Yemek Yapan Erkekler Veya Issız Adamın Laneti

Kerem Erol

Çok değil bundan üç yıl önceydi. Çalıştığım firmaya git-gellerde kullandığımız servis minibüsünü bir nevi hareketli gün aracına çevirmiştik. Her sabah vakum kapaklı plastik kaplar açılıyor, peçeteye sarılmış çatal bıçaklar dağıtılıyor, artık günün menüsünde ne varsa tatlılar tuzlular tadılıyor, yorum yapılıyordu. İşe giderken istenen tarifler işten dönerken printer çıktıları halinde el değiştiriyordu. Gün geçmiyordu ki aramızdan birisi artık cafe fernando’dan olsun, portakal ağacı’ndan olsun yeni bir tarif denemesin.
 
Bu saadet ortamının kurucusu bendim, evet. Bekar ve o dönemde yalnız bir erkek olarak akşamları canımın sıkıntısını deneysel (çoğu zaman da başarısız) mutfak çalışmalarıyla geçiriyordum ve doktor ötkere su katıp fırına sürmeyi keşfettikten sonra eserlerimi insan içine çıkarmaya karar vermiştim. Tek denek grubum servis arkadaşlarımdı maalesef. Ötkerli tariflerim konusunda inanılmaz ketumdum. Ser verip sır vermiyordum. Ama doktorun hakkını vermek lazım, insana hem cesaret veriyor hem de pratiğini arttırıyordu. Neyse efendim, sonra sonra kendim de bir şeyler yapabilmeye başladım, dereotlu poğaçalarla, havuçlu keklerle servistekilerin aklını aldım. Servisteki genç hanımefendiler kendileri bir şey yapamaz görünürken, bekar bir erkeğin haftada birkaç kere gurme lezzetlerle karşılarına çıkmasını içerlemiş olacaklar ki, onlar da yavaş yavaş bir şeyler yapmaya, servise eli boş gelmemeye başladılar. Sonrası da malum saadet dönemi işte.
 
Bu dönemde benzetildiğim insanlar genellikle dijital kanallarda hem durmaksızın konuşup hem de çatır çatır yemek yapabilen erkek aşçılardı. Favorim çıplak şef Jamie, havlusu omuzunda yemekleri kendine yapan Emerill, gerçekten ultimate aşçı Tyler sınıfında bir insan oluvermiştim. Telefon mesajıyla beğendi tarifi soranlar mı istersiniz, çizkek yapıp benim değerlendirmem için ağzımın içine bakanlar mı istersiniz, çok güzel günlerdi çok...
 
Akşamlardan bir akşam, servis aşçılarından biri muhabbet sırasında Issız Adam diye bir filme gideceğini söyledi. Ben Çağan Irmak’ın bir önceki filminde bana ömür boyu yetecek kadar ajitasyona maruz kaldığım için bu filme gitmeyi pek düşünmüyordum. Kızların hepsinden aynı anda “Aaa! Çocuk aşçıymııış, müzikler çok güzelmiiiş” şeklinde bir nida yükseldi. Kendilerini kaybetmiş “Çoook romantikmiiiiş,” diye bağırıyorlardı. İnceden kıllandıysam da çaktırmadım. Ulan, romantik, aşçı, müziksever, bu adam niye ıssız ola şeklindeki tereddütümü içime attım.
 
Sonraki günlerde çorap söküğü gibi ilerledi olaylar. Yaptığım brovnilere burun kıvrıldı önce, yavaş yavaş saygınlığım ve popülaritem azaldı. Birkaç gün içinde yaptığım her yemek muhabbeti “Şerrefsiz herif! Yapılır mı lan güzelim kıza böyle yamuk!” şeklinde sonlanır oldu. Aylar içerisinde oluşturabildiğim içindeki feminen tarafla barışık nahif imajım hasta ruhlu bir kurgusal karakter tarafından yerle bir edildi ve yemek yapmayı seven adam olgusu da ‘70’ler Türkçe Pop’uyla birlikte Çağan Irmak’ın hegamonyasına girdi.
 
Şimdilerde sadece o zor dönemde yanımda olan sevdiceğime yemekler yapıyorum. Başkalarına bir şey ikram etmem gerekirse de, ya sevgilim yaptı diyorum, ya da birlikte yaptık. Çoğu zaman da öyle oluyor zaten. Yine de arada bir çantama birkaç dilim havuçlu kek atıp insanlara veriyorum deneme amaçlı. İlk tepki hâlâ değişmedi, “Aaaa! Issız Adam kekiii!” İçimden küfrediyorum;
 

  • ..mınıski... Demek hâlâ zamanı gelmemiş...

  • Neyin zamanı?

  • Boş ver... Anlamazsın, anlamaaazsııın...

keremerol@hotmail.com