Kılavuzu Karga Olanın
MERCEK

Adamlar, arayı açmadan ikinci albümü çıkarttı. 9 şarkının yer aldığı albümün kayıt süreci ilk albümde olduğu gibi eleman değişiklikleri ile yine biraz uzadı aslında. Grubun sound’unda önemli bir yeri olan gitarist Gürhan Öğütücü’nün boşluğu şüphe yaratmıştı. Ancak yerine gelen Emre Malikler ve hatta kayıt öncesinde bas gitarıyla gruba katılan Can Aydemir ile son kadrosuna ulaşan Adamlar, Tolga Akdoğan’ın grubu olmaktan, grup olmaya evrilmiş durumda. Memleketin en iyi canlı performans gruplarından biriydi Adamlar. Şimdi daha da uyumlu, cayır cayır olmuşlar.
İkinci albüm stresi hiç hissedilmiyor. İlk albümdeki matraklığı arayanlar, tutmuş formüle gelenler tuhaf yorumlar yapabilirler. Kulak asmayın. Tolga Akdoğan büyük bir söz yazarı. Bu albümde boş bir dize bile yok. Kimin ne dediği, diyeceği ile alakası yok Adamlar’ın. Bütün şarkılar gelişine. Rüyalarda Buruşmuşuz, heyecan verici bir albüm. İlk albümün başarısına burun kıvıranlara ve hemen pop yaftası yapıştıranlara işaret çekiyor, bildiği yoldan devam ediyor Adamlar. Yerse.

Elif Çağlar’ın bu topraklarda müzik icra eden en iyi kadın vokalistlerden biri olduğu aşikâr. İlk albümü M.U.S.I.C ile türler arası dolaşmış, arada Hafif Batı Müziği EP’si ile Türkçenin ve makamın da hakkını vermiş, ardından Misfit ile geçen yılın en iyi yerli caz albümüne imza atmıştı. Şimdi, bambaşka bir yerden geldi, deneysel elektronik.
Tüm düzenlemeleri, söz ve müziği kendisine ait olan Everyone with Everything EP’sindeki 3 parçada, IDM, abstract, ambient yapılar üzerine Elif Çağlar’ın vokalini dinlemeye doyamıyorsunuz. Genellikle enstrümantal olarak üretilen ya da insan sesini de kesip yapıştırıp manipüle ederek kullanan türler bunlar. Ama Elif de sesinin sınırlarını dolaşıyor, deniyor ve hakkını veriyor bu yeni alanın. Şapka çıkartılır.
FİLM
New York’lu yönetmen Kenneth Lonergan’ın ilginç bir kariyeri var. İlk filmi You Can’t Count on Me’yi 2000 yılında çektikten 11 yıl sonra Margaret ile geri dönmüştü. 3 saatlik süresiyle yapım şirketinin başına dert açan ama çok da iyi eleştiriler alan filmden sonra şimdi de Oscar’larda ana bir aktör olması beklenen Manchester by the Sea ile karşımızda. Casey Affleck, Michelle Williams, Kyle Chandler ve henüz 20 yaşında çok önemli yönetmenlerle çalışma şansı bulan Lucas Hedges gibi isimlerin yer aldığı film, ağabeyinin ani ölümünden sonra onun oğlunun yasal vasisi olarak atanan Affleck’in hayatının girdiği karmaşaya bakış atıyor. Şimdiden çok iyi eleştiriler aldı ve Lonergan’ın çıkış filmi olacağa benziyor.Genelde biyografik ve dönem filmleriyle tanıdığımız John Lee Hancock’un (Kevin Spacey’li İyi ve Kötünün Bahçesinde Geceyarısı’nın da yazarıdır, asıl oradan tanırız) son filmi The Founder, yılın ilgi çekici işlerinden biri olmaya aday. Konu McDonalds’ı büyüten isim Ray Kroc ve onu da oynayan Michael Keaton olunca bu da normaldir. Dünya tarihinin en çok tanınan markalarından ve kapitalizmin yüzü olan bu hamburgercinin nasıl bu noktaya geldiğini, sözde Amerikan rüyasının zirvesini görmek şimdiden bakınca artık ne kadar manalı bilemiyoruz ama McDonalds’ın hikâyesi iyi kotarılırsa gerçekten iyi bir konu.
DİZİ
Hugh Laurie de “Seinfeld Laneti”ne sahip olsa çok da eleştiremeyiz. Bu lanet çok popüler bir dizideki karakteriyle özdeşleşen ve bu yüzden daha sonra kariyerinde zorluklar yaşamanın adı aslında. Laurie de hak ettiği biçimde House ile son derece popüler olmuş bir isimdi ve sonrasında ne yapacağı biraz soru işaretiydi. O önce kazandığı parayı başka zevkleri için kullandı. Kitap yazdı, çok iyi müzisyenlerle iki tane albüm yayınladı. Televizyona geri dönüşü ise önce The Night Manager ile oldu. Aslen Tom Hiddlestone’u yeni Bond yapma amacıyla çekildiği izlenimi veren dizi de fena değildi. Yaratıcılığını Alexandra Cunningham (Desperate Housewives, Rome) ve Kem Nunn’un (Deadwood, John From Cincinnati) üstlendiği son işi Chance, House’tan beri yer aldığı en dikkat çekici yapım olabilir. Gene bir doktoru canlandıran Laurie, House’tan başka bir şey veriyor bize. Bir hastasıyla fazla yakınlaşınca işlerin karıştığı dizide, Laurie’nin ekürisi Ethan Suplee’nin de çok başarılı olduğunu söylemeli. İnsan bu ikilinin başı çektiği ve gerilimden ziyade mizaha kayan bir yapım olarak yola çıksa daha da başarılı olurmuş diye düşünüyor. 10 bölümlük 2 sezon olarak planlanan dizimuhteşem değil ama eğlenceli bir seyirlik.Bourne serisi-Homeland karışımı bir diziye ihtiyaç var mıydı? Sanırız yoktu. Ama sevdiğimiz aktörleri beraber izleme şansını da tepmek istemeyiz. Belçika’nın önemli yönetmenlerinden Michael Roskam ve casus romanlarıyla tanınan Ollie Steinhauer’ın kotardığı Berlin Station, adı üstünde, CIA’nin Berlin merkezinde geçen Avrupa fonlu bir gerilim. Konular çok tanıdık ve çok da suya sabuna dokunmadan karakter merkezli ilerleyen bir iş. Artısı ne derseniz, size Rhys Ifans, Richard Jenkins ve Leland Orser’dan bahsedebiliriz. Özellikle yıllardır takip ettiğimiz Ifans ve Jenkins’in taşıdığı dizi sanırız ki sırf bu yüzden 2. sezonunu da aldı. Beklentinize gem vurabilirseniz keyif alabilirsiniz. Haa bir de girişinde Bowie’den “I’m Afraid of Americans” çalıyor.
ALBÜM
En son 2009’da Pajo ismiyle solo bir iş yayınlayan, aslen Slint’ten tanıdığımız yetenekli gitarist David Pajo, o dönemden beri Yeah Yeah Yeahs ve Interpol gibi büyük isimlerin içinde bulunduğu gruplara gitarıyla destek vermekteydi. 2015 Şubatında ise tatsız bir haber almıştık ondan. İntihara kalkışmıştı ve acil servis ekiplerince kurtarılmıştı. O yüzden Papa M mahlasıyla yayınladığı ve Highway Songs adını taşıyan yeni albümü iyileşmenin de habercisi olarak bizi mutlu
etti. Adı gibi bir yolculuk albümü değil; Pajo’nun rock müziğin son 30 yıllık tarihine enstrümantal bir bakışı. Grunge-vari işler de var, ‘80’ler metaline yakın duran yüklü şarkılar da; elektronik altyapılı kraut-vari işler de var, akustik şarkılar da. Pajo’ya daha genç ve yapacağı işler olduğunu tekrar söyleyelim ve albümün tadını çıkaralım.


