AL SEN O İYİYİ DE ….


Murat MRT Seçkin
Doksanların başında Akmar Pasajı’nı ülkücüler mi polisler mi basınca daha iyi oluyor diye tartışırdık. Şimdi sistemden bir puan kapabilmek uğruna her köşe başında geebeeteeye sokulmaktan şikayet ederken, o zaman sadece Venom tişörtü giydiğiniz için bile karakola şöyle bir nezaket ziyaretinde bulunabilirdiniz. Ne çok yol almışız değil mi? Her neyse, buna rağmen biz yine polis bassın derdik. Herhalde bazı ağabeylerimizin meşhur seksen öncesi korkutucu ülkücü hikayeleri bu tercihte oldukça etkili oluyordu. Nereden bilirdik ki o asi kafamızla aslında birinin diğerinden farklı olmadığını. Ülkücüsünün, askerinin, polisinin, dev kelimesi ile başlayan herhangi bir sol hareketin ve daha da tuhafı liberal sağdan gelip bambaşka bir baskı ortamı yaratan faal güçlerinin hepsinin aynı olduğunu nereden bilebilirdik?

Haydi gelin bütün olalım, tek olalım diye bağıran her sesin peşinden gitmeye adamışız kendimizi. Birlik ve beraberlikten kastettiğimiz halk gücü, ulus gücüne çevrilince iş birlikten çok tekliğe, monokromluğa doğru ilerliyor. Sonrasında da şunlar ve de bunlar diye kendimizi olmayan sıfatlar ile bine bölüp en güçlümüzü hakim kılmaya çalışıyoruz. Arkasından bir vatandaş gelip ya seksen öncesi gibi olsaydı diyor. O zaman kurşunlar konuşurdu….bir şeyin kötü olması için içinde illa barut kokusu olmalı mı. Son otuz senedir tüm politikacılar, halkın çoğu, ağzında barut kokusu ile bizimle konuşuyor. Barut kokusu çürük bir diş gibi, sen alıştıkça kokuyu almıyorsun, seni seven eşin, çocuğun, arkadaşında almıyor. Alışmak, alışmış gibi davranmak, sırf dostun olduğu, sevdiğin olduğu için alttan almak. Ama yine iyi durumdayız çünkü eskiden adam vururlardı….iyiyiz, iyiyiz.

Hazır adam vurmak derken ara ara unutulan sonra bir hatırlanıp tekrar unutulan silah meselesi var. Hani on sekiz yaşa ruhsat meselesi. Hani sicili bozuk adamın bile güzel bir tabanca ile ortalıkta hava atabilmesini sağlayan o tasarı. Takım elbiselilerden biri demiş ki “Boşnaklarda sivil silahlanma olsaydı Sırplar böyle kolay katliam yapar mıydı?”…..çevremde yaşayan birkaç tutucu arkadaşa baktığımda adam haksız sayılmaz. Biz sürekli birileri ile savaş halindeyiz gibi bir ruh hali ile yaşamayı kendilerine görev bilmişler. Silah alalım tabii ki, her an her şey olabilir. Canım hiçbir şey olmasa birbirimizi vururuz zaten. Biz hazır olalım ki sonra çocuklarımıza şöyle diyebilelim “Bak gördün mü ya Murat amcanlar gibi silahımız olmasaydı….şimdi kürt manav bizi öldürmüştü….biz onu öldürdük”….önleminizi alın, bugün Kürt, yarın Boşnaklar, Bulgar göçmenleri, kesinlikle Yunanlılar, mutlaka Ermeniler…tehlikenin farkına var. Dış mihrakları da unutma….
Peki ya apaçi olsaydın, ya da emo….Eskiden metalci, pankçı, elektronikçi, arabeskçi, popçu gibi ciddi sosyal ayrımlar vardı. Şimdi her şeyin farkında olan akıllılar ile alt sınıf şekilsizler var. Ne güzel değil mi. Moda denen şeyin kişilik haklarına saldırı hakkı verecek güce ulaştığını görmek ne güzel. Dinlediğiniz müzik ile insanları yargısız infaza sürüklemek. John Lennon’ın kemikleri nasıl sızlıyordur acaba. Ama olsun daha kötüsü de olabilirdi. Geçmişte biz müzik tartışıp birbirimizi kızdırırdık, en azından şimdi bilinçliyiz. Hiç vakit kaybetmeyip direk siliyoruz o kişiyi. Farklı renkler alkollü kafa ile birleşirse mide bulantısına yol açabilir.

Tam “ee söz verdikte ne yazacağız şimdi bu dergiye” diye iç geçirirken bir de heykel meselesi çıktı ki sanata tükürenleri başına başkan yapan bir milletin onurlu çocukları olduğumuz aklıma geldi. Ama bu konuyu uzatmayacağım çünkü tarihi bir yere beton ve çelik yığını bir şey yıkmak suçtur. Sonuç olarak tarih ve restorasyona büyük önem veren büyüklerimiz konuya el attı ve çarpık yapılaşma tekrar engellendi. Ya hep orada kalsaydı da bizi ele güne rezil etseydi daha mı iyiydi. Artık bitmeyen 2010 kültür başkenti hesabından biraz para çıkarılıp tarihi düzenlemeler yapılır…

Kısacası sevgili mecmua bu aralar her şey yolunda. Adaletin korkunç kılıcını isteklerimize ve fraksiyonumuza göre değiştirmeyi başarıyoruz. Hukuk denen şey yok oluyor ki bu sayede kader mahkumları (ne demekse) artık rahatça sokakta gezebiliyor. Bır bır konuşup şikayet edenlerse biraz daha içeride durabilir. Biraz sakin olsunlar. Diyorsun ki kötünün iyisi vardır, yazdım yazdım ama buraya kadar sabredebiliyorum. Yok arkadaş işte, kötünün iyisi yok, kötü kötüdür. Yaptığımız her tercihi, taa ilkokulda din bilgisi ve ahlak dersinde bize öğretilen o kaderciliği içimize o kadar sindirmişiz ki. Kötünün iyisini yaşıyoruz diye kendimizi kandırırken kötünün de kötüsüne yarabbi şükür diyecek seviyeye gelen bir güzel insan topluluğuyuz biz. Duyguları bir kenara bırakıp, sesler, markalar, yönlendirmeler ve kalıplar ile yaşamaya, yaşatılmaya başladığımız o lanetli günü keşke bulabilsem. Sokakta sen onlardansın ben de bunlardan bakışı atmadan veya en azından bir arkadaşımın birilerine bela okuduğunu görmeden bir gün geçirmek… Hrant için üzülenler şehitler için de üzülsün bakalım diyebilecek kadar gözü kararan, sevmediği şey hakkında mantıklı bir şeyler söyleyeni elimde olsa sustururum diyen bir jenerasyon geliyor. Bunun yanında Hrant’a üzülürken Mumcu’ları, İpekçi’leri, Maraş’ı, hatta adı sanı duyulmamış onlarca bomba, binlerce kurşuna katledilmiş, yakılmış bedenleri unutan vitrinde özgürlükçü başka bir karşı jenerasyon da var. O zaman ben neye sevineyim ki, hangi demokrasiye hangi özgürlüğe sevineyim. Kötünün iyisi devlet büyüklerimize kızarak atlatacağımızı düşündüğümüz bu dönemde banyodaki aynanın buğusunu silip kendi suratımıza hesap sormamız gerektiğini unutuyoruz.

Ama olsun, Özal döneminde alışık olduğumuz bir savunma vardı; Borçlar alıp başını gidebilir, para gerçekten pul olabilir, elde edilebilen her kanal sömürülebilir ama ey halkım bunlar önemli mi? Hayır değil çünkü biz size renkli televizyon ve video getirdik… mutlu olun… 
muratmrtseckin@hotmail.com