Kılavuzu Karga Olanın


MERCEK


No Land – AramızdaUzundur beklenen albümler teker teker gün yüzüne çıkmaya başladı. Birkaç yıl önce kurulan ama eldeki az sayıdaki kaydı ve konserleriyle büyük ilgi gören No Land’in de bir hayli uzun zamandır albüm çıkartmak için didindiğini biliyorduk. “Üzüme Bax” ve “Yüzerdik” gibi şarkılarının performans videoları bile albüm için beklentimizi yükseltmişti. Kamil Hajiyev (keman, vokal), Hazal Akkerman (çello, geri vokal), Sahand Lesani (gitar, geri vokal), Çağatay Vural (bas, akustik gitar), Mehmet Akif Ersoy (akustik gitar, bas), Oğuzcan Bilgin (trompet), Can Kalyoncu (davul), Yağız Nevzat İpek (davul) isimlerinden oluşan genç bir ekip No Land. Türkçe ve Azerice şarkılar yapıyorlar. Derin anlamlı şarkı sözlerinin çoğu Vulgar Hasani’ye ait. Enstrümanlardan anlaşılacağı üzere akustik seslere uzmanlaşmışlar. Bu kadar sazı kendi imkânlarınla istediğin gibi kaydetmek kolay değil. Kamil her zamanki mütevazılığıyla hatalardan, istediklerini tam olarak yapamamaktan bahsediyor. Ama albüm kaydında kulağa eksik ya da fazla gelen hiçbir şey yok. Elbette her zaman daha iyisi yapılabilir. Ama No Land’in bu çıkış albümü yeterince gecikmişti zaten. Ve elinizde bu kadar iyi parçalar varsa optimum koşulları yakalamak yeterli. Grup potansiyelinin daha yüksek olduğunu düşünebilir. Ki No Land’e katılmamak elde değil. Ama Aramızda, döne döne dinlenecek bir bütün. Bazı şarkılarda mest olunup, takılıp kalınıp, etkisinden çıkılamayacak zirve anları yaşıyor insan. “Düşünme Kaybolursun”, “Niye Bele Uzundur Bu Yollar” ve favorimiz “Müstefilatun”u dinleyince anlayacaksınız.
 
No Land, ilk albümünü kendi sitesi, Soundcloud ve YouTube üzerinden dinlemeye açtı. Albümü alamayacağız. İnsan kötü hissediyor kendini. Emek büyük. Düzenlemeler harika. Yılın en iyi albümlerinden biri. Ama böyle. Daha iyilerini yapacaklar. Destek olmak isteyen konserlerini kaçırmasın.

Kozmik Yıkım – Semt, Drugs & Rock ‘n’ Roll Yılın sürprizi ile tanışın. Henüz bu yıl Bakırköy’de kurulan üç kişilik bir çete Kozmik Yıkım. Farklı gruplarda da daha önce birlikte çalmış, uzun zamandır arkadaş olan Ozan Çam, Ali Cem Öztürk ve Fırat Can Yılmaz; rock diye insanlara sirk müziği satılmasından hiç hoşlanmadıklarından ve neredeyse hiç paraları olmadığından eve kapanmışlar. Lo-fi estetiğiyle bağımlılık yapan bu ilk albümü kaydedip usulca bandcamp’e koydular sonra. Albümün adındaki göndermeden (Ian Durry, “Sex & Drugs & Rock ‘n’ Roll”) sözlere ve kendin yap tavrına kadar punk bir durum var ortada. Kendileri bile müziklerini punk rock diye tarif etse de, özellikle gitarların efektleri ve arkada durmaksızın akıp giden sololar ile psikodeliya albümün her anına nüfuz etmiş durumda. Garaj rock, lo-fi, psikodeliya, Semt, Drugs & Rock ‘n’ Roll’un anahtar kelimeleri.
 
Ozan Çam’ın efektli vokaline alışınca, söylediklerini seçmeye başlıyorsunuz. O zaman da 2016 gençliği ne düşünüyor diye bir sosyolojik araştıma yapmaya gerek kalmıyor. Şarkı sözleri binlerce saha çalışması ve anketi özetler nitelikte. “Bu yavşakların seni susturmasına izin verme, gürültü yap biraz,” sözleri albümün haletiruhiyesini özetliyor. “Ne demek ölecez, hem de hepimiz...”, “Kendimizde değiliz, uyanmamız lazım. Gidecek hiçbir yer yok ama bir yere varmamız lazım...”... Bunlar bizim seçtiklerimiz. Kalanı sizin ruh halinizi yakalasın. Kozmik Yıkım, bedbaht üç adamın semtten evrensele uzanışı. Sözler, sound, tavır... İsimlerini çok duyarız daha. Siz şimdi girin bandcamp’e de albümü bi indirin. Sonra tekrar tekrar çalıp duracak zaten fonda.

YAYIN

Highway 61 bana göre Dylan’ın o dönemdeki ve muhtemelen en samimi albümü,” diye niteleyen Mark Polizzotti’nin yazdığı Bob Dylan – Highway 61 Revisited Karaplak Yayınları’ndan çıktı. Dylan’ı, albümlerini, sözlerini, varoluş biçimini ayrıntılı ve samimi bir yaklaşımla anlatıyor. Dylan’a dair bilmediklerimizi verdiği röportajlardan alınan kendi cümleleriyle de sevgi ve takdir duygularımızı pekiştiriyor. Çoğu rock müzisyenin içlerindeki bebeği bulmayı çalışırken Dylan’ın sanki kariyerinin ilk yıllarını içindeki huysuz dedeyi özgürleştirmek için harcadığı çabayı, nedenlerini, hayatının ayrıntılarına bakma fırsatı tanıyor. Dylan’ın çocukluğunun geçtiği yere, 61. Karayolu’na dalan, müzikal, otobiyografik ve efsanelerle dolu bir kitap.

Batu Akyol’un 2013 yılında müzisyen ve müzik yazarlarıyla cazın Türkiye’deki gelişiminin anlatıldığı Türkiye’de Caz belgeselinde filme sığmayanlar kitaplaştırılmış. Yine Karaplak Yayınları'ndan çıkan Caz Çok Zor’da Murat Beşer’le cazın ülkemizdeki yeriyle, Amerika’da nasıl doğduğuna işaret ediliyor. Joe Mardin, çocukluğunu, babası Arif Mardin’e dair anılarını ve müzik sektörünü anlatıyor... Orhan Tekelioğlu’nun caz müziğin Türkiye’deki gelişimiyle ilgili yaptığı araştırmalarından paylaştığı bilgiler de ufkumuzu açıyor. 18 müzisyen ve müzik yazarıyla söyleşinin olduğu Caz Çok Zor, Türkiye’de ne olmuştu / ne oluyor, bu isimlerin anılarıyla birleştirmemizi sağlıyor.
 

FİLM

Yeni Zelanda’nın en önemli kültürel ihracatlarından biri hiç kuşkusuz Flight of the Conchords’du. Bret McKenzie (ki kendisi sonrasında Muppets filmine yaptığı müziklerle Oscar da kazandı) ve Jemaine Clement’in komedisinde arka planda Taika Waititi de vardı. 2 bölümlüğüne FOC’a yazar ve yönetmen olarak destek atan Waititi’nin asıl ünü What We Do in the Shadows isimli vampir komedisiyle geldi. Waititi 2017’de görücüye çıkacak Marvel prodüksiyonu Thor: Ragnarok’ta yönetmenlik yapacak. Ama bizim derdimiz bu sene yayınladığı ve gene Yeni Zelandalı mizah yazarı Barry Crump’ın 1986’da Wild Pork and Watercress isimli kitabından uyarlanan Hunt For The Wilderpeople. Julian Dennison ve Sam Neill’in başrollerinde yer aldığı bu bir nevi çocuk filmi, koruyucu ailelerin yanında tutanamayan Ricky’nin tanıştığı ketum Uncle Hec ile giriştiği macerayı konu alıyor. Yeni Zelanda’nın muazzam doğası yanında Maori toplumu, çocuk kaçırma gibi konuları da tiye alan bu nahif film, Waititi’nin belki yer yer “yerel”  mizah anlayışını güzel yansıtıyor. Haiku’cu, gansta-rap’çi Ricky rolünde Dennison ve Waititi’nin projelerinde yer alan Rhys Darby de Psycho Sam rolünde harikalar. Çocuklarla da izlenebilir diyebilirdik ama düşününce 13 yaş sınırı makul. Waititi’nin kariyerini merakla takip ediyoruz. 

Kelly Reichardt Amerika’nın en yetenekli bağımsız ve kadın yönetmenlerinden. Will Oldham’lı Old Joy, Wendy and Judy, Meek’s Cutoff gibi işleri popüler pastoral yapıları arasında harbici duran az sayıda işlerden. En son 2013’te Jesse Eisenberg’li militan çevrecileri anlattığı Night Moves ile karşımıza çıkan Reichardt, yeni filmi Certain Women ile oyununu yükseltiyor. Maile Meloy’un (The Decemberists’den Colin Meloy’un ablası) kısa hikâyelerden oluşan, 2009 tarihli Both Ways Is the Only Way I Want It isimli kitabından uyarlanan; Laura Dern, Kirsten Stewart ve Reichardt ile önceki filmlerinde de çalışan Michelle Williams’ın yer aldığı film, Montana’da kesişen hayatlara göz atıyor. Rahatlıkla gerçek bir “kadın” filmi umabiliriz. Hâlâ en çok Old Joy’u severiz ama Reichardt’ın her filmi bakmaya değer şeyler barındırıyor.

 

DİZİ

Louis CK’den bahsetmeden duramıyoruz. Amerikanın en çalışkan komedyeni sadece kendi işleriyle değil, yapım şirketi Pig Newton ile başka isimlere verdiği desteklerle de adını duruyor. Kendi dizisi Louie’den de hatırladığımız Pamela Adlon’un başrolünü oynadığı Better Things ve bir başka komedyen Tig Notaro’ya yapımcılık yaptığı One Mississippi diye iki yapımı görüyoruz. Adlon’lu Better Things boşanmış ve üç kız çocuk sahibi Adlon’un orta karar oyunculuk kariyeri ve çocuklarıyla olan ilşkilerini konu alıyor. Louie’ye de bayağı benziyor aslında. Ama insanın aklına da şu geliyor: Adlon’un Louie’deki karakteri, buradaki, kendini çoğu zaman çocukları ve annelik üzerinden tanımlayan karaktere göre çok daha ilginçti. Bir spinoff daha ilgi çekici olabilirmiş. Notaro’nun One Mississippi’si ise kâğıt üzerinde “kural dışı” gözüken ama beyaz camda her şeye sarkastik cevaplar yetiştiren bir huysuzun hikâyesine dönüşen bir yapım. Notaro’nun eşcinselliği, kanserle mücadelesi üzerine bir de annesinin kaybını ekleyince fazla yorucu bir hayat mücadelesi ortaya çıkıyor ve dizinin mizahi tadını kaybedebiliyoruz. Gene de yan rollerdeki oyuncu seçiminin iyi olduğunu söylemeli. Son bahsedeceğimiz Atlanta’nın da Louie’yle ruhsal bir bağı var. Yetenekli yazar ve rap’çi Donald Glover’ın projesi oldukça düşük profilli siyahi mizahı ve güzel çekimleriyle yılın güzel işlerinden biri. Daha önce 30 Rock’ta yazarlık yapan ve Community’de tanınan Glover, önceki işlerinden gayet farklı tarzda bir işle karşımızda. Komedi demenin çok da kolay olmadığı yapım modern hip hop’un küçük şehirli kültürünü göz önüne getirirken, çok kısık tondaki komedisi bir ferahlık sağlıyor. Bu arada FX, hem Atlanta’ya hem de Better Things’e 2. sezonlarını şimdiden verdi.

ALBÜM


Bon Iver (yazıldığı gibi okuyunuz) ile son albümünü 2011’de yayınlayan Justin Vernon, o zamandan sonra birçok projede yer aldı. Volcano Choir ve The Shouting Matches ile albümler yayınladı; Gayngs, Anais Mitchell, Kanye West gibi isimlerle çalıştı. Ama aklımızda nedense Spoon’un harika şarkısı “Inside Out”a yaptığı kısa cover kalmıştı. 5 yıl aradan sonra gelen 22, A Million’un canlı debütü 12 Ağustos’ta Eaux Claires festivalinde yapıldı. Ardından yayınlanan ilk 3 şarkıdan sonra her yerde “Yeni bir Kid A” yorumları vardı. Radiohead’in tahtına koyabileceğimiz biri olduğunu düşünmemek elde değil hakikaten. Albümde Kate Bush’tan da, The Beta Band’den de, Kanye West’ten de etkiler bulmak kolay. İlk kliplerde de yer alan işaretler ve bayağı kişisel, derinden geldiği anlaşılan sözler bizlere çok yakın değil her zaman. Ama albümdeki harika müzikal fikirler bu “kendini-ciddiye-alma” hissini eleyebiliyor. Ayrıca Vernon’un normal sesi de çok güzel ama genelde o falsetto’lardan, dijital eklemelerden sonra pek yer kalmıyordu o haline. Burada da çok yok ama Prince-vari “8 (circle)” ve “29 #Strafford APTS”de iyi örneklerini görüyoruz. Tarihin en iyi debütlerinden biri olan For Emma Forever Ago’nun üzerinden neredeyse 10 yıl geçti. Vernon’un hâlâ ilerlediğini görmek güzel. Yılın ve şimdiden şu on yılın en iyi albümlerinden biri.
Yıllandıkça daha da güzelleşen bir müzik yapıyor Cass McCombs. Kaliforniyalı 39 yaşındaki müzisyen 2002’den beri albümler yayınlıyor. Her albüm de bir öncekinden daha başarılıydı. 2009’daki Catacombs ile tanınınırlık yakalayan McCombs’un son ve 9. albümü Mangy Love için onun en iyi çalışması diyebiliriz. ‘60’lardan kalma bir folkçu tavrıyla aslında gayet iyi ve yeni bir müzik yapan ismin 2013 tarihli daha eklektik Big Wheels and Others’ından sonra Mangy Love daha modern tınlıyor. McCombs’un oyunbaz yaklaşımı yerli yerinde, gitarlar güzel. Yılın en iyi işlerinden biri. Bana kendisi gibi geç dönem harika işleri olan Bill Callahan’ı hatırlatıyor. Bu kanaldan iyi müzik gelecektir.Trentemoller’in ilk iki albümü The Last Resort ve Into the Great Wide Yonder çok iyi işlerdi ve Karga’da da sıklıkla duyduğunuz çalışmalardı. Ardından gelen toplama Reworked / Remixed da, hadi abartalım, efsane bir çalışmaydı. Ne olduysa sonradan oldu. Trentemoller Lost adında endüstriyel sound’lara göz kırpan ama biraz da dağınık bir çalışma yayınladı. Yeni albüm Fixion ise Lost’tan daha iyi ama ilk albümlerdeki özgünlüğünü aratıyor gene. En karanlık albümü diyebileceğimiz çalışmada New Order-vari baslar ve ‘80’leri hatırlatan synth darbelerini de görebiliyorsunuz. Ama bu kadar yoğun vokal kullandığınızda hakikaten de iyi bir şarkı yazarı olmanız gerekiyor. Trentemoller’de vokaller biraz torba dolsun şeklinde hissediliyor. Gelecekte işlerine gene kulak kabartacağız ama artık o kadar da heyecanlanamıyoruz.Yalan yok, The Walkmen veya Vampire Weekend’in çok hastası olmadık hiçbir zaman. Bu yüzden The Walkmen’den Hamilton Leithauser ve geçtiğimiz Ocak ayında Vampire Weekend’den ayrılan klavyeci Rostam Batmanglij’in ortak projesinden ne beklememiz gerektiğini bilmiyorduk. I Had a Dream That You Were Mine ismiyle yayınladıkları albümleri güzel bir sürpriz oldu. 2014 yılında yayınladığı ilk solosu Black Hours ile iyi bir vokalist olduğunu ama şarkı yazımı konusunda gelişmesi gerektiği belli olan Leithauser yanına Rostam’ı alınca zaman-dışı bir albüm çıkmış ortaya. 1960’larda da yayınlanmış olsa garipsemeyeceğiniz basit prodüksiyonu ve güzel, pozitif şarkılarla son yıllarda pek şahit olmadığımız, keyifli bir ruh hali yaratıyorlar. İlk 45’lik, hit şarkıları “A 1000 Times”ın yanında gayet sofistike ama bir o kadar cana yakın şarkılar var. Bu sene ikinci albümlerini yayınlayan The Last Shadow Puppets’tansa bu ikiliyi tercih edebiliriz.