Taş Uçak inecek meydan arıyor…

Röp: Tayfun Polat

Mecmua yazarı, Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisi, Puşt Ahali taifesi, P.A.T. (Puşt Ahali Tarifesi) gibi edebiyat ortamına açı getiren işlerin beyni, “Siya”, “Livar”, “Kelimenin Yüzü”, “Korkak Düşler”, “Karşı” kitaplarının yazarı Zafer Yalçınpınar’dan bir yenilik daha geliyor; şiir sergisi. 10-28 Şubat 2009 tarihleri arasında Odakule Sanat Merkezi’nde izlenebilecek “Taş Uçak” adlı sergi öncesinde bir sorduk nedir içini dolduran…
 
Şiir Sergisi ne demek?
Şiir ihtiva eden ve geneli düşünüldüğünde poetik tarafı ağır basan bir izlek, demek... Tıpkı resim ya da fotoğraf sanatı gibi şiir de imgelerden ve imgesel öğelerin kurgusundan, dengesinden oluşur. Duvarda asılı bir şiirin duvarda asılı olan bir tablodan farkı, şiirin kelimeler tarafından işaret edilen farklı, dolaylı ve belki de ilkel bir imgeleminin olmasıdır. Ayrıca şiirde, fonetik bazen de müzikal bir yapı oluşturabilirsiniz; örneğin soyut bir şiirde
-resim sanatında olduğu gibi renklerin tınısını değil de- kelimelerin işaret ettiği imgelerin tınısını bulabilirsiniz. Ya da İlhan Berk’ten Mısırkalyoniğne veya Oktay Rifat’tan Perçemli Sokak’ı, bu iki şiir kitabını birer soyut resmi izler gibi okuyabilirsiniz. Sergide 16 adet şiir ve şiirsel metin ile 14 adet görsel işimden oluşan genel bir kompozisyon var. Ayrıca sergide Nâzım Hikmet ve Ece Ayhan’ın poetikasına çeşitli referanslar da var... Aslında, şiirsel metinlerimin imgeselliği ile çoğu tipografik olan görsel işlerimin imgeselliği arasındaki kimyayı, alaşımı ortaya koymak istedim. Bu alaşımda poetika daha ağır geliyor... Bu nedenle şiir sergisi dedik...
 
Görsel iş”ten kasıt nedir? Ya da farkı nedir?
Şimdi, benim bu parçaları “görsel iş” diye muğlak bırakmamın sebebi onların “ne olduğu” üzerinde kalıcı bir karara varamayışım... Yöntem olarak çeşitli kolajlardan, grafik deneylerinden, stokastik süreçlerden ve tipografiden oluşuyor bu işler... Ayrıca içlerinde, “Ş” harfinin tipolojisinin, matematiğin, tersimlemelerin, istatistiğin ve felsefenin birtakım bileşkelerine işaret eden işler de var... Fakat tüm bu teknikler ya da öğeler görsel işlerimin “nasıl oluştuğu” hakkında bilgi verirken onların “ne olduğu” hakkında aydınlatıcı değiller. Bunun sebebi de görsel işlerime bulaşan “poetika”, o cehennem... Biliyorum ki tüm bu durum, bu bilinmezlik yaptığım işlerin bir “ucube eser” gibi yanlış algılanmasına sebep oluyor, olacaktır da. Fakat inan ki “görsel iş” deyişinden daha iyi bir deyiş bulamadım...
 
Bu serginin açılması süreci nasıl işledi?
Odakule Sanat Galerisi’nden Necip Yeşiltepe, internetteki çeşitli platformlarda bazı görsel işlerimi görmüş, çok beğenmiş. Bir sergi düzenlemeyi teklif etti ve koşullarını sundu. Ben de kabul ettim. Sonrasında serginin içeriği ve kompozisyonu üzerine çalışırken Necip Yeşiltepe, şiirlerimdeki imgeselliğin daha baskın, daha etkileyici olduğunu ve görsel işlerimi de kapsadığını fark etti. Böylece sergiyi hem şiirlerimden hem de görsel işlerimden oluşturmaya karar verdik. Söyleşiler ise sergiye katılacaklarla ve okuyucuyla etkileşim kurmak için düşünüldü. Bir de baktık ki söyleyecek, anlatacak ve işaret edecek, yani içimizde birikmiş birçok şey varmış... Bunları da paylaşalım istedik.
 
 
Sergi kapsamında gerçekleşecek söyleşilerin konuları nasıl seçildi?
Söyleşi konuları Puşt Ahali Edebiyat Platformu’nda iki senedir sürekli tartıştığımız ve sürekli savunduğumuz başlıklar... Bu söyleşiler çeşitli şairlerden çeşitli alıntılarla ve şiir okumalarıyla başlayacak... “Boşluğun Dili” konulu söyleşi dışında, söyleşilerin odağı şairlik halleri ve günümüz edebiyat ortamımızın vasatlığı... Ayrıca, “Haklılığın İnadı” başlıklı söyleşide Ece Ayhan ve Nâzım Hikmet üzerinde özelikle duracağız ve görsel, işitsel paylaşımlarda da bulunacağız... “Boşluğun Dili” ise tamamen benim şiirlerimle ilgili... Bu söyleşide şiirlerim ve şiirlerimde yer alan birkaç duygudurum hakkında konuşacağız... Söyleşiler başından sonuna kadar katılımcılarla etkileşimli gerçekleştirilecek.
 
Sergiye ve bir şiirine adını veren “Taş Uçak” göndermesini açıklar mısın?
Öncelikle Taş Uçak, Nâzım Hikmet’in mahkûm olduğu dönemde Bursa Cezaevi’ne verilen lakâptır. ABİDİN Dino’nun aktardığına göre bu lakâbı Nâzım Hikmet koymuştur. Şimdi düşünün, taştan uçak yapmaya çalışan ya da yıllarını böylesine karşıt, imkânsız bir düşüncenin, benzetmenin belki de avuntunun içinde geçirmiş bir adam... Bir büyük şair... İfadedeki imkânsızlık duygusu... Fakat gene de şairin bu yöndeki imgesel inadı... Ayrıca, Cemal Süreya şöyle demişti: “Ağır ol bay düzyazı, uçamazsın!” Sıkı şiirin en önemli temsilcisi olan Ece Ayhan da “Anlaşılmayacaksın. Ey kanatsızlık!” diyor. Bugün sıkı şairlerin hepsi yeni Taş Uçak’larda yaşıyor... Bunu işaret etmek istedim. Bir açıkhava hapishanesine benzettiğim, görünmez dikenli tellerle çevrilmiş ve imkânsızlıkları sistemin kaotik yapısıyla örülmüş kentlerde, yeni taş uçaklarda...
 
Bu sergi mevcut edebiyat ortamında nasıl algılanabilir?
Bugün, edebiyatın içtenliğine ve sahiciliğine inananlardan değil de ticari kâhyalık yapmak ve statüko cukkalamak peşinde koşanlardan oluşan, yani, editörcülük oynayan fırsatçıların maniple ettiği bir edebiyat “ortalığımız” var. Çoğu da modern şiiri bilmiyor, sezmiyor... Her iki türlü de liyakatsizler... Yani “kim kime dum duma” bir ortalık, bir ortalama kavrayış, vasatlıktan kaynaklanan bir retorik arsızlığı söz konusu... Bizim işaret etmeye çalıştığımız şeyler kolay kolay anlaşılmayacaktır. Hatta sezilmeyecektir bile... Diğer birçok konuda olduğu gibi edebiyatta da meydansızız. Sergiye “anlaşılmaz şeyler bütünü” gözüyle bakılacak sanırım... Bu da kötü, belki de “ortalama” bir yaklaşımdır bana göre... Kısacası bu meydansızlıkta serginin iyi ya da yeterince algılanacağını düşünmüyorum.
 
Sence nasıl algılanmalı?
Eski ve usta şairleri saymazsak sıkı şiir denen şeyin okuyucusu, takipçisi kalmamış gibi günümüzde... Ayrıca birtakım fason şiirleri ve şairleri, yani gerçekte şiir ve şair olmayanları, sahici olmayanları zaten hesaba katmıyorum. Kalburüstü yayınevlerinden çıkan yeni şairlerin yeni şiir kitapları bile en fazla 200-300 adet satıyor. Bu kadar küçülmüş, bu kadar odalaşmış, bu kadar meydansız ve yalnızlıkla, dikenli tellerle çevrilmiş bir ortamda bir tane yamuk bıyıklı ve kısa pantollu adam çıkmış “şiir” diye inat ediyor. Sıkı şiirin içtenliğini ve sahiciliğini savunmaya çalışıyor, onun akkor yapısını işaret etmeye çalışıyor, her şeye rağmen yazıyor, okuyor, tartışıyor, uykusuz kalıyor, kısacası şartlarını zorluyor filan... En azından bu çaba takdir edilmeli... Bununla birlikte açık açık söyleyeyim ki eğer tek bir kişi, tek bir dizemin imlediği şeyi sezdikten sonra o dizeyi aklına mıhlar ve hiçbir zaman unutmaz ise Taş Uçak şiir sergisi başarısız değil demektir, benim için...

tayfun.polat@hotmail.com