Başka Bir Adam: Selim Saraçoğlu
Tayfun Polat
Beklemekten bir hal olduğumuz Selim Saraçoğlu albümü nihayet çıktı. Cümleyi şöyle de kurmak mümkün, müzik tarihimizin en iyi albümlerinden biri çıktı.
Selim’i bir dost meclisinde Özün’le (Usta) birlikte adeta bir stand-up performansı yaparmışçasına hepimizi kırıp geçirdikleri bir gecede tanımıştım. O zaman ikisi de Korhan Futacı’nın Kara Orkestra’sında çalıyorlardı. Müzisyenliğini hem Kara Orkestra’dan hem de daha eskiden, yine Korhan ve Burak Gürpınar ile Mehmet İncili’den mürekkep grupları Kujo’dan biliyordum. Elde çok az kaydı bulunan bu grubun canlı performansları hâlâ unutulmadı. Bir süre sonra kendi şarkılarını yapmak için Kara Orkestra’yı bıraktı. Peyote’de tek gitar çıkıp kendi şarkılarını söylediği ilk konserden birkaç şarkının kaydını verdi Deniz Koloğlu. Kaydı tekrar tekrar dinlemek mecburiyetinde kaldım. Çok iyi bir gitarist olduğuna gözüm kulağım şahit olmuştu ama bu kadar iyi söz yazmak başka bir kabiliyet. “Çocuk Şarkısı”nı ezberledim resmen. Ardından Kompile Karga 4: Söz’e aldık şarkıyı. Bir süre tek tabanca konserler verdi. utkan la deniz’in ekibine katıldı. Sonra orkestrasını kurdu ve şarkılarının orkstrasyonlu versiyonlarını sahneye taşıdı; galiba ilk olarak da Karga’da. Şimdi o ilk orkestra konserini hatırlayınca hâlâ tüylerim diken diken oluyor. Konser değildi, ayindi. kargART Salonu’nun çatısındaki ofisimiz uçtu, çatı açıldı, hep beraber yükseldik, yükseldik...Her şey çok iyi gidiyordu. “Yağmur”u yayınladılar video olarak. Tanıdığım müzisyenlerden dinleyen herkesin yüzünde “Ne şarkı yapmışlar be!” ifadesini okudum. Saygı ve kıskançlık kombo’su. Sonra da Hayyam Stüdyosu’na kapandılar albüm kaydı için. Ne olduysa ondan sonra oldu zaten. Albüm bir türlü çıkamadı. Ekip dağıldı. Yeni bir ekip kuruldu. Yeniden kayda girildi. Albüm bir türlü gelmek bilmiyordu. Arada Hayyam Sessions olarak üç şarkıyı yayınladılar (“Sürüne Sürüne”, “Kalamam Ben”, “Yüzleşme”). Bu üç şarkı sadece albümle ilgili beklentilerimizi yükseltti. Sözler zaten malûm, düzenlemeler de çok iyiydi. Kim bilir albümün tamamı nasıl olacaktı. Ama beklemeye devam ettik. Yeni ekipten bir kişi bir süre aralarında olamayacaktı. Bu da konserler için yeniden birini bulmak demekti. Selim de “Bu kadar bekledik, biraz daha bekleriz,” dedi. Yani benim bile içim içime sığmazken onlar kaydettikleri böyle bir albümle nasıl sessiz sakin beklediler hafsalam almıyor. Ben böyle müzik yapsam, pek de mütevazı olamam, biraz şımarırım yahu. Ne bileyim, herkesler duysun isterim. Ama beklediler ve beklettiler işte.
Şimdi artık, Başka Bir Vaha’dayız. Denizi bile gri sokakların aralarında, beton binaların çatı katlarında, zınlayan bir sokak lambasının üstüne vuran, gözünü alan ışığının altında, şehrin ortasında yapayalnız kalmanın tam tersi istikamette; birbirine dokunmakla büyüyen insan adacıklarının hareketlenip koca okyanusları aştığı, yürümekle bitmeyecek ormanları geçtiği ve nihayetinde kumun suretleri alazlayan sertliğini idrak ederek varılan bir çölün vahasındayız. Bu yolu yürüyenler gelmiş bir adamın peşinden. Serap gibi titreşen yeşil bir imajın peşinden gelmemişler. Sese gelmişler. Başka bir vaha bu. 15 kişi ceme durmuşlar. Şaman bunlar. Ateş var evet. Ateş yüksek değil. Ses yükseltiyor ateşi. Ayin bu. Tek düze tamtamlarla yükselmiyor. Tekrar ettikçe aşkınlaşan bir ses değil bu. Bir sürü sesle örülmüş, üst üste, üstüne gelen, kayıtsız kalamayacağın bir enerjiyi birlikte üreten bir ses. Başka vahanın bambaşka ayini. Bir adamın söyleyecekleri var. Öyle basit şeyler söylüyor ki, niye hiç böyle düşünmedim diye soruyorsun kendine. Sesler cismi oluyor adamın. Büyüyor. Büyüyor. Büyüyor. Yanındakiler olmasa sözünün yalınlığı kulağa zor gelir. Ama birlikte, bu ayinle, görkemi oluşuyor.Başka Bir Vaha. Albümün adı öyle doğru seçilmiş ki. “Başka” kelimesi, albümü tanımlamak için mecbur olduğumuz mana. Mevcut müzik âlemimizi düşününce de kesinlikle bir “Vaha”dayız. Bir gölgede soluklanıp ağzımıza bir avuç su çalabiliyoruz. Başka Bir Vaha, daha iyisi yapılmayacaksa senenin en iyi albümü. Hatta bu topraklarda yapılmış en iyi albümlerden biri.
Selim büyük bir yetenek ama bu albüm için mutlaka prodüktör Sinan Sakızlı’nın adını da Selim’in kabiliyetinin yanına eklemek gerek. Baykuş Müzik ve Hayyam Stüdyo’larının bütün imkânlarını seferber etti bu albüm için. İnandı. O da bekledi. Selim ne istese yaptı. Ta ki isteyeceği şey kalmayana dek. Böyle albümler başka türlü olmaz zaten. Ayrıca hem kayıt hem de miks aşamasında ortaya koyduğu emekle çıkan sonuç ortada. Albümdeki herkes Selim’e inandı. Alex Tsyntsaru, Burak Irmak, Ertuğrul Güney, Yankı Bıçakçı, Deniz Koloğlu, Okan Kaya, Berke Can Özcan, Dirge Seçil Kuran, Barış Ertürk, Arda Erboz, Yasemin Özler, Selen Kesova, Ömer Öztüyen, Alice Jushka, Can Aykal, Alican İpek ve İstanbul Strings. Biri diğerinden çok mesai vermiş olabilir. Ama biri olmasa eksik kalırmış. Ama ben Alex’in adını başka bir yere yazmak istiyorum. Her albümde bas gitarı ayrı dinleyen bir bas esriği olduğum için değil. Çünkü albümde Alex’in çaldığı bas ne gerekiyorsa o. Ama iki şarkıda öyle yaylı düzenlemeleri var ki... Selim konuyu Ruslukla açıklayıp üstünü kapattı ama... Belki de bu kadar açıklaması. Lakin o düzenlemeler için Alex’in adını ayırmak istedim.
Bakın, “Haklı olmak gerekmez hakikati bilmek için şu hayatta.” Hakikat, doğru bildiğinin hakkını vermek gerektiği. Bunun için yapabileceğin, en iyi şekilde yapmak. Anca böyle hak idda edilebilir. Şu sıralar yapabileceğiniz en gerçek şey, bu müziği anlamak olabilir. tayfunpolat@hotmail.com