Gelin İtiraf Edelim… (It’s Messed Up Yo!)


Viktor Pilatan
Bu yazı malumun ilanı denemesidir. Politik doğrucu olmamaya çalışmıştır.
 
Ölünce kurt yemi olacağız!
 
Oh!
 
İnsan en çok kendine bunu itiraf ettiğinde rahatlıyor. Üzerinizden bir yük kalkıyor değil mi?
Aradan çıkaralım istedim. Şimdi konuşalım.
 
Eğer suç açısını bir kenara bırakırsak itiraf ve yüzleşme genelde insanın kendini kandırması, kendine yalan söylemesi olgularının sonunda ortaya çıkıyor. Ben buna “Kasıtlı Cehalet” diyorum. İnciluz buna “ignorance” gibi bir şey diyor ama tam karşılığı yok bizde sanki. Hatta ses benzeşsin diye “İğrenç Cehalet” de diyebiliriz.
 
Bunun bir kapitalizm oyunu olduğunu söylemeli mi? Tabii ki. En pis yüzleşme de burada başlıyor. Evrimi anlamak, diyalektiği anlamak çok sert bir realite yaratıyor. Çünkü aynı sertlikte kapitalizm de halklara sosyal Darwinizmi ve çoğu zaman anlamsız bir “varlığını sürdürme” gerekliliği, içgüdüsü pompalıyor. Keza “Üç Çocuk” tribi. Bu rezilliğe alışıyorsun. Alışmak istemiyorsun ama başka çaren yok. Çünkü kaldıramıyorsun. Kaldıramazsın. Olmaz.
Dindar kapitalist, ateist olandan daha mı iyi lan!? Kısaca eğer bilime, evrime ve diyalektiğe inanıyorsan boka battığımızı biliyor ve son derece katı bir umutsuz oluyorsun. Hadi itiraf edelim…
 
İnsanların, daha doğrusu gelişmiş ülkelerin son 100 yılda dünyanın, doğanın son hızla ırzına geçtiğini biliyoruz. Bunun çoğu geri döndürülemez bir şekilde gerçekleşti. (Bir de İsveç’te çöp bitmiş tabii. Komşu ülkelerden çöp alıyorlarmış. Ulan ne adamlar var!) Bizim memlekette de, zaten hepimiz görüyoruz, birazcık ekonomik düzelme baş gösterince hemen bu ırza geçme iştahına kapılındı. Şimdi o geri dönülemez yola burada da girdik. Şehrimizi geçtim zaten. Her yerde yıkılan evler, balkonsuz abuk sabuk yeni yapılar, yok edilen kültürel tarih, taş ocakları vs…
 
Entelektüelliğin tu kaka edildiği bir zamandayız. Wikipedia’lar ve internet sayesinde yarım ağız bir bilgililiğin at başı koştuğu zamanlar. En ortalama zekâya göre yönetildiği için insanlık, “gerçek aydınlar” küfürle, şiddetle bastırılıyor; bir nevi cadı avına maruz kalıyor. Sen de normal sosyal hayatında aynı muameleye maruz kalıyorsun. Yeni Dünya Düzeni’nde bireyselliği yücelten akla karşı durmak seni de bireyselliğe yöneltiyor. Boktan bir paradoks… Buna karşı örnekler olmasını umuyorum ve olduklarını düşünüyorum. Ama gelin itiraf edelim şurada kaç tane kolektif çalışmanın, biraraya gelmenin, gerçekten gözleri yaşartan olumlu bir sonucu oluyor ki? (Yazının sonunda eklediklerimi hariç tutuyorum. Bahsettiğim büyük şehir ortamında sözümona “disiplinlerarası” kolektifler.) Ekşi Sözlük belki iyi bir örnek. En başından şu zamana evrilişini ve insan yapısını takip ettiğinizde bir karamsarlık kaplıyor içinizi.
 
Gaz ve sopa da zorbanın elinde. Silah ve şiddet onun tekelinde. ‘70’lerde olmadıysa ne zaman olur? (Bu arada ortamı son on senedir domine eden o kuşağın da kendiyle hesaplaşma vaktinin geldi de geçtiğini düşünüyorum. İtiraf etmeleri gereken çok şey var herhalde. Büyüklük taslamaktan ziyade.) Keza hadi geçtim bizim “x” jenerasyonunu; yeni çocuk ve gençlerin içindeki kaynayan bireysellik, sosyal Darwinizm hakikaten korkutucu düzeyde. Bizler de aile olarak çok yorgunuz gibi… İstasyon yapma…
 
Kendine döndüğünde ise; hadi itiraf edelim.
Fakir olan iyi bir eğitim alamamıştır. Ve kendi yarattığı, eğer isterse, aydın personası hep eksik, hep “hatalı” olacaktır. Zengin de eğitime ihtiyacı olmadığını düşünür. (Zaten bir anlamı kaldı mı eğitimin? Geçenlerde bir üniversitenin öğrencileri Gülben Ergen’e “Sosyal Medyayı En İyi Kullanan Ünlü” ödülü verdiler! Uğraştıkları işe bakar mısınız?)
 
Ailesinden psikolojik veya fiziki şiddet görmüş olan; sabırsız, gergin, mutsuz olacaktır çoğu zaman. Kayıp olacaktır. Bir kolektife girenler arasında kendi çıkarını düşünenler olacak, bir toplulukta bulunmanın verdiği heyecanla gerçekten dürüstçe orada bir şeyler yapmaya çalışan aptal yerine koyulacaktır. Çok sık aptal yerine konulacak ve sonunda pes edecektir.
 
Bunlar hep etrafında olacak, seni dinlemeyecekler. Yardımları da sadece kağıt üzerinde “kötü gün dostu” kisvesi altında olacaktır. Sen yanımda olduğun için mi kötü bir gün yoksa?
 
Heyecanlarını paylaşmak isteyecek ve yalnız kalacaksın. Garip bir hırs ve öfke kaplayacak her yaptığın işte içini. İhtiras rüzgârları. Hep “bir şey”ler yüzünden, hep “birileri”ne rağmen olacak her yaptığın. Çemberin içinde gibiyiz de kafamız kesin dışında. Meyhane masalarında kahrolmak durumundasın. Başkaları için, başka kuşaklar için feda edilmek istemeyeceksin. Kurt ve böcek yemi olduğundan onurlandırılmanın -ki tarih hep görecelidir mümkün olursa- hiçbir anlamı olmayacak.
 
Zevk var be! Bütün bu yüzleşmelerin ve kendine dürüst olmaların sonunda yaşadığın rahatlamanın getirdiği bir zevk var. Bu nihilizm ise çağımızın uyuşturucusu o diyelim.
 
Geçen ay OK Computer’dan ve American Beauty’den bahsetmiştim. Mutluluk konusunda.
Burada da Fight Club’dan bahsedeyim. Ve Tyler Durden’ın sözleriyle:
”Bizim neslimiz Büyük Depresyon’u ya da Büyük Savaş’ı yaşamadı. Bizim savaşımız ruhsal bir savaş. Bizim depresyonumuz kendi hayatlarımız… Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük, ama olmayacağız. Şimdi bunu anlamaya başlıyoruz.”
 
Kendi hayatımıza uyarlamak çok zor olmasa gerek. Şu an Amerika’nın o vahşi “Go Go ‘80’leri”ni yaşıyoruz. Önümüzde bolca “Vietnam” sendromlu, junkie bir kuşak bizi bekliyor.
Artık filmlerini, müziklerini dinlediğimiz gerçeklik bizi de buluyor.
 
20-30 sene geriden takip ettiğimiz Batı toplumunun ve kültürünün başına gelenler bizim de başımıza gelecek.
Biraz daha farklı şekilde belki ama gelecek.
 
Gene de itiraf edeyim Redhack’i, Anonymous’u, Wall Street’i meşgul edenleri, HES’lere, Nükleere karşı duran köylüleri, Doğu’da abuk sabuk yollardan geçerek gene de okumaya çalışan çocukları ve öğretmenlerini görünce heyecan duyuyorum hayatta. Ve kendimi kandırmaya başlıyorum…
 
Yine itiraf edeyim, bir yanım da evde yalnız oturup, delice tüketerek, ölümü beklemek istiyor.
 
YN: Benim suçlu zevkim (Guilty Pleasure): Futurama’nın Bender’s Big Score’unu seyredip Scott Walker’dan 30 Century Man yorumu çaldığında iki damla gözyaşı dökmek.


  kendihayat@gmail.com