Lanegan’ın Blues Penceresi: Blues Funeral


Can Hankendi

Bizim kuşağımız, yani moda (ve berbat) deyişle ‘80’lerin sonunda, ‘90’ların başında çocuk olanlar, burunlarının dibindeki grunge devrimini Susam Sokağı izlerken kaçırmış bir kuşaktır. 20. yüzyılın son büyük müzik devriminin farkına vardığımızda iş işten geçmiş, yaşadığımız yüzyılın son rock yıldızı yeryüzündeki varlığına kendi elleriyle çoktan son vermişti. Gönül isterdi ki, biz de ucundan “X Kuşağı”nın şanslı şahitlerinden biri olalım. Ama olmadı. Bu güzel kuşağın meyvelerinin tadına zamanında bakamadık. ‘90’lardan günümüze bu güzel kuşağın bazı meyveleri çürüdü, bazıları ise daha da lezzetli hale geldi. Her geçen yıl daha da lezzetlenen Mark Lanegan, 2004’teki şahaseri Bubblegum’dan sonraki ilk albümü Blues Funeral’la beklediğimiz geri dönüşü (nihayet) gerçekleştirdi.


Aradan geçen 8 sene içinde solo albüm çıkarmamış olsa da, Lanegan günümüzün en üretken müzisyenlerinden biri aslında. Afghan Whigs’in vokali Greg Dulli ile ortak projesi The Gutter Twins, Belle & Sebastian’ın masalsı sesi Isobel Campbell’la albümleri, The Twilight Sisters, UNKLE, Soulsavers, Queens of the Stone Age derken Lanegan’ın “kendi” müziğine hasret kalmıştık. Müzik kariyerine Screaming Trees ile başlayan Lanegan’ı aslında tam bir “session müzisyeni” ve sadık bir grup elemanı olarak tanımlayabiliriz. 15 sene süren ve grunge’ın temellerini atan Screaming Trees macerasını bir pişmanlık ve “keşke hiç olmasaydı” diye tanımlayabilecek kadar da cesaretli (belki de kırgın?) bir adam Lanegan. Tom Waits, Leonard Cohen gibi isimlerle birlikte sıkça anılan ve bir kere dinledikten sonra bir daha vazgeçilmesi zor seslerden biri ve en önemlisi ise melankolinin ucuz ve kolay bir üretim malzemesi olmadığının iyi bir örneği Lanegan.


Lanegan son albümünün çıkış noktasını “Blues benim için bir müzik türünden öte bir ruh hali,” diye açıklıyor ve “bana göre Bee Gees’in ilk albümleri de blues, Joy Division da”, diye devam ediyor. Lanegan’ın müziğe baktığı çerçeveyi özetleyen bu sözlerin müzikal karşılığına 1999’daki cover albümü I’ll Take Care of You ile ağzımız açık (ve itiraf edelim biraz da gözlerimiz dolu dolu) şahit olmuştuk. Kısacası Blues Funeral son albümün adı olmaktan öte, Lanegan’ın tüm müzik kariyerini özetleyen bir başlık. 4 ay içinde kaydedilen albümde Lanegan, müziğindeki grunge kalıntıları güncel rock öğeleriyle takas ediyor. Diğer albümlerden farklı olarak Blues Funeral’ı ortaya çıkarırken gitarının yanında keyboard ve drum machine’lere başvuran Lanegan, melankolisinden ödün vermezken sound’unu yenilemeyi başarmış. Bu evrimde Lanegan’ın kayıtlarında yer aldığı elektronik müzik ikilisi Soulsavers etkilerini hissetmemek elde değil. Albümdeki “Ode To Sad Disco”, “Harborview Hospital” şarkıları bu etkilerin en açık örnekleri. Ancak yine de yeni yüzyılla birlikte kaçınılmaz olarak yenilenme ihtiyacı duyan “grunger”lara ihtimamla yaklaşmak gerektiğini vurgulamak ve Lanegan’ın müzikal evrimini Chris Cornell’in Timbaland’a sığınmasıyla kıyaslamamak gerek.

Solo kariyeriyle birlikte hikâyelerini müziğine daha özgürce yansıtabilmeye başlayan Lanegan, Blues Funeral’da da sözleriyle birlikte melankolisini minör akorlara hapsetmekten öteye geçiyor. Bir önceki albümü Bubblegum’ın izlerini bulduğumuz albümün açılış şarkısı “The Gravedigger’s Song”la birlikte Lanegan’ın blues mezarını kazmaya başlıyoruz. Lanegan yenilenmenin ipuçlarını “Kendimi özgür bırakmak istedim / Ama kaçıp kurtulmak kolay değildi,” diyerek “Deep Black Vanishing Train” şarkısında dile getiriyor. Pop-rock’a göz kırpan “Gray Goes Black” ise (griden siyaha) albümün rengini en güzel açıklayan şarkı olsa gerek.

Başka müzisyenlerle işbirliklerinin çoğu (özellikle Isobel Campbell’la) kayda değer işler olsa da Lanegan’ın solo albümlerinin tadı bambaşka. Eski bir grunger’ın kendi tadını kaçırmadan evrildiğine şahit olduğumuz Blues Funeral, Lanegan’ın bir sonraki albümünü dört gözle beklemek için gayet yeterli bir sebep. 

info@kargart.org