Gri Romantizm : Afghan Whigs


Murat Mrt Seçkin
Hemen söyleyeyim, Afghan Whigs yeni albüm çıkarınca öyle heyecandan bayılmadım. 1998’den beri sadece iki yeni kayıt yayınlayan bu grubun bunca zamandan sonra yeni sesleri ile ortaya çıkması pek de matah bir haber sayılmaz. Hele ki Afghan Whigs dinlemiyorsan zaten “Bu kadar abartmaya gerek var mıydı?” diyerek bu yazıyı pat diye geçme ihtimaline karşı kendimi güvence alıyorum. Ne şiş yansın ne kebap ama hafif yanık kokusu da eti güzelleştirmez mi?
 
Tamam kabul, baştan alıyorum. Yukarıdaki paragraf grup bilgisi dışında silme yalan ve üçkâğıt ile dolu. İşin doğrusu Utkan Çınar, dergi toplantısında her zamanki yerine oturup şık tavırlar ile sigarasını yakarken -sanırım bir yandan da Karga’nın merdivenlerine lanet okuyordu- gayet sakin bir şekilde “Afghan Whigs’in yeni albümünü dinledin mi?” diye sordu. Kafamın içinden “Neaaaaaaa” nidası geçerken sakinliğimi koruyarak olumsuz cevabı yapıştırdım, “Dinlerim yaa, bakalım...” (Aslında Utkan’ın cümlesi bittiği anda soulseek, torrent ne varsa davrandım.)
 
Greg Dulli ve arkadaşları hayatıma ilk olarak Up In It  (1990) albümü ile girdi. Kasedin diğer yüzünde ise Mudhoney Superfuzz Bigmuff (1990) toplaması vardı. Yıllar sonra düşününce bu iki albümün aynı kasette olması rastlantı değil de Zihni’nin özellikle yaptığı bir plan gibi geliyor. The Cure, Sonic Youth ve Cabaret Voltaire gibi dengesiz  “takıntılı sesler” birliğime bu sayede iki yeni grup daha eklemiş oldum. Bunlar dışında dinlediğim birçok şeye ulaşma sebebim o ses birliğinin izlerini takip etmemdendir.
 
Eğer Afghan Whigs’i bilmiyor ama merak ediyorsanız Up In It ve Gentleman (1993) size ekibi en iyi tanıtacak albümler olarak ön plana çıkıyor. Çok araştırmacı bir havadasanız yazıya bir ara verin onları dinleyin sonra da devam edin. Grubun Sub Pop etiketi sizi yanıltmasın. Hırpani ve umutsuz grunge havalarından çok neredeyse Amerika’da doğmuş, vaktinin çoğunu CBBG’de Television dinleyerek geçirmiş ama Motown’a da uzak kalmamış bir Nick Cave & The Bad Seeds varmış gibi düşünebilirsiniz. Belki bunda grubun Seattle’dan değil de Cincinnati’den gelmesinin de etkisi vardır. Zaten Sub Pop’ın memleketi dışından anlaştığı ilk grup Afghan Whigs.
 
Greg Dulli’nin hızlı şarkılarda gittikçe bozulan ama baladlarda dinleyeni birden “kız olsam öperim” havasına sokan karakteristik sesi, aniden patlayan davul ve gitarlar, grubun olmazsa olmazları. Bir de sahnedeki derli toplu duruşları. Sanki olgun ve hali vakti yerinde abiler ortalığı inletiyorlar.
 
Böyle anlatınca her ne kadar çok derli toplular gibi gelse de Greg Dulli’nin sözlerine bakınca Afghan Whigs tam bir problemli erkekler topluluğu olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar seksist kabul etmeseler de,  kadınlar ile ilgili oldukça provoke edici sözler yazmıştır. Bunun dışında grunge’ın ilk döneminde tüm grupların kişisel problemleri ve uyuşturucu sıkıntıları üzerine yazdığı basit isyanları daha edebi ifadelerle müziklerine yerleştirdiler. Bazı şarkılarında ise neredeyse Throbbing Gristle’vari sado mazo isyanlara başvurdular.
 
Oldukça zengin müzikal zevklerini hiçbir zaman saklamadılar. Dulli beslendiği kaynakları sayarken soul’dan punk’a uzanan geniş bir yelpazeyi hep açık tuttu. Bu ses-his salatasını tüm albümlerinde tadabilir, yaptıkları onlarca uyarlamanın özgünlüğünden rahatça anlayabilirsiniz. Greg Dulli’nin kendi ifadesi ile gri olan hayat felsefesi tıpkı sözlerinde olduğu gibi müziklerinde de can buluyor. Hiçbir iyi müzik-insan gerçekten iyi, hiçbir kötü müzik-insan gerçekten kötü değildir. Zaten provokatif dili bu kadar rahat kullanabilmesinin sebebi de bu bakış açısıdır. Tüm bunların dışında da hepsinin delicesine Miles Davis fanı olması ve siyah müziğine olan tapınma seviyesindeki bağlılıkları da yarattıkları seslerle doksanların en özgün gruplarından olmasına yardımcı olmuştur.
 
1965 (1998) albümünden sonra 2001 yılında hem ailevi meseleler hem de grup elemanlarının –ama daha çok Greg Dulli’nin- yan projelerine yer vermek istemelerinden dolayı ayrıldılar. O zamandan beri de sadece toplamalarında çıkan iki yeni kayıt ile kendilerini hatırlattılar. Ta ki bu yıla kadar.
 
Afghan Whigs yeni albümü Do The Beast (2014) ile hepimizi mutlu etti. İşin doğrusu geçen seneki My Bloody Valentine sürprizinden sonra benim için ikinci gol bu oldu. On şarkıdan oluşan albüm grubun tüm klasik öğelerini taşıyor. Sözlerde artık yaşlarının da getirdiği bir sakinlik var gibi gözükse de ilişkilere, aşka ve umutsuzluğa atılmış imzalardan kaçmak mümkün değil. Tabii Greg Dulli’nin karanlık dünyasına tamamen sarmalanmış halde. Albümü daha çıkmadan Soundcloud sitesinden takipçilerinin beğenisine sunacak kadar da rahatlamış gözüküyorlar. Üstelik bu sene Coachella’daki performansları da YouTube üzerinden canlı yayınlandı. Özellikle ilk video şarkıları “Algiers”, “Matamoros”, bence fena bir balad olan “Can Rova” ve “I Am Fire” şimdiden gözdelerim arasında.

Takipçilerini tekrar konserler vererek sevindiren, üstüne de bir albüm ile ödüllendiren Afghan Whigs çıktığı yıllarda dahi bu taraflarda unutulmuş, geri planda kalmış bir grup olarak varlığını sürdürdü ve sürdürmeye devam ediyor. İşin doğrusunu söylemek gerekirse onlarca yan proje ve film müzikleri ile müzikten hiç kopmamış ve hep kaliteli işler çıkarmış olan Greg Dulli ve arkadaşlarını şimdiye kadar dinlemediyseniz ayıp etmişsiniz demektir. Son albümden başlayarak edinin ve şansınızı deneyin. Hiç pişman olmazsınız. Şarkıları ile beraber asabiyetten, keyifsizliğe ve memnuniyetsiliğe giden yolda el ele, kol kola yürürsünüz.

Nisan 2014

 
 
 
  muratmrtseckin@gmail.com