Bir İnsanla Konuşmak İster Misiniz?
Murat Mrt Seçkin
İyiniyetli Kısım Hani arkadaşlarınızla oturup sohbet edersiniz de bir tanesi çıkıp şöyle der : “Benim hatun sadece festival filmleri seviyor.” Aynı durumun tam tersi de cümledeki cinsiyet ve janrı değiştirdiğimiz zaman oluyor. Sanırım erkekler vahşi altyapıları yüzünden aksiyona tutuluyor. Kendi adıma söyleyeyim gün içinde romantik komediden, istismar sinemasına, oradan da ne olduğunu tarif edemeyeceğim türlere kayabiliyorum. Sinema söz konusu olunca klişeler ve önyargılard beraberinde geliyor. Ama en korkuncu tıpkı müzikte Kerem Görsev’in bir ara “Jazz’dan başka müzik müzik değildir” gibi aşırı tutucu tavrının sinema zevkimize yansımış halidir. Kesin olarak başka türlere kapısını kapatanlar, “sanat filmi” ikilisini cümle içinde kullanmayı sevenler. İşte en korktuğum budur. Ayrıca sanat filmi nedir yahu?
Bütün bunlar insanda tuhaf refleksler oluşturabiliyor. Film festivalindeki herhangi bir yapıma giderken, gururla sinemanın önünde arz-ı endam eder, şöyle bir kendimizi gösteririz. Ama bunun yanında, mesela “Man Of Steel”e gidince bilet alındığı gibi salona geçilir ve gözden kaybolunabilir. Oysa ki biraz sakin olsak ne güzel olur. Sinemanın öncelikli varlık sebebi eğlenmek, eğlendirmek değil mi? Bu, içeriği ve tarzı ne olursa olsun tüm filmler için geçerli.
O zaman konuya şuradan girelim: Anladım ki Neill Blomkamp isimli arkadaşın filmlerine gönül rahatlıyla, keyifli bir seyir için gidebilirim. Bu adam bir şekilde aksiyon ve bilim kurguyu güzelce yutmuş, öğütmüş ve en faydalı parçalarını vücuduna dağıtmış. Üstelik Dziga Vertov’un sinegöz felsefesini popüler sinemaya mis gibi uyarlayarak.
Blomkamp esas mesleği olan 3d animasyon işi ile uzun sürede önemli bir yere gelmiş. Ancak gerçek çıkışını, tam fikri olmadan seyreden herkesi şaşırtan güzeller güzeli “District 9” ile yaptı. Güzel bir bilim kurgu ve distopya filminin içine kendi ülkesinde içten içe hala devam eden apartheid sorununu kattı. Ama sadece Güney Afrika’ya değil ayrımcılık, işsizlik, bozuk medya düzeni ve gelir düzeyindeki adaletsizliği de içine koyarak global bir felaketi canlandırdı.
Bu güzelim filmi çeken adamın bir sonraki yapımını da doğal olarak merakla bekledik ve sonunda dört sene sonra geldi. İlk filmin başarısı sayesinde örüyoruz ki yapım firmaları kesenin ağzını açmış ve özellikle kast konusunda Blomkamp’ın enteresan tercihler yapmasına neden olmuş.
Kısaca 2154 yılında ikiye bölünmüş bir insanlık görüyoruz. Dünya hastalık ve fakirlikten kırılan, işçi ve alt sınıfın yaşadığı koca bir gettoya dönüşmüş. Zenginler ve efendiler ise dünyanın hemen dışında Elysium adlı korunaklı bir dev uzay istasyonunda sağlık ve mutluluk içinde yaşamaktalar. Özellikle sağlık konusu önemli çünkü Elysium halkının evinde her türlü hastalığı ve yaşlılık pürüzlerini yok eden kabinler var.
Hızlı çekimler, başarılı efektler, bence oturmuş bir kast. Haydi sinemaya gidelim diyerek, hiçbirşey düşünmeden izleyebileceğiniz güzel bir yapım işte...
Kötüniyetli Kısım
Buraya kadar gayet sakin ve patlamış mısır sineması tadında gittik. Ama buradan itibaren bu güzel adamın sinemasının geleceğinin kısa sürede yıkılma ihtimalini gözden geçireceğiz.
Evet filmi keyifle izledik ama çıkışta şöyle yüzünüzde boş bir ifade olur ya, birazcık onu yaşıyorsunuz. “Elysium” ile ilgili en büyük sıkıntı bir çok açıdan “District 9” ın bazı sahnelerinin elden geçirilmiş hali duygusu yaşatması. Özellikle ilk filminde güzel bir espiri ve seyirlik tat katan bazı kamera oyunlarının burada da aynı şekilde kullanılmış olması biraz can sıkabiliyor. Hiç ihtiyacı olmadığı halde “hehe bak bu tutmuştu, şu aksiyon sahnesinde de kamerayı aynen böyle hareket ettirelim” gibi bir zorlamayı ister istemez hissediyorsunuz. Bu bir tarz meselesi diyebiliriz ama tarz zaten zorlamadan çıktığı için bize güzel gelir. Aynı olsa da sıkmaz çünkü samimidir.
Sıfır hoşgörü politikası, kendine muhattap olarak insan bulamamak, makinalara boyun eğmek, boyun eğdiğin makinaları üretmek, efendilerine şükran duymak, şikayet etmemek, ölümün normalleşmesi, darbe ve güç bağımlılığı gibi özellikle bu aralar bizlerin çok ilgisini çekecek güzel başlıklar atmış Neil kardeşimiz. Ne yazık ki filmin ilerleyen dakikalarında bu çok rahat üzerinde oynanabilecek klişe bilim kurgu ve distopya konularını yok edip bambaşka bir noktaya gelmiş. Klişe kullanmak kötü birşey değildir ancak “Elysium”da bir süre sonra film tüm bu içerikte kopuyor ve çok daha klişe kovalamaca, kavga ve dram sahneleri ile kaybolup gidiyor.
Sanat yönetmenliği başarılı olsa da çökmüş Los Angeles görüntüsü için “District 9” setini veya 3d çizimlerini değiştirerek kullanmış hissininden kurtulamıyorsunuz. Üstelik Jodie Foster gibi ne yapsa el üstünde tutacağım bir oyuncunun abartılı politikacı oyunu da işin tüm samimiyetini bir kenara atıyor.
Film kötü mü? Hayır değil, tam seyirlik. Peki Neil Blomkamp’tan bunu mu bekliyorduk? Hayır.
Bayramın ikinci günü, hiç planlamamışken ev arkadaşımla beraber gittiğim bir film olarak hiçbir pişmanlık duymuyorum. Sadece havada asılı kalmış senaryosu, kendini hayalgücü anlamında çok da geliştirememiş dünyası, sözlerini bir türlü bitirememiş sosyal içeriği ile çıkışta garip bir burukluk yaşıyorsunuz. Seyredin, kararınızı verin.
N O T 1 : Ne olursa olsun çok rahat 3 boyutlu olabilecek bir filmi bu şekilde yayınlamadığı için yönetmen ve yapımcıları ayrıca kutluyorum. Biz gözlüklü izleyiciler için o üç boyutlu siyah çerçeveler bazen ciddi eziyet olabiliyor.
N O T 2 : Neredeyse aynı adamı oynasa da Sharlto Copley aktörler listemde uzunca süre ilk onda gezinebilir. Ayrıca İngilizce eğitimi alırsa “Die Antwoord” yerine kendisinden alacağım.
muratmrtseckin@gmail.com