Fotoğraf: Saner Şen

Polis Destan Yazdı


Tayfun Polat

Polis Destan Yazdı’da dile getirilenler, “Gezi”den konuşmaya dair –yüceltici ya da lanetleyici- her tür tuzağa düşmeyen sahici ve insani bir hatta çağırıyor okuru. Esasen de polis ve devlet şiddetinin ham tabiatına dair foroğraflar çekiyor. Eskimeyecek fotoğraflar bunlar. – Pınar Öğünç, Önsöz’den


İlk ortaya atıldığı andan beridir bildiğimiz, 2 yıldır merakla beklediğimiz bir kitap çıktı geçtiğimiz günlerde; Polis Destan Yazdı – Gezi’den Şiddet Tanıklıkları. Açık Radyo ve Radyo Babylon ekiplerinde radyoculuğundan ve programlarından, Karga kabinindeki özlediğimiz DJ setlerinden ve kargamecmua’ya yıllardır yaptığı katkılardan tanıdığınız Deniz Koloğlu, az da olsa kargamecmua’ya yazmış ama Karga, mecmua, kargART fark etmeksizin her daim destekleriyle bir telefon uzağımızda, bir rakı sofrası yanımızda Açık Radyo’cu Didem Gençtürk, mecmuaya az ve öz yazmış, Açık Dergi, Yeşil Gazete ve son olarak Agos ekiplerinden tanıyacağınız Gözde Kazaz, yine mecmuaya sürekli katkıda bulunan, Açık Dergi programı muhabiri ve editörü İlksen Mavituna ile yıllardır foto muhabirliği yapan Nar Photos ekibinden tanıdığınız Saner Şen; üzerlerine mühim bir vazife edinip, iki yıl bu vazifeyle yatıp kalkarak ortaya ıskalanmaması gereken bir belge bıraktılar. Anlayacağınız ekip bizden. Hatta mecmuanın 3 yıl boyunca tasarımını yapan Peri Demirbaş da kapağını yaptı kitabın. Ama mevzu kitabı ortaya çıkartan ismini saydıklarımızın dışında da onlarca kişiden oluşan ekibin hemen tamamının bizden olması değil. Hikâyenin hepimizin olması. Gezi sürecinde polisin türlü biçimlerde şiddetine maruz kalmış 56 kişinin tanıklıkları var kitapta. Dahası da web sitesinde olacak. Bu kitabı sadece ıskalamamak yeterli değil, daha fazla insanın okumasını sağlamak vazifemiz olmalı.

Tayfun Polat: Yanlış hatırlamıyorsam hemen Gezi sonrasında Deniz sen bir mail grubu başlattın. Bu yaşananları geleceğe nasıl aktaralım diye. Forumların da etkisiyle o grup bir dağılır gibi oldu ama o arada çıktı bu fikir sanıyorum?
Deniz Koloğlu: Onu düzelteyim. Bu fikir önceden vardı ve ben seninle, Raife’yle (Polat), İlksen’le, Didem’le ve Gözde’yle konuşmuştum. Sonrasında bu “Çapulcu Medya” mail grubunu oluşturduğumuz sırada insanlarla da paylaşmıştık. Bu konu mail grubundan kimileriyle 6 kere arka arkaya haftalık yapılmış toplantılarda konuşulanlardan da biriydi ve sözlü tarih çalışması olarak geçiyordu. Sonra Rauf Kösemen aramıza katıldığında “Arkadaşlar buna sözlü tarih demeyelim, çapraz sorgulama yapmıyorsunuz, bu daha çok bir belgeleme çalışmasıdır,” diye konuyu toparladı. O toplantılar ise Gezi’den alevlenmiş bir buluşmalar silsilesiydi, sonradan eridi. Bizler çalışmayı sürdürdük. Ayşe Çavdar da görüş aldığımız kişilerdendi; bize “Hemen başlamayın, çünkü ulaştığınız insanlar size işin harını aktarırlar ve sanıyorum sizin de istediğiniz bu değil,” dedi. Nitekim görüşmelere o yıl, 2013 Eylül-Ekim gibi başladık. Öncesinde ufaktan saha çalışmasına başlamıştık, kimlerle görüşeceğimize dair kriterlerimizi tartışıyorduk, soruları oluşturduk vs.

TP: Başka destek aldığınız isimler oldu mu?
DK: Raife Polat ve Tarih Vakfı’ndan Gülay Kayacan’ın isimlerini zikretmeliyiz.
Gözde Kazaz: Sonuçta bu işi ilk defa biz yapmıyoruz. Tanıklık derleme daha önce de yapılmış, belirli bir formata sahip bir sistem. Soruları hazırlarken temel amacımız, konuştuğumuz insanı herhangi bir tarafa savurmayacak, onun düşüncesini, duygusunu manipüle etmeyecek sorular sormaktı. “Polis şiddetine maruz kaldınız mı?”, “Gözaltına alındınız mı?” gibi sorularla bir kurgu oluştu ama bunu bize nasıl anlatacakları konusunda onları açık bırakmak istedik.
İlksen Mavituna: Yönlendirmeden uzak soruların gene de temaları vardı, bizim görmek istediğimiz belli bölümler vardı: Şiddet, birinci tekil şahıstan şiddetin nasıl yaşandığına dair bir anlatı, bunun yanında da aynı şahsın Gezi’de kendini nasıl konumlandırdığı ve bu şiddetten sonra nasıl dönüştüğü.
Didem Gençtürk: Hangi saikle dışarı çıktığı ya da dışarı çıkıp çıkmadığı...
DK: Şiddetin pornografisini yapmak istemiyorduk. Bu insanların kim oldukları da önemliydi.

TP: Nasıl bir demografiniz vardı?
İM: Gezi hakkında zikredilen o çeşitlilik hikâyesi hep kafamızda bir model olarak durdu. Haber ve belge toplarken de bu çeşitlilik kategorilerini önümüze koyduk ve hatta yazdık.
GK: Meslek, yaş, nerede yaşadıkları, gelir durumları...
DG: Cinsiyet, cinsel yönelim, örgütlü / örgütsüz olma durumu, daha önce herhangi bir eyleme katılıp katılmadığı.

İM:
Kafamızda Gezi’nin ima ettiği “kolektif” bir imge oluştu. O kolektiften ne anlıyorsak biz de onu sahada bulmaya çalıştık.
DK: Bir gazeteci çalışması değil ama onun yöntemlerinde yararlandık; bu bir sözlü tarih çalışması değil ama onun yöntemlerinden yararlandık; bu bir akademik çalışma da değil ama onun yöntemlerinden yararlandık.
GK: Yaparken ilk olarak kendi çevremizden başladık. Biraz da yolda öğrendik. Yayınlanacağını düşünüyorduk ama bu kadar kapsamlı olacağını tahmin etmiyorduk.
DK: İstanbullu olmamız ve de bazı başka maddi koşullar nedeniyle görüşmelere İstanbul’dan başlamıştık. 50 kadar kişiyle konuştuktan sonra –ki ilk hedef 50-60 kişiydi- Saner bir gün dedi ki: “Ya bir Ankaralı bu kitabı eline alır da ‘ama burada Kızılay yok, Tuzluçayır yok...’ derse ne cevap vereceğiz...?” Biz de “Tamam,” dedik. Gücümüz yettiğince şiddetin yoğun yaşandığı şehirlerdeki şiddet tanıklarına / mağdurlarına ulaşmaya çalıştık.
İM: Zaten insanlar kendi içlerinde, “mikro örgütler” içerisinde hikâyelerini anlatıyorlardı. Biz bu örgütlerin içinden geçip, ki bunlar politik örgütler de olabilir ya da o anda kurulmuş sosyal dayanışma örgütleri de, tanığın kendisine kadar ulaşabildik.

TP: Kaç şehre gittiniz toplam?
DG: 8 şehir: İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Adana, Antakya, Eskişehir ve Antalya.
DK: Bunlar da şiddetin çok ciddi yaşandığı yerler. Türkiye çapında bir şiddet ağı söz konusuydu; hatırlarsanız şehirlere, başka şehirlerden emniyet birimleri gönderilmişti. Mesela Adana’da “Biz TOMA görmedik hayatımızda,” İzmir’de “Bizim bildiğimiz bir polis trafik polisiydi,” diyenler vardı.

TP: Nasıl bir görev dağılımı yaptınız?
DK:
Herkes her şeyi yaptı.
GK: Bir deşifreci ekibimiz oldu ve bu çok kolaylaştırdı işimizi. Onlara çok teşekkür ediyoruz. Şu an kitapta 56 söyleşi var ama toplamda bu sayı 108. Onları tamamen yer darlığı nedeniyle alamadık. Ama web sitemizde olacak.
DK: Gönül isterdi ki hepsini biraraya koyalım ama sonuçta yayınevinin haklı birtakım öngörüleri ve beklentileri var. Hem ayrıca o zaman maliyet de artacaktı; biz bu kitabın mümkün mertebe hesaplı bir fiyatı olmasını istiyorduk ki daha ulaşılabilir olsun.
DG: siddettanikliklari.net’te bir süre sonra hepsi yer alacak.
GK: 108 çok ciddi bir rakam. Başka şehirlere gittiğimizde bu çalışma duyulmuş oluyordu ve 2 kişiyle görüşmeye gitmişken 8 kişiyle görüşüyorduk.
İM: İstanbul’la diğer şehirler yarı yarıya.
DG: Herkes başka birini öneriyordu. “Onun da başına böyle bir şey geldi,” diye.
GK: Konuştuğumuz insanların çok büyük kısmı ismini vermekten kaçınmadı. Haklarında kamu davaları devam edenler de olmasına rağmen. Kendini hiç saklamadan bu kadar rahat kimliğini açık eden insan olmasına şaşırdım. Bazıları vermemeyi tercih etti ki gayet anlaşılır bir durum. Ama bizim yaptığımız şeye güven olduğunu da gördük.

TP: Sonuçta İstanbul’dan gelen ve hiçbir kurumun temsilcisi olmayan 5 kişisiniz...
İM:
O da bir karar aslında, bir kurumun temsil edilmemesi.
DK: Hatta ilk başta kendi ismimizi de yazmayalım demiştik.

TP: Edit yaptınız mı?
DK:
Tabii ki. İnsanlardan onay da aldık. Son hallerini hepsi gördü.


Şiddet hiyerarşisi yapmadan...

TP: Biraz da içerikten bahsedelim. Çok etkilendiğiniz görüşmeler, olaylar vardır illa ki?
GK: Buna çok girmeli miyiz bilmiyorum...
DK: Şiddetin çeşitliliğinden bahsedebiliriz belki.
DG: Seçim yaparken şiddet vakalarının çeşitliliğini aktarmaya çalıştık.
GK: Bir örnek aklıma geldi. Bir kadının başına gelen bir hikâye var. Eylemin ortasında bir polis gelip gaz maskesini çekip alıyor. Diğer yaşananlarla beraber daha az veya çok gibi bir ölçülendirme yapamayız ama bunun da başlı başına, bizzatihi şiddet olduğu ortaya çıktığı için kitapta bulunmasını önemsedik.
DK: Pınar Öğünç çok güzel özetlemiş: “Şiddet hiyerarşisi yapmadan,” demiş. Şiddet olması için ölüme, o son noktaya ihtiyacımız yok. Maskeyi çekmesi de şiddet olması için yeterlidir.
DG: Gaz kapsülü ile yaralanan, kolu kırılanlar, hayatını kaybedenlerin yakınları var, yanan, TOMA’dan gelen suyla arabaya çarpan…
GK: Usülsüz gözaltı...
DK: Sözlü taciz, kadınların ayrıca cinsiyetçi baskıya maruz kalması. Erkeklerde çok sık dayak ve darp var.
İM: Taksim’e yakın bir otelde on dakika arayla yaşanmış iki vakaya ulaşmışız. Biri koyu örgütlü diğeri örgütsüz ama aynı polis dayağını yiyor. Toplu bir gözaltı süreci. Örgütsüz olan üst katta bir odaya sığınmış ve polis duvarı kırarak içeri giriyor, linç koridorundan geçirerek aşağıya indiriyor. Linç koridoru da iki sıra polisin sürekli coplaması. Lobide yere yatmış insanlar görüyor. Örgütlü olan da o yerde yatanlardan biri. Bu önemli bir örnek.
DG: Şiddete maruz kaldıkları tarihleri baz aldık ve kronolojik bir sıralama yaptık. İlk isim Hazar Büyüktunca oldu.
İM: Ağaca sarılıp testislerine tekme yiyen arkadaşımız.
DK: Bu şiddet 15 Haziran’dan sonra Kasım’a kadar sürdü. Her şeyi anlatabildik diye bir iddiamız da yok. Basında yer alan her olay yok. Biz duyulmamış olaylara da yer vermeye de çalıştık. Pınar Öğünç “Bu sadece bir Gezi Kitabı değil,” demiş ki, doğru. Bu Gezi’den yola çıkan bir şiddet tanıklıkları kitabı.
GK: Çünkü burada yaşanan şiddet Gezi’ye özgü değil. O dönem çok kristalleşmiş ve çok yoğun olduğu için çok kabaca söylersem bizim işimiz kolaylaştı. İlk değildi. Yıllar öncesinden gelen bir şiddetten söz ediyoruz.
İM: Birçoğumuz hikâyelerin çoğunu zaten duyduk ama burada ayrıntısıyla birinci tekil şahıstan anlatılıyor olmasının da bir maiyeti var tabii. Kitabı çıkartmak için acele etmememiz de iyi olmuş, o çemberin genişlemesi için şu anda çıkmış olması çok iyi bence. Özellikle bu “İç Güvenlik Yasası”, gemi azıya almanın gelinebilecek had noktasından bir tanesiydi. İyice polisin yetkilerinin eleştirebileceği dönemde bir etkisi olacaktır.

TP: Hukuksal olarak nasıl bir destek aldınız? Yeni yasamız sayesinde bu kitap da kovuşturmaya uğrayabilir?
İM:
İletişim’e güvendik. Kitabın editörü Tanıl Bora “Bizim avukatımız bunu okuyacak,” dedi. Biz de daha fazla bir şey yapmaya gerek görmedik.

TP: Raflara yeni çıktı ama tepkiler nasıl?
DG:
Daha bir hafta oldu.
GK: Küçük küçük bazı mecralarda çıkmaya başladı yine de.
TP: Gezi’den sonra çıkan birtakım yayınlar beni rahatsız etmişti. İşi ticarileştirip insanların duygusunu sömüren işler de çıktı. Esas bunun tanıtılması lazım.
DG: Daha bir sindirilmesi lazım. İlk senesinde çıksa kaynayıp da gidebilirdi.
GK: O rüzgârı geride bırakıp 2 yıl sonra çıkması çok daha kıymetli oldu. İsim olarak Gezi’yi öne çıkarmıyor. Tabii ki alt başlıkta ismi geçiyor, orada yaşandığı için bu zorunluydu. Ama aslında Gezi’nin anlam dünyasından birebir çıkan değil polis şiddetinden çıkmış bir başlığı tercih ettik.
DK: Gezi’yi yüceltmedik.
GK: Son olarak hukuki süreç ve cezasızlık durumundan bahsedebiliriz. Kitabın baskıya gideceği günlerde hukuki sürecin ne durumda olduğuna dair birtakım notlar düştük. soruşturma süreçleri çok yavaş ilerliyor. Kamu görevlilerine açılan çoğu davada, polislerin tespit edilmesi, kameraların izlenmesi süreçleri bile başlamış değil
İM: Ben de son olarak şu “Gezi kitabı değil” mevzuuna girmek isterim. Bizim aradan çekildiğimiz, eksik de olsa okurun tanıkla baş başa kalacağı ve Gezi’yi yaşayacağı bir kitap olduğunu düşünüyorum ben. Gezi’yi çoğaltacak bir etkisi olacak diye ümit ediyorum. tayfunpolat@hotmail.com