The Glass between us*


Osman Kaytazoğlu

Minimalizmin doğum gününde oradaydı. John Cage’den “ne yaparsan yap iznini” kopardı. Şimdi talebesi Nico Muhly’ye aynı şeyi öğütlüyor –ki Muhly’nin üzerine titriyoruz. İç bayıltıcı Max Richter’ların zihin kramplarına neden olduğu bir dünyada Aladin Sane gibi parıldıyor. Neyse konumuz Muhly değil.. Glass’ın kıymıklarına kadar ayrıştırdığı “yinelemeli yapılar” hâlâ keşfedilmeyi bekliyor. Cage’in müziği Schoenberg’in öğrencisi oluşundan kaynaklanan zorluktan bir çıkıştı. Glass’ınki de romantik başlayıp minimalizmle oturmak ile minimalizmle başlayıp romantizme varmak arasında salınıp duran, sınıf kavgasını da içinde barındıran başka türlü bir meydan okuyuş. Cornelius Cardew’ün “ticari minimalistler” diye dalga geçtiği besteci sıfatından muaf değildi ancak nasıl ki Foucault “Nietzsche’den sonra ne yapmalı?” sorusunun peşindeyse Glass da “Cage’den sonra ne yapmalı”nın yanıtını arıyor.
 
Herkesin sevebileceği şeylerden hazzediyor, sıradan vasıflarla övünüyor. (Çocuklarına düşkün olmak, ikiyüzlü siyasetçilerden nefret etmek, sabah erken kalkmak, müzik dinleyerek rahatlamak...)
 
Peki Glass’ı bu kadar dayanıklı kılan nedir? Terry Riley ve La Monte Young’ın icadından konser başına 300 bin sterlin kazanan bir “dandy” oluşu mu? Hanif Kureyşi’nin “Popüler müzik de ciddiye alınması gereken bir mefhum” sözünden pası alıp önce popüler olan her şeyi ayrıcalıklarımızı tehdit edeceği gerekçesiyle söküp bir kenara atmamızı sorgulamalıyız. Bu mimaride Steve Reich Animal Collective ise Philip Glass da Kings Of Convenience tadındadır benim için. İkisi de tatlıdır ama... Bazen bana öyle geliyor ki, Glass’ın müziğini çalma listesine eklemek Nietxche’yi, Marx’ı ya da Sollers’i sloganlar, canlı atıflar bulmak için okumaya benziyor. Bir etiket olduğunu düşünürüm. Brian Eno ve David Bowie bahsine hiç girmeden 1970’lerde Music In Fifths ve Music With Changing Parts çıktığında bir eleştirmen havada dolaşan ve birbirinden ayırdedilmesi zor Glass müziği için “Ses dalgalarının işkencesi” başlığını atmıştı.
 
Darmstadt’a yolu düşenler müziğin personalizmini dinamitleyip armoninin cenazesini kaldırırken enstrümantal yenilenmenin ve gürültüden ziyade hanımevladı basitliğinde sipiritüel gereksizliklerin canına okumuşlardı. Aynı sınıfın parlak üyesi ve bir nesil uzunluğunda sanat yaşamına sahip Glass, sanki ömrünü kozmopolit kaymak tabakasının menüsünde bir seçenek olarak sürdürüyor. Glass’ın müziğini her duyduğumda rengarenk çiçeklerle dolu bir taşra evi penceresinin önünden sarman ve besili bir kedinin yalanarak geçtiğini görür gibi oluyorum.
Kagel öldüğünde bir şeyler duymuştum, bir devrim arayışı, ömre sığmayan uzunlukta bir devrim. Stockhausen öldüğünde deneylerin hantal sermayesinin varislerini aradım içten içe. Bir kaç mesaj attım. 17 yaşındayken yaptığımız mülakatta “Minimalizmle ilgili sorular için fazla minimalsin,” diyen bu büyük müzisyen için şimdi ben de Darmstadt’dakilerin beynine sağlık diyorum.
 

*Glass aramızda

kaytaz@gmail.com