Ve Öyle Oldu


Sinem Sal
Aşk, insana kendi varlığını kanıtlıyor. Üç gün önce omzum kırıldı. Hem de durup dururken. Ne bir yere çarptım ne de düştüm. Sadece kolumu kaldırdım ve kolum çıktı. Defolduğu yerde bir kırık, bir yırtık ve bir çökük oluştu. Ağrı, bana kendisini kanıtladı. Hayır, hayır bu cümleyi düzeltiyorum. Omzum benden ayrılmasıyla birlikte bana varlığını kanıtladı. Ne olduğunu bile anlamadım üstelik. Olmayan şeylerden yara almakta üstüme yoktu. Manyetik alanına yanlış şeyler çekmekte bir numaraydım. Uzakta olup biten her şeyden etkilenmek benden sorulurdu. Omzumun kırıldığı gün doktora dedim ki “Sizce bana uzaktan, bir araba çarpmış olabilir mi? Ben mesafeli bir aşk yaşıyorum. Kanallarım çok gelişti, algılarım zamanın ötesine geçti. Olamaz mı?” Bence mümkündü. Elime rapor verdi. Bense bana uzaktan çarpan arabayı bulmak için yola çıktım. Arabaya gidip şöyle diyecektim: “Pardon da… İyi halt ettin. Sayende omzumu öperek güne başlıyorum.”

Aşk, insana kendi kalbi dışında başka hiçbir şeyi işaret etmiyor. Kendi çapınca seviyor, kendi gücünce kahroluyor, kendi aklınca dönüşüyorsun. Mesela ben, bir gün bir beyaz tavşana âşık olmuştum. Onu avladım. Kalbine ve iç organlarına bakmak için kestim. Nasıl zıpladığı, deliğe nasıl girdiği, kemirirken nerelerinin kıpırdadığı son derece ilgimi çekiyordu. İç dünyasını keşfettiğimde, çoktan böceklenmişti. Beyaz tavşan, onda merak ettiğim hiçbir şeyi yapamıyordu artık.
Tavşanın ağzına sıçmıştım ve buna sesini bile çıkaramıyordu. Onu öğrenmiştim öğrenmesine, bu bir gerçekti. Onu yok etmiştim, bu da.

Aşk, insana bir geyiğin boynuzlarının çiçek açmasını bekletiyor. Meyve vermediğinde taşlıyorsun. Her şey giderek tersine gidiyor. Aşkta aşkı anlamak varken, aşkta öfkeyi anlıyorsun, biraz da hırsı. Hayatta hiçbir şeyin kendi açıklamasını bulamıyordum ben. Her şeyi fazla sevgiden yaptım sanıyordum. Hiçbir şeyin hesabını ödeyemiyordum ve bulaşık durmadan bana kilitleniyordu. Sanırım geçtiğimiz iki ay öncesine kadar. Çok güzel kadınları, çok şahane adamları sevmiştim. Fakat anlamak istediğim tek şey vardı: Bu beyaz tavşanın organları nasıl çalışıyordu? Varsın çalışmasındı. Ama ben bileyimdi. Öyle iş olur muydu? Elbette olmadı. Beyaz tavşana özgürlük verdiğim, peşinden deliğe daldığım, dalarken kafamı çarpıp darbe aldığım, o darbeyle yıldızları gördüğüm, yıldızları gördüğümde havalandığımı sandığım, sonra yeniden gözlerimi açtığımda kendimi yerin dibinde bulduğum ve aşkın gökle yer arasındaki en kısa mesafe olduğunu anladığım gün, bıraktım.

Çizgi filmlerde uçuruma geldiğinde, bir süre koşar ya karakter; sonra boşluğun tam ortasına gelir, eliyle yoklar. Boşluğu idrak eder. İdrak edince korkar. Korkunca düşer. Aşkta yara almak, tam olarak böyle. Eğer anlamazsan, olmaz.
Ama ben bıraktım. Ellerimi yukarı kaldırdım. Ayağımla, tabancayı ileri doğru ittim. Dedim teslim oldum. Dediler geç bile kaldın. Dedim kalbim dayanıklıdır bilinmeyene. Dediler kalbiniz olmasaydı daha çok dayanırdınız. Dedim ama var ve biliyorum. Dediler parola doğru, geçebilirsin.

Beyaz bir tavşan koştu önümde. Peşinden giderken bağırdım bu âlemin en mutlu insanı ben olacağım! sinemsal@gmail.com