JUNİP: SWEDİSH DELİGHT


Utkan Çınar
Öncelikle birtakım itiraflarda bulunmam lazım. Sigara yasağı başlayıp kent sokakları insan trafiğiyle yoğunlaştığından beri Taksim ve özellikle Asmalımescit tarafları çok az uğradığım yerlerdi. Keza Babylon’a da uzun zamandır gitmiyordum. En son gittiğim Lambchop ve Cat Power konserlerinde müzikten çok çenesi düşükler ile onları susturmak isteyenler arasındaki tartışmaları dinlemek zorunda kalmıştım. Ben de sevdiğim müzisyenleri böyle gergin ortamlarda dinleyeceğime hiç dinlemesem daha iyi diye düşünüyordum. Çok garip bir durum bu. Çözümü nedir bilmiyorum. Kapıda harbiden o grubu bilen ve dinleyecek olanları seçmek için bir test mi yapılmalı? Ama Türkiyeli, oldukça ünlü ve kendisi de kulüp sahibi bir caz müzisyeni bile bağıra çağıra sohbet ediyorsa konser sırasında, ne yapmalı bilmem.

Bu orucu Junip’le bozmak lazımdı. Hem grup olarak geldikleri için yüksek bir ses düzeyi ile sohbetlerden korunmak mümkündü. Gene de kapıda “Kimmiş bunlar ya?” diye destursuz içeri dalanlar, sahne dışında her yeri kesenler ve yeni türediklerini sandığım 22-23 yaş ortalanmalı küçük patrickbatemanlar ordusu ile karşılaşacağımı çok tahmin etmemiştim. Şehirde derdin üretenlerle değil, dinleyici ve seyirci ile alakalı olduğunu düşünüyorum.

Junip’e geri dönersek; konser gayet iyiydi. Jose Gonzalez’den kaynaklı bir dinleyici kitlesi olduğunu da varsaymalı. Konseri “dinleyen” de vardı bayağı. Yeni albümleri Fields’ın turnesinin 4. konseri. Tamamen yeni albümü çaldılar. “In Every Direction”, “To The Grain” ve bisteki harika “Without You” ile mest ettiler. Normalde Tobias Winterkorn (synth), Elias Araya (davul) ve Jose Gonzalez’den oluşan gruba canlı performanda bir bassçı ve perküsyoncu da eşlik ediyor. Fikrimce Jose Gonzalez’in solo işlerinden çok daha keyifli Junip. O sakin vokalini bu kadar enstrümanın üzerinde hiç zorlanmadan duyurması da ayrı bir güzellik oldu.

Sözü fazla uzatmayalım. Konser öncesi kısa bir süreliğine de olsa konuşma imkânı buldum Jose ve Tobias’la. Gayet güleryüzlü ve sakin insanlardı. Müziklerine de yansıyor sanırım bu. İskandinavları neden sevdiğimizin kanıtı. Röportaja geçmeden bu sohbetin gerçekleşmesini sağlayan, fotoğraflarını da çeken Deniz Koloğlu’ya ve grupla buluşmamı sağlayan Elif Aydoğdu’ya teşekkür etmek isterim.

Utkan Çınar: İlk olarak 5 yıl önce Black Refuge ismiyle bir EP yayınlamıştınız. Daha sonra uzunca bir ara verdiniz. Bu Jose’nin başarılı solo kariyeri nedeniyle mi oldu yoksa planlı bir şey miydi?
Jose Gonzalez: Aslında çok daha eski. 1998’de bir 45’lik çıkarmıştık. Planlı bir şey değildi diye düşünüyorum. Çoğu zaman aktiftik ve bir şeyler yapmayı düşünüyorduk. Ama tabii 2005 ve sonrasında genelde benim turnede olmam sebebiyle bu ara oldu.
UÇ: Peki sen Tobias, Junip ile beraber değilken neler yapıyordun?
Tobias Winterkorn: Öğretmenlik yapıyordun. Bir aile kurdum. Tabii bu da çok zaman alıyordu.
UÇ: Şimdi turnenin devamında Kuzey Amerika’ya gidiyorsunuz. Heyecanlı mısınız? Amerika’yı fethetmek diye bir mit vardır hep müzik dünyasında. Seyirci ile aranız nasıl oralarda?
JG: Tabii heyecanlıyız. Oradaki seyirciyi seviyoruz çünkü oldukça “alıcı”lar. Ayrıca albüm çıkalı da bayağı oldu. İlk zamanlarımızdaki konserlerde şarkılarımızı daha yeni öğreniyorlardı. Şimdi artık biliyorlar ve onları hareketlendirmek daha kolay.
UÇ: Yeni albümünüz Fields’de daha saykodelik bir hava seziliyor. Daha uzun, tekrara dayalı şarkılar. Bu kasıtlı bir yönelim miydi? Şu aralar saykodelik tarzın pek revaçta olduğunu biliyoruz.
JG: Evet ama doğrusunu söylemek gerekirse Fields’e başlarken pek konuşmadık bunları. İlham aldığımız müzikler vardı. Özellikle İsveçli Hammond çalar Bo Hansson’un (yn-kendisi geçen Nisan ayında 67 yaşında vefat etti) ‘60’lar sonu işleri. Bazıları saykodelik bence de ama pek konuşmadan öyle çıktılar aslında.
UÇ: Nerede kaydettiniz albümü? Prodüktör de kullanmadınız yanılmıyorsam?
JG: Hepsini Göteborg’da prova yaptığımız stüdyoda kaydettik.
TW: Kayıtları orada yaptıktan sonra diğer bir stüdyoda mix’leri yaptık.
JG: Arkadaşımız Don Ahlsterberg davuldaki mikrofonları yerleştirdi. (gülerek) Her şeyin iyi duyulmasını sağladı. Co-prodüktör oldu diyebiliriz. Genelde yalnızdık ama o ara sıra gelip bize daha hızlı çalmamızı, daha groovy olmamızı ya da şarkılarda yapmamız gereken ufak tefek değişiklikleri söyledi.

UÇ: Şarkıların hikâyesi nedir? Hepsi yeni şarkılar mı yoksa eskilerden kalma işler de var mı?
JG: Hepsi yeni şarkılar.
TW: Oturup doğaçlama yapmakla başladık. Bahsettiğin saykodelik tat da oradan geliyor sanırım. Çünkü doğaçlama çalarken ister istemez o havalara giriyoruz.
UÇ: Peki sözlerde ilhamı nereden aldın? Son solo albümünüzde Richard Dawkins’in kitaplarından etkilendiğini duymuştum.
JG: Bu albümde öyle belirli bir yer yok. Her şarkı için önce müziği dinledim sonra sözleri yazdım. Sözler müzikten ilham aldı. Bu saykodelik havaya uygun olarak gelişigüzel çıktılar.
UÇ. İlk EP’nizde harika bir Bruce Springsteen coverınız vardı, “The Ghost Of Tom Joad”. Jose’nin solo kariyerinde de bir çok cover var. Ve hepsi de çok farklı tarzlardan; Massive Attack, Joy Division, Kylie Minogue gibi… Müziğe başladığınızda, büyürken etkilendiğiniz isimler kimlerdi?
TW: Öncelikle teşekkürler. Ben ‘60’lar müziğini hep sevdim. Jimi Hendrix çok dinledim. Onunla büyüdüm. Babam soul müziğin büyük bir hayranıydı. Dolayısıyla ben de çok dinledim.
JG: Ben 14 yaşında başladım müziğe. O zamanlar Brezilya müziğini severdim. Caetano Veloso, Gilberto Gil. The Beatles tabii ki. Onlarla gitarı öğrendim ve aynı zamanda bas da çalmaya başlamıştım. Black Flag, Misfits gibi gruplara da dalmıştım. Daha önceleri ise Michael Jackson ve Bobby Brown gibi çok da “cool” olmayan şeyler dinliyordum. (gülüyorlar)
UÇ: Albümlerde her zaman klasik gitar kullanıyorsunuz. Hiç elektroya veya akustik gitara geçmeyi düşnüdünüz mü? Öyle kayıtlar yapmayı?
JG: Albümün prodüksiyonunu yaparken klasik gitar, klavyeler ve davul vardı ortada. Ve dinlediğimde eketro gitarı işin içine sokmayı istemedim. Synthesizer ve perküsyon bana yetti. Çünkü özgün bir sound ortaya çıkıyor böyle. Elektro’dan kaçınmayı seçtim. Arthur Verocai gibi isimler beni etkiledi. Naylon telli gitarlar. orkestral davullar… O sound’u seviyorum hem daha yumuşak hem de daha “cool”. (gülüyor)
UÇ: Tobias sen Moog ve Rhodes kullanıyorsun. Albümde de sadece bunları mı kullandım?
TW: Evet, bir de ufak bir philicorda orgum vardı. Ama bugün bir nord electro var yanımda çünkü philicorda taşımak için fazla hassas bir enstrüman.
UÇ: Bas da kullanmadınız. Basları sen yapıyorsun?
TW: Evet öyle yapıyoruz. Ama bu albümde bazen bas kullandık. Turne için de Yoan’a sorduk ve şimdi bizimle bas çalıyor ve bir perküsyoncumuz da var. Bütün şarkıları üçümüzün çalması zor olurdu sanırım.
UÇ: Son olarak Junip’in ve Jose, senin solo kariyerin için gelecekte ne var?
JG: Junip olarak yeni şarkılar kaydettik bu aralar. Ve umarım yakında yeni bir Junip albümü daha yayınlayacağız. Bu sonbaharda tamamlasak, seneye yayınlamış oluruz. Kimin önce çıkacağına da karar vermek gerekiyor. Ama önce Junip olarak çıkarmayı istiyoruz. khgy@hotmail.com