“Akıllı olup bu dünyanın kahrını çekeceğime, deli olurum, dünya benim kahrımı çeker!”


Mahmut Dönük
İstanbul’la karşılaştırıldığında oldukça küçük bir şehrin (Mersin), diğer siteleriyle karşılaştırıldığında (güney, siteler bölgesidir, her yer sitedir, ne yazık ki) oldukça küçük bir sitesinden geldim ben; İstanbul’a. Site küçük olmasına rağmen sarhoşları ve delileriyle ünlüydü.

17 yaşıma kadar yaşadığım sitede ve şehirde, delilerin neden deli olduğuna anlam verememiştim, hikâyelerini hiç düşünmemiştim…

Önce, “geniş ailemle” çıktığım çarşıda, aldığım Pikachu’lu anahtarlığı vik-vik, vik-vik diye öttürmeme çıldıran bir deliyle tanışmıştım. 2000 yazıydı ve içinde, dışında, etrafında, herhangi bir şekilde entelektüel birikime sahip herhangi bir insanın bulunmadığına inandığım, Enteller Caddesi’nde geziyorduk. Mersin’in Enteller Caddesi, dershaneler, gümüşçüler, iki leş dövmeci ve Hint İnciri tezgahçıları dışında hiç kimsenin bulunmadığı, saçma bir yerdi. Kuzenlerim, ablam, annem, teyzelerim, ben… Orada ne işimiz vardı, neden geziyorduk, bilmiyorum. Pikachu’lu vik-vik anahtarlığı niye aldığımı da hatırlamıyorum ama öttürüyordum işte. Saçmaydı. 35 derece sıcakta trençkot giyen, üstü başı kir ve pas içinde bir adam önce sövdü, sonra üstüme yürüdü, korktum tabii ki… Ben korkuyla şok haldeyken annem Yüzüklerin Efendisi’nin ikinci filmindeki Gandalf gibi belirdi, parlıyordu resmen; “Hayırdır, ne oluyor?” derken valide hanım, adam annemden kurtulup beni kovalamaya başladığında, adeta 2004 senesinde dâhil olduğum Mersin Büyükşehir Belediyesi Basketbol Genç B Takımı’nda 100 metreyi, uzun boyuma rağmen Dönüktüm guard’lardan daha hızlı koşabileceğimin sinyallerini veriyordum. Arkama bakmadan koşmuş ve vardığım noktada, bırakın deliyi, kimseyi görmediğimi fark etmiştim. Olayın şokunun ardından kuzenim söyledi, adam yolda uçuşan beyaz bir poşet görmüş ve sinirlenip poşetle kavgaya girmiş, ben sprint’e başladığımda… Gülüyordum, ancak dizlerim de titriyordu. Adamı hiç düşünmedim, sadece bir gün Türkçe öğretmenim kompozisyon ödevi verdiğinde bu anımı anlatmıştım.

Civarda, hâlâ neden gittiğimi bilmediğim o çarşıda (Yaprak Tantuni’de yediğim tantuniler ve Laleli Şalgamcısı’nda içtiğim, posası bol şalgamlar dışında) bir de Yasemin vardı. 30’lu yaşlarının başında, üç numara traşlı bir kadındı. Tip olarak, The Walking Dead dizisindeki Carol’a benziyordu. 2002’nin son aylarında, Yasemin’in en sık takıldığı sokağa Teknosa’nın açılması ve benim teknoloji sevdam sebebiyle Yasemin’le sık karşılaşırdık. Her gün, Yasemin için ya bayramdı, ya kendi doğum günüydü, ya da karşılaştığı insanların doğum günüydü. Muhtaç değildi, para istemezdi, ancak bir anda karşınıza çıkıp;
- Merhaba, bugün benim doğum günüm!
- Günaydın, doğum gününüz kutlu olsun!
- İyi günler, bayramınızı kutlarım!
der ve giderdi Yasemin. Yasemin, direkt karşılaştığım ve kısa da olsa diyaloğa girdiğim (“Senin de bayramın kutlu olsun!” gibi) ilk deliydi. Bir gün, çarşı civarında yaşayan bir arkadaş söyledi. “Yasemin’e önce tecavüz etmişler, sonra da öldürmüşler deliyi.”

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Küçüktüm, kendisini tanımıyordum ancak delilere tecavüz edecek kadar delirmiş bir toplumda yaşadığımın farkına yeni varıyordum. Kimin deli olduğunu düşünmeye başladım o zamanlar ve gece uykularım kesildi (hâlâ da kesik uyurum).

Bir süre derslerime yoğunlaştım, lise sınavıydı, şuydu buydu derken o çarşıya hiç gitmemeye başladım. Bu sefer de Deli Fikret’le karşılaştım. Siteyi tavaf eder, ancak yürürken hep bir anda durup ters yönde yürümeye başlardı. Sitede bir tam tur attığına inanmıyorum mesela Deli Fikret’in. Kimseyle konuşmaz, yürür geçerdi hep. Selam da vermezdik pek. Kocaman, şişe dibi gözlükleri, ihtiyar bir anası ve yakın zamanda kaybettiğimiz, kalpak takmaktan hoşlanan bir babası vardı. Deli Fikret’i biz dilsiz sanmıştık, ta ki büyüyünceye kadar. “Biz büyüdük, ve kirlendi dünya.” Deli Fikret’in dünyası da kirlendi. Sitede çoğumuzun ablasına “Bir çay içelim mi?” teklifinde bulunmuştu, durup dururken. Kimimiz, onu en sert şekilde uyarmakla yetinirken, kimimiz “Amaan, nasılsa deli!” demekle yetindi, kimimizse ağır bir Osmanlı tokadıyla geçiştirdi Deli Fikret’i. Çünkü Fikret, deliydi. Sadece bir deliydi. Geçmişini en çok araştırdığım deliydi, Deli Fikret. Uzun süre Almanya’da yaşamış, işsizlik sebebiyle Almanya’dan sonra ailesinin yanına dönmüş (veya ailesiyle, Almanya’dan dönmüş) ve delirmişti. Hikâyesini bulanık da olsa bu kadar hatırlıyorum. Ha bir de, bir gece bizim sitenin piçleri bu Deli Fikret’e, “Gel, Viranşehir’de bira içip patates kızartması yiyeceğiz, seni de götürelim!” demişlerdi ve Deli Fikret, o gece tekrar delirmeyi başarmıştı. “Bira, patates, bira, patates! Off, en sevdiğim!” diyerek arabaya atlaması hâlâ sitenin efsanelerindendir. Mevzu bahis piçler, araba boyu Fikret’in “1990’da Köln’de kaldığım zamandan beri bira içip patates yememiştim!” dediğini iddia etmişti.
Bir gece Fikret’i, sürekli bira aldığım bakkalın önünden yürürken gördüm. Bakkalın sahibi Haluk Abi’ye dayanamayıp sordum,
- Neden delirmiş ki bu adam?
- Orasını bilmem babuş. Ama en iyisini yapıyor!
- Neden Haluk Abi?
- Akıllı olup bu dünyanın kahrını çekeceğime, deli olurum, dünya benim kahrımı çeker!
- Eyvallah abi.

Ardından İstanbul’a yolculuk ve hikâyenin devamı... Yolda yürüyen deliler, evsizler, kiminin hakikaten savunduğu, mantık çerçevesine oturtabileceğiniz düşünceler, kimi evsizdir ancak etrafında dolaşan sokak köpeklerini ve kedilerini korumak için canı ve şarabı pahasına savaşır. Çoğu zararsızdır ancak etraflarındaki, akıllı olduğunu düşünenler tarafından fiziksel ya da zihinsel zarar görür, kimi otoriteden ya da gece boyu Beyoğlu’nda hızını alamamış, o gece evine yalnız döneceğinin farkına varan virane çocukları tarafından ölümüne dayak yer…

Düşünmeyi bırakmıştım çünkü düşünmek yumru gibi boğazımda düğümlenen bir lokmaya sebep oluyordu. Gözlemeyi, tanışmayı ve konuşmayı da bırakıp, delileri okumaya başlamıştım. Üzgünüm, size çok daha derin örnekler vermek isterdim ancak aklıma gelen sadece bir iki cümle, o cümlelerden birini de paylaşarak bitirelim, bu çarpık, deli gibi ama değil gibi, saçma yazıyı:
“Bazı insanlar asla delirmiyor, onlar için üzülüyorum.” – Charles Bukowski

NOT: Büyük ihtimalle, bu benim son yazım olacak, Karga için. Çünkü 10 Şubat’ta bir tarifeli uçağa atlayıp, Avustralya’ya uçuyorum, cebimde tek yön bir bilet ve çalışma izniyle, geri dönmeyi ve deliye dönmeyi düşünmüyorum. Muhtemelen İstanbul’dan çok, Mersin’i ve Mersin’in delilerini özleyeceğimi düşündüğüm için de konunun Mersin ayağına daha çok yer verdim. Son olarak, yazarken dinledim,
Lynyrd Skynyrd – “All I Can Do Is Write About It”
mahmutdonuk@gmail.com