası kurulmasını istediği düzene ilişkin 14 maddelik Wilson Prensipleri’ni ortaya atıyor.

Maddeleri sıralamayacağız, gugıla “14 madde” yazmanız yeterli okumak için. Ondört maddenin sekizinde (6-13. maddeler) askeri planlar, üçünde (2, 3 ve 14. maddeler) ABD’nin ekonomik beklentileri, ikisinde (1. ve 4. maddeler) Lenin’in Barış Kararnamesi’ne (Rusya’nın derhal savaştan çekilmesini ve toprak ilhaklarını içermeyen adil ve demokratik bir barışın yapılmasını öneren, ayrıca barış düzenlemelerinin ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi, yani özerklik ilkesine uygun olması gereğine de işaret eden bildiri) yanıt veren ideolojik hesaplar görülüyor. Bir maddenin ise (özerklik ile ilgili 5. madde) hem ekonomik, hem askeri, hem de ideolojik boyutları bulunuyor.

Bizi en çok ilgilendiren ise 12. madde. “Osmanlı İmparatorluğu’nun, nüfusunun çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu bölümlerinde Türk egemenliği güvence altına alınmalı; İmparatorluk sınırları içindeki diğer ulusların yaşam güvenlikleri ve özerk gelişimleri sağlanmalıdır. Çanakkale Boğazı, uluslararası güvenceler altında tüm gemilere ve ticarete sürekli olarak açık hale getirilmelidir,” diyor bu maddede Wilson. Bir de harita hazırlamış, ki altı ay önce NY Times’ın servisiyle tüm yerli basınımızda ve bazı yabancı basın organlarında tekrar gündeme getirilen bu harita aşağıda. Ha, harita Sykes-Picot Anlaşması’nın 100. yılı sebebiyle yayınlanmıştı, ama Orta Doğu’yu cetvelle çizerek ülkelere bölen Sykes-Picot haritası değil, Wilson Haritası’ydı. NY Times’ın böyle bir hata yapması da manidar.Bu madde, ulusların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesini düzenleyen beşinci madde ile birlikte düşünüldüğünde, tüm Ortadoğu halklarının bağımsız gelişimlerine olanak tanınacağı izlenimini veriyordu ve Wilson’a Orta Doğu’da büyük saygınlık kazandırdı. Ulusal sınırları içinde bağımsız bir Türk devleti kurmak isteyen ve bunun için gerekirse (ve hatta gerektiği gibi) Amerikan mandasını kabul etmeye hazır bir grup Osmanlı aydını da, 4 Aralık 1918’de İstanbul’da Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kurdular. Halide Edip Adıvar, Celâleddin Muhtar ve Ali Kemal Beyler tarafından kurulan cemiyetin üyeleri arasında Refik Halit Karay, Ragıp Nureddin Ege, Celâl Nuri İleri, Necmeddin Sadak, Mahmut Sadık, Ahmet Emin Yalman, Yunus Nadi gibi basın dünyasının önde gelen isimleri yer alıyordu. Kuruluşundan iki ay sonra kapanmış olsa da özellikle basın yoluyla Amerikan mandası lehinde propaganda yapan cemiyet üyeleri Wilson’a muhtıra göndererek resmen manda talebinde de bulundular. Halide Edip Adıvar, Sivas kongresi öncesi Atatürk’e yazdığı mektubunda “Milletin refah ve kalkınmasını sağlayabilecek, halkı ve köyleri, sağlığı ve zihniyeti ile çağdaş bir halk durumuna getirebilecek bir hükümet anlayışı ve uygulamasına ihtiyacımız var. Bunun için gerekli olan paraya, uzmanlığa ve kudrete sahip değiliz,” diyerek hâkimiyet, uluslararası temsil, kültürel bağımsızlık ve vatan bütünlüğü için acilen Amerikan mandasının kabul edilmesi gerektiğini belirtiyordu. O dönemde İsmet İnönü, Rauf Orbay ve Refet Bele gibi bazı komutanlar da manda fikrini savunuyordu. İsmet İnönü’nün Atatürk’ün ölümünün ardından mandacılara itibarlarını geri vermesi, CHP kadrolarını onlara açması da incelenecek konudur aslında. Ama şimdilik siz bu isimleri biraz araştırın, gerekirse konuya geri döneriz.

İDEALİZM VE İNSANCILLIK MASKELERİ KUŞANMIŞ BİR SERMAYE GÜCÜ, WILSON SONRASINDA ABD NEZDİNDE HÂKİMİYETİ ELE GEÇİRMİŞ VE ABD'NİN KAPİTALİZMİN DÜNYA JANDARMALIĞINI YAPMA SÜRECİ BÖYLECE BAŞLAMIŞTIR.

Diğer taraftan yukarıdaki haritadaki gibi ayrılmış bir Anadolu’da kendilerine özerklik arayan bir başka grup da Kürt Teali Cemiyeti’ni kurdu. Daha sonra işi Sivas Kongresi’ni engellemeye ve Mustafa Kemal’i öldürmeye teşebbüs etmeye kadar götürecek bu dernek, Milli Mücadele’ye karşı aralarında Wilson-sever’lerin de bulunduğu Hürriyet ve İtilaf Fırkası ve İngilizler ile işbirliği yapmaktaydı. 1921’de TBMM tarafından cemiyet kapatıldı.

Gelelim giriş paragrafına. Alıntı Fransa ve Britanya arasında Osmanlı Devletleri’nin Orta Doğu’daki topraklarını paylaştığı gizli anlaşmaya Britanya adına imza atan Mark Sykes’ın, ülkesinin Orta Doğu’da kalıcı olarak yerleşmesi için yapılması gerekenleri yazdığı 1918 tarihli kapsamlı bir rapordan. Anlaşma’nın ortaklarından Rusya’nın Bolşevik Devrimi sonrası kendi paylarından vazgeçerek gizli anlaşmayı dünyaya ilan etmesiyle birlikte Wilson devreye giriyor biraz da. Tam da Sykes’ın dediği gibi, “hem kendi demokrasimizi, hem de dünya demokrasilerini, bizim yönetimimizin dar kapitalist çıkarlara değil, ülkenin gelişimine ve halkın özgürlüklerinin artırılmasına hizmet edeceği konusunda ikna etmeliyiz” düşüncesiyle. Wilson, emperyalizmi liberal emperyalizme çeviren kişi olarak tarihe geçmiştir diyebiliriz. İdealizm ve insancıllık maskeleri kuşanmış bir sermaye gücü, Wilson sonrasında ABD nezdinde hâkimiyeti ele geçirmiş ve ABD’nin kapitalizmin dünya jandarmalığını yapma süreci böylece başlamıştır.

İlk yazımızdan beridir bir CFR (Council of Foreign Relations) tutturduk gidiyoruz. Sermaye devleri tarafından fonlanan ve son 100 yıldır ABD’nin dış ilişkilerini şekillendiren en önemli düşünce kuruluşu olan CFR’nin “düşünceleri”nin kapitalist emperyalizm ve sonrasında da devletlerüstü bir liberal emperyalizm olduğunu göstermeye çalışıyoruz. CFR’nin kuruluşu, Wilson Prensipleri’ni belirlemek için çalışmaya başlayan 150 bilim insanına dayanıyor. Bu ekip Wilson’ın başkanlık döneminde aralarına sanayiciler, hukukçular, üst düzey bürokratlar, bankerler ve akademisyenler alarak çalışmalarını sürdürüyor ve 1921’de CFR kuruluyor. Sonra olaylar olaylar...

CFR kadar ve hatta son 50 yılda daha da etkili bir düşünce kuruluşu daha var; adından amacını belli eden Wilson Center. 1968’de kurulan ABD hükümeti destekli kuruluşun son dönem çalışanlarından ve yöneticilerinden bir kısmına göz atarak bu yazının meramına girişelim artık. Merkezin Orta Doğu Programı’nın kurucusu ve uzun yıllar yöneticisi, İran Devrimi’nden hemen önce Amerika’ya kaçan bir İranlı olan Halef Esfandiari. 1997’den beri Orta Doğu Programı’nda çalışıyor. Yıllarca ılımlı İslam projesinin mucidi düşünce kuruluşu RAND Coorparation ile ortak, “Orta Doğu Gençliği için Girişim” projesinde çalışmış. Geçen yıl görevini Henri Barkey’e devretti. Bir diğer Wilson Center kökenli isim olan Amberin Zaman’ı biz Taraf gazetesi yayımlanmaya ve kendisi de ilk günden itibaren burada yazmaya başladığında duymuştuk. Öncesinde The Washington Post, The Daily Telegraph, The Economist ve Los Angeles Times gibi yayınlarda ve halen Diken’de yazmaya devam eden Zaman; Wilson Center’da “Irak Kürt Bölgesine Güç Aktarma: Kürt Bağımsızlığı Nasıl Demokrasi ve Anlaşmazlıkların Çözümüne Katkıda Bulunabilir” isminde bir projede yer alıyor. Projenin adını da Sykes koymuş sanki. Başka bir isim, Bülent Aras. “Arap Baharı’ndan Sonra Türkiye ve Orta Doğu” projesinde çalışan Aras, 2009-2014 yılları arasında Ahmet Davutoğlu’nun ve Dışişleri Bakanlığı’nın danışmanlığını yapmıştı. Merkezin halen başkan yardımcılarından olan Aaron David Miller’ın 15 Temmuz gecesi attığı tweet de şu; “Erdoğan muhteşem bir ülkeyi harabeye çeviren bir megalomanyaktı. Onu kim özleyecek?”

Demeye çalıştığımız; burada 12. madde özelinden konuşuyor olsak da, genelinde Wilson Prensipleri hâlâ gündemdedir. Hep öyleydiler. Bakın ilginç bir raslantı daha; RAND Coorparation’ın daimi politik danışmanı, eski CIA başkan yardımcısı, BOP ve ılımlı İslam’ın en önemli liderlerinden biri olarak Gülen’i gösteren mühim şahıs Graham Fuller ile birlikte Türkiye’nin Kürt Meselesi kitabının yazarı, Wilson Center Orta Doğu Programı yöneticisi Henri J. Barkey, darbe teşebbüsü gecesi Büyükada’daki Splendid Palas’ta 17 kişi ile toplantı halindeydi. Ekipte AB Dış İlişkiler Konseyi, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı’nda görevli Ellie Geranmayeh(*) de yer alıyordu. Cemaatin ABD’deki Dinler Arası Diyalog(**) faaliyetlerini yürüten düşünce kuruluşu Rumi Forum’un da profesyonel çalışanı ve İzmir doğumlu bir Yahudi olan Henri Barkey, adada yaptıkları kamptan sonra otelden ayrılırken resepsiyona üzerinde “Pensilvanya” (***) yazan bir çan bıraktı (ya da unuttu). Toplantının Splendid Palas’ta olmasının rastlantısallığı da şöyle, otel lI. Dünya Savaşı sonrası İngiliz İşgal Kuvvetleri’nin komuta merkeziydi. Yani Wilson Prensipleri ve Sykes-Picot anlaşması uyarınca paylaşılmaya başlayan Osmanlı’nın başkenti, kapitalist emperyalizmin eline düştüğünde buradan idare ediliyordu.

Sonuç olarak, o günün Amerikan mandacılarıyla bugünün AB mandacıları ve Wilson-severleri arasında benzerlikler olduğunu söyleyebiliriz. Bununla da kalmıyor. Aşağıdaki harita, Wilson’ın gerçek Orta Doğu projesini gösteriyor. Bu haritanın ortaya çıktığı 1920’de Amerikan mandasındaki Ermenistan, Fransız mandasındaki Suriye ve İngiliz mandasındaki Mezopotamya (Irak) planı, o zamanın Kürt bağımsızlık hareketini büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Şimdi de ılımlı İslam’ın ve BOP’un gazlamasıyla özerklik peşindeki bir grup Kürt, planın Büyük İsrail olduğunu anlamanın hayal kırıklığını yaşıyor. Bir kısmı da hâlâ kulağının üstüne yatıyor.Evet, dünya yüz yıl önceki hali yeniden yaşıyor. Zamanlamaya bakın ki, Avrupa’da bazı ekonomistler, Trump ve hatta Erdoğan, uluslararası para endeksinin altın standartına göre yeniden düzenlenmesini gerektiğini dillendiriyorlar. Trump’ın hedefinde FED var. Amerika’da siyah hakları ve faiz lobisine savaş açan tüm başkanlar suikaste kurban gitmişti. Türkiye’de Kürt sorununu çözmeye yeltenen her devlet adamı, bürokrat ya öldürülüyor, ya da buna teşebbüs ediliyor. Demokrasi, insan hakları, halkların özgürlüğü vs diye en çok bağıranlara dikkat edin ve Sykes’ın raporunu hatırlayın. Tezgâh aynı.

İşgal günlerinde İzmir’de bir Splendid Palas daha vardı. Meşhur Attilâ İlhan şiiri ve Timur Selçuk şarkısı “Karantinalı Despina”dan bilirsiniz belki. Atatürk’ün kayınpederi Muammer Bey’in yasaklı aşkı Despina’nın İsplandit Palas’ta Miralay Zafiru ile Yunan zırhlılarına karşı sevişmesini anlatır şiir. Timur Selçuk da hakkını verir şiirin. Amacımız şarkıdaki gibi bir hüzün bırakmak değil gönlünüzde. Devran dönüyor. 100 yıl önce kazananlar, bugün kaybediyor. Şiir “Olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması,” diye biter. Biz birbirimizi anlamaya çalışmakta ısrarcı olalım. Anlayış ve umudu yükseltmek için bu kadar uygun bir zaman olmamıştı.

Aslı Hürcan’a teşekkürlerimizle...

-------------------------------------------------
(*) Gerenmayeh o gece “Erdoğan, Facetime’dan CNN Türk’e bağlanıp halkın sokağa çıkmasını istedi. Bu sırada kendisi güvenlik için komşu bir ülkeye gidiyor” ve “Henri Barkey’le birlikteyim. Kendisi birçok şeyin Erdoğan ve Başbakanın tutuklanıp, tutuklanmamasına bağlı olduğunu söylüyor. Darbenin gerçekliğini tespit etmek için zamana ihtiyaç var” tweet’lerini atmıştı.

(**) Dinler Arası Diyalog faaliyetleri İngiltere’de Dialogue Society, Türkiye’de de Abant Platformu üzerinden yürütülüyordu. Hatırlarsınız geçen yazımızı “Sağ sağ değildir, sol da sol değildir,” diye bitirmiştik. Mesele aslında sağ sol meselesi değil. İdeolojik değil, etnik ya da mezhebi / dini de değil. 2016 Abant Toplantısı katılımcıları listesine bakınca, mesele çok daha rahat görülüyor.

(***) Tabii herkesin aklına Gülen geliyor, gelmeli de belki ama Pensilvanya Özgürlük Çanı, ABD’nin özgürlük ikonlarından biri. 1776’da Özgürlük Bildirgesi’nin okunması ve imzalanması sırasında 7 kere çalınan kırık çan, Pensilvanya, Philedelphia’daki Bağımsızlık Sarayı’nda duruyor. info@kargamecmua.org