Vicdan İçinde Gerek


Bülent Kale
“Bu vicdan azabının boşa gitmesine izin verme. Kendini topla ve sıkı çalış,” der Ohama kocası Töbei’ye.
 
Hikâye Kenji Mizoguchi’nin 1953 tarihli Yağmurdan Sonraki Soluk Ayın Öyküleri filminden. Töbei büyük bir savaşçı olmak isterken karısını unutur. Ohama savaşın ve şehrin ortasında kimsesiz ve beş parasız kalır. Önce askerlerin tecavüzüne uğrar. Sonra “kötü yol”a düşer. Töbei büyük kahramanlıklar kazanıp şehre döndüğünde kahramanlığını kutladığı randevuevi Ohama’nın çalıştığı randevuevidir. Karşılaşırlar:
“Karın kötü yola düşmüş, olsun, önemli değil, elde ettiğin başarı bunların hepsini temizler. Gel bu gece müşterim ol, zaferini kutlayalım,” der Ohama.
 “Ohama, sensiz başarının bir anlamı yok,” der Töbei.
“Ne olacak şimdi? Onurumu geri verebilir misin?” der Ohama.
“Verebilirim,” der Töbei ağlayarak. Sonra Ohama Töbei’ye saldırır ağlayarak. Birlikte yere yuvarlanırlar, sahne kararır.
 
Sonraki sahnede Töbei’nin Ohama’ya onurunu geri verdiğini görürüz. Yani karısıyla birlikte köylerine geri döndüklerini. Töbei bütün samuray kıyafetlerini ve silahlarını dereye atar. “Savaş bizi delirtti,” der. Derenin kenarından köylerine yürürlerken Ohama girişteki cümleyi söyler:
“Bu vicdan azabının boşa gitmesine izin verme. Kendini topla ve sıkı çalış.”
 
***
 
Vicdan azapları boşa gider mi? Acılarımız, kayıplarımız boşa gider mi? Onca şey kaybedip, acı çekip karşılığında hiçbir şey öğrenmemek mümkün mü? Değil elbet, “her şeyden biraz kalır” ama yine de bir hiyerarşi vardır aralarında. Telafisi olmayanları, her hareketimize yön verenleri vardır. Hatırlanınca şöyle bir sızlayıp geçenleri vardır. Artık hiç hatırlanmayanları vardır.
 
Çünkü bizimle birlikte değişir vicdanımızı yaralayan şeyler de. Evet, içsel bir şeydir ama toplumsal yapı tarafından da belirlenirler. Milyonlarca masum insan kendini suçlu görüyor. Ve onlara suçlu olmadıklarını kavratmak dünyanın en zor işlerinden biri. Yalnızca eşcinsel olduğu için vicdan azabından kıvranan, ilerleyen yaşlarına kadar kendini bunun kötü bir şey olmadığına ikna etmek için mücadele veren insanlar var. Ve aralarında bir türlü ikna edemeyenleri var. Şimdi insanı böyle hastalıklı bir vicdanla baş başa bırakan toplum “vicdansızların en vicdansızı” geliyor bize.
 
Ve kişiye özgüdürler ve çok özeldirler. En akıldan çıkmayanları, kimselerle paylaşılamayanlardır. Evet, geçmişte yaptığımız hatalar, çektiğimiz acılar, kaybettiklerimiz bizi ve bugünkü duruşumuzu belirlerler. Aynı acıyı tekrar yaşamak istemeyiz, oralardan uzak dururuz. Kötü anılarımız vardır ve bunlar benzer bölgelere (durumlara, hatalara, tehlikelere) yaklaştığımız anda zihnimize üşüşüp bizi oradan uzaklaştırmaya çalışırlar. İnsanlığımızın sınırlarına dayandığımızda çalışır vicdan mekanizması. Vicdan bize sınırlarımızı hatırlatır.
 
“Vicdan korkak eder hepimizi,” der Hamlet ama şunu söylemeyi unutur: “cesur da eder hepimizi”. Pek çok şeyi yapmaktan alıkoyar ama pek çok şeyi de yapmaya zorlar. Tutkularımıza, hırslarımıza, korkularımıza, tembelliklerimize teslim olmamamızı sağlar. Çünkü deneyimlerimiz bize doğru zamanda doğru eylemi yapmazsak günün sonunda baş başa kalacağımız vicdanın bizi nasıl yerden yere vurduğunu, nasıl hastalıklı bir suçluluk duygusuyla kırbaçladığını öğretmiştir artık. Çok kişisel, çok özel bir alanda işlevseldir. Bizim kendimizle olan ilişkimizde aktif hale gelir.
 
***
 
“Kim dayanabilir zamanın kırbacına? / Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine / sevgisinin kepaze edilmesine / kanunların bu kadar yavaş / yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine / Kötülere kul olmasını iyi insanın,” diye yakınır Hamlet, Sabahattin Eyüboğlu Türkçesiyle. “Vicdan (bilinç der Eyüboğlu) böyle korkak ediyor hepimizi” demeden az evvel.
 
Ekleyebiliriz daha bir sürü şey: 34 Kürt gencinin Roboski’de bombalarla parçalanmasına, bir Ermeni gazetecinin İstanbul’un orta yerinde güpegündüz öldürülmesine, kadınların her gün her gün erkekler tarafından katledilmesine, çocukların sömürülmesine, taciz edilmesine ve bunlara itiraz edenlerin hapsi boylamasına ve tüm bu suçların görmezden gelinmesine, cezasız kalmasına kim nasıl dayanabilir?
 
Ama bireyi aşan bu mevzuları da, toplumsal meseleleri de vicdana havale edebilir miyiz? Toplumun vicdanı üzerinden çözüme ulaşmaktan bahsedebilir miyiz, emin değilim. Yalnızca hukuki sistem tarafından düzenlenmeyen alanlarda karar verici durumuna düştüğümüz kişisel meselelerde iş bizim vicdanımıza kalır. Toplumsal meseleler hukuken düzenlenmiş alanlarda gerçekleşirler. Bir düzenleme yoksa / eksikse yapılması / tamamlanması talep edilir. Vicdandan ziyade adalet ve yasalar esastır.
 
Kendimizi, hayatımızı, sevdiklerimizi, Roboskili gençleri, Hrant Dink’i muktedirin ya da sistemin vicdanı üzerine çalışarak savunamayız. Kürtleri Türklerin, kadınları erkeklerin, çocukları yetişkinlerin, yoksulları sermayenin vicdanına seslenerek savunamayız.
 
  bulentkale@gmail.com