Gel Biraz Konuşalım
Murat Mrt Seçkin
İlk önce hemen şu “Oğlum Lynch be, çok manyak yahu” havasını odadan bir atalım. David Lynch bir çoğumuzun zamanında düşündüğü gibi hasta, deli veya çılgın değil. Sadece yapmak istediği şeyi rahatça yapabilme şansına sahip eli öpülesi bir yaratıcı. Evet kabul etmek lazım ki bazen anlaşılması çok zorlaşıyor. Olsun, düşünsenize bu kadar kişisel estetik algısında bazı şeylerin kopuk olması zaten çok normal değil mi?Lynch’in vakti zamanında okuduğum bir röportajında kendi durumunu oldukça samimi şekilde çok güzel özetlediği bir paragraf vardı. Çocukluğunda orta sınıf ailesi ile Amerika’nın bir çok yerini dolaşmış olan David o kadar normal ve yumşa bir hayat yaşamış ki, küçükken ister istemez annesinin ölmesini, arabanın kaza geçirmesini, yan binada olay çıkmasını beklemiş. Bunların olmaması onu filmlerinden, resimlerine yaratıcılığına o huzursuz ve rahatsız kılıfın oturmasına sebep olmuş. Twin Peaks’teki komşuluk ilişkileri, Wild At Heart’taki anne-kız ilişkisi hep bunların yansıması.
Tüm bu güzel ve zor filmlere, başarılı bir resim-tasarım kariyerine rağmen Lynch aslında kendinden bir müzisyen olarak bahsedilmesinden daha çok keyif alıyor. Blues’dan endüstriyel ve deneysel müziğe uzanan ve nedense hiç şaşırtmayan bir zevk yelpazesinde dolaşıyor.Seksenlerin sonundan beri Julie Cruise ve Badalamenti ile dokundurdukları karanlık caz denemeleri, Eraserhead’in endüstriyel makine vuruşları, ve elektro-pop’dan elektro-blues’a uzanan ses birikimi ile kendine has ama her an farklılığa açık bir tarzı olduğunu gösterdi.
Müzikle ilgili çoğu röportajında derdinin daha çok ses ile olduğunu söyleyen Lynch’in bestelerindeki basit ve süssüz hava da buradan kaynaklanıyor. Çok süper albümler, kayıtlar değil tabii ama samimiyeti hiç şüphe götürmediğinden sizi içine çok kolay çekebiliyor.
Bilmeyenler için hatırlatayım. Eğer seyrettiyseniz (seyretmediyseniz zaten terlik geliyor kalçaya doğru) Michael Winterbottom’un 24 Hour Party People güzelliğinde Tony Wilson efsane kulübü Hacienda’da Vini Reilly ya da grubu Durutti Column’u inatla sahneye çıkartıyor. Seyirci yok, dinleyen yok ama önemli değil. Desteğini hiç çekmiyor. Vini Reilly benim de çok sevdiğim bir gitar ustası. Minimal işleri ile gönlümüzde bambaşka yeri vardır.
Bunu şu yüzden anlattım. Rafınızdaki veya hardiskinizdeki yerini yakında alacak 2013 yapımı David Lynch albümü The Big Dream yüzünden. Lynch sanki bir şekilde bir yerde Vini Reilly ile tanışmış, arkadaşlığı geliştirmiş ve evinin alt katındaki stüdyoda adama gitar çaldırıp hayran hayran dinlemiş. Kısacası karşımızda birçoğunun Durutti Colum albümlerini sıkıcı bulduğu tarzda bir iş var. Sakin, neredeyse hiç yükselmeyen, trip hop demeyeyim ama Tricky’nin oldukça ağır şarkılarına bulanmış,Bowery Electric’in hiç bitmeyecek ses spirallerine takılmış, oldukça basit takip edilebilir sözlere sahip bir albüm.
Her ne kadar kendime göre göndermeler yapsamda diğer işlerinde olduğu gibi gitar her halükarda blues sosuna bulanarak –özellikle Star Dream Girl’de- servise sunulmuş. Zaten David Lynch’in gitara olan tutkusunun temeli de blues’dan geliyor. Basit partisyonlara eklediği efekt cihazları ve pedallar eşlik ediyor.
Albümde hem teknik masaya hem de eşlikçi olarak her zaman olduğu gibi “Big” Dean Hurley’i yerleştiren Lynch bir adet Bob Dylan uyarlaması dışında (The Ballad Of Hollis Brown) tüm şarkıları kendisi yazıp bestelemiş. Lykke Li’nin eşlik ettiği Star Dream Girl dışında tek tabanca takılmış. Albümün genel havasını aslında en iyi tarif eden yine kendisi. Bob Dylan uyarlaması için “Bu bir Bob Dylan uyarlaması değil, Nina Simone’un söylediği bir Bob Dylan şarkısının uyarlaması”.
David Lynch oldukça kişisel olduğunu düşündüğüm bir albüme imza atmış. Fırsat buldukça stüdyosuna girmiş ve hiç acele etmeden, içinden geldiğince çalışmış. Ortaya çıkan iş bir çoğumuzun ilk seferde oldukça mızmızlanarak dinleyeceği bir albüm. Siz yine de sabredin ve çok değil, ikinci, hiç olmadı üçüncü seferde nasıl yanınıza yanaşıp muhabbete başladığını görün.
Kendisini her daim ne yaparsa yapsın sevdiğimiz gerçeğini cebe koyarak dinlediğimiz için zaten maça avantajlı başlayan David Lynch bizleri yine üzmüyor. Yıllarca her an “Ya Lars Von Trier gibi konuşmaya başlarsa” diye korktuğum bu güzel adam eğer hep böyle konuşacaksa emin olsun dostluğumuz baki kalacakır.
muratmrtseckin@gmail.com