Ve Almanlar İşaret Çeker: Krautrock


Tayfun Polat
Krautrock denince akla gelen üç büyük isimden biri olan Faust, 17 Ekim günü gövde gösterisi yapacak İstanbul’da. Ya da krautrock’un bedenlenmiş halini Faust gösterecek bizlere. Mevzuya uzak kalmamak için biraz Faust’tan söz edelim ve bu nedenle aslında ilgide ihmalin ayıp olacağı krautrock’u bilelim, bildirelim istedik...
 
Müzik türlerini ortaya çıktığı dönemin koşullarından ayrı düşünmek çok saçma. Müzik antropolojisi ya da sosyolojisine kulak kesilmeden bir müziği çözümlemek, dolayısıyla anlamak zor çünkü. Müzikle ilişkisi “sevdim / sevmedim”den ibaret okuyucu sayfayı çevirsin şimdi. Hiç oyalanmaya gerek yok buralarda. Belki okuyacak her şeyin bittiği bir kabızlık halinde tuvalette geri döner bu sayfalara. Ama krautrock yazılacaksa, bu müziği anlamak gerekiyor önce. Bunu üstencilik olarak almayın. Bu adamların müziğe ve daha da çok deneyselliğe verdiği önemi çözebilmek için biraz ilgi ve zaman lazım. Bunların yanında bilgi de gayet yardımcı olacaktır.
Kraut” II. Dünya Savaşı görmüş Alman demek İngiliz argosunda. Türün adını koyan da İngilizler zaten. Bu aşağılama sözünün özellikle Batı Almanya’da gelişmiş ve dünyanın dört bir tarafında deneysel müzik yapan pek çok müzisyene ilham vermiş bir türün adı olmasındaki sarkastik duruma bakalım önce. Kimin kiminle dalga geçtiği şüpheli çünkü.
 
Batı Almanya savaştan çıktığında hem toprak bütünlüğünü hem de gururunu kaybetmişti. Ama savaştan sonra doğan gençler için durum biraz daha farklıydı. Soğuk savaş yıllarında Doğu Bloğu’na yaslanmış bir durumda buldular kendilerini. Yüzlerini Batı’ya çevirmek mağlubiyetin de bir dayatmasıydı. Dünya rock ‘n’ roll ile kendinden geçmişken ülkenin dört bir yanındaki Amerikan askerlerinin eğlence anlayışı ve plak koleksiyonları ister istemez Batı Alman gençlerinin de ilgilendiği mevzulardı. Bir de Almanya’da bir inde çalarken dünyanın en popüler müzik grubu olmuş Beatles olayı vardı tabii. Dolayısıyla Batı Alman gençleri de damardan rock hadisesini aldılar bünyelerine.
 
Ama Beatles’in Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band albümü ve Amerika’nın doğu ve batı yakasında ayrı ayrı gelişen deneysel müzikal arayışlar sonrasında, artık ortada yeni ve farklı müzikler vardı. Saykodeliya almış yürümüş, İngilizler progresif rock yapar olmuştu. ‘60’ların ikinci yarısında gençlerin topluca zihin açıcılara yönelmiş olması ve yaklaşmakta olan '68 Olayları ise krautrock’un formülüne başka elementler ekliyordu. Alman Öğrenci Hareketi’nin ’68’in 68 olmasındaki rolü Batı Alman gençlerin ruh halini de özetliyor aslında. Zaten kendini bir krautrock grubunda çalarken bulmuş hemen hemen her Alman genci politik yelpazenin solunda yer alıyor, hatta çoğunluğu kendini ya da müziğini tanımlarken “anarşist” sıfatını eklemekten geri durmuyordu. Krautrock’un ortaya çıktığı günler kişisel hak ve özgürlüklerin kavgasının verildiği günlerdi. Ve Batı Alman gençleri yaman dövüşüyordu.
 
Durum böyleyken krautrock’un temelini oluşturan bir-iki tuğla daha koyarsak artık inşaatı başlatabiliriz. Velvet Underground’un avantgarde garaj-rock’unun daha önce yapılmış hiçbir şeye benzememesi, siyah Amerikalı’nın cazdaki mevcut formların hiçbirisini kabul etmeden kendi özgürlük hareketinin de müziği olarak özgür cazı ortaya koyması ve diğer tarafta bir grup Anglo-Sakson müzisyenin klasik müzik etkilenimiyle progresif rock içerisinden senfonik rock diye bir tür çıkarmış olmaları.
 
İşin içine klasik müzik girince Alman gençlerin söyleyebileceği çok söz vardı. İtalyanları bir tarafa bırakırsak klasik müziğin neredeyse tüm büyük ustaları Cermen soyundandı. Tabii klasik müzik bir gerileme dönemindeydi ama çağdaş müzik alanında üretilen tüm yenilikler arasında elektronik müzikteki gelişmeler özellikle Almanya’da Karlheinz Stockhausen’in önderliğinde parlak günler yaşıyordu. Stockhausen’in Köln’deki WDR radyosunda kurduğu elektronik müzik okulundaki öğrencileri arasında az sonra hürmetle anılacak olan Can’ın kurucularından ikisi Holger Czukay ve Irmin Schmidt’de vardı. Ses bantlarını manipüle ederek gerçekleştirilebilecek sonsuz yeni olasılığın verdiği iştah Beatles’in bile aklını çelmişken, Alman ekolünün bu konuda söyleyebileceği çok şey vardı.
 
İşte böyle bir zamanlamanın ortasında Batı Almanya’nın Köln başta olmak üzere farklı şehirlerinde bir araya gelip müzik yapmaya başlayan gençler krautrock’u yarattılar. Öyle bir müzikti ki bu, kimin kiminle dalga geçmesi gerektiği ortaya çıktı. Batı Alman gençleri Anglo-Sakson müzik geleneğinin ilerici bütün öğelerinden faydalanıp (siyah özgür cazın doğaçlama ve deforme anlayışını ayrıca eklemek lazım), üzerine kendi klasik müzik mirasları ve elektronik müziği ekleyerek deneysel olanın nasıl farklı olabileceğini gösterdiler. Hem de Syd Barret ve Zappa gibi rock müzik camiasında münferiden ortaya çıkmış ve anlaşılamamış uçuk adamlar çıkartarak değil, topluca, bir kuşak olarak bu müziği ürettiler.
Tabii burada hemen eklemek gerekir, krautrock da aslında bir üst başlık olarak kabul edilmeli. Krautrock yapan grupları ise üç gruba ayırabiliriz. Bunlardan ilki, ne yalan söyleyeyim, öyle aman aman bir deneysellik içermeyen Alman progresif rock gruplarıdır. Progresif rock’un barındırdığı yenilikleri barındırırlar ama daha çok İngiliz progresif rock gruplarından ve klasik müzikten ilham almışlardır. Amon Düül (ve sonra Amon Düül II), Popol Vuh, Eloy, Nektar ve Guru Guru bu bölümün önemli isimleridir. Nasıl bir klavyecinin bin türlü virtüözite numarası yapmasının günümüzde hiçbir manası kalmamışsa, Alman progresif rock grupları da diğer ülkelerdeki türdaşları gibi eriyip gitmişlerdir zamanla. Tabii Popol Vuh gibi Werner Herzog’un önemli filmlerine müzik yapmış ya da Amon Düül gibi dünya listelerinde ilk beşlere girmiş olabilenleri isteyen ayrı bir yere koyabilir. Ama Eloy’u kim, neden?
 
İkinci grup, elektronik müziğin ve synt’lerin ağırlıkta olduğu bir tür müzik yapan Kraftwerk, Tangerine Dream, Kluster (ve sonra Cluster), Ash Ra Temple ve Tangerine Dream’in de kurucusu Klaus Schulze’nin ilk akla geldiği, -hani müzik yazarları snıflandırmayı çok sever ve sürekli isim uydururlar ya- elektronik krautrock’culardır. En kıdemlileri Tangerine Dream; başlangıçta saykodeliya dolaylarında biraz gezindikten sonra daha melodik ve kolay dinlenen bir tür ambient müziğe doğru yol almış, ‘80’lerin ortaya çıkmaz olası new age günlerinde ise İpek Yolu üzerinde gide gele iyice kafası bulanmıştır. Yine de başlangıç yıllarında yaptıkları kozmik müzik ile ‘80’lerin ve ‘90’ların pek çok ambient müzisyenine ilham verdikleri doğrudur. Ash Ra Temple ve Tangerine Dream’in kurucusu Klaus Schulze ise farklı projeler altında gerçekleştirdiği kırktan fazla albümle krautrock’un önemli bir kilometre taşıdır. Kluster ve Cluster, deneyel müziğe katkıları ve başlangıçta progresif, ardından ambinet ve elektronik müzik albümleriyle Coil, Mouse on Mars, Orb, To Rococo Rot ve Oval gibi günümüzün saygı duyulması gereken elektronik ve deneysel müzik yapan isimlerine ilham veren bir pınardır.
Kraftwerk ise ayrı bir paragrafı hakediyor. Krautrock türünün en ünlü grubu (her ne kadar çoğunluk onları bir elektronik müzik ve hatta techno grubu sansa da) günümüzde müziğinde synth ya da biraz da olsa elektronik tınılar kullanan hemen her grubu etkilemiştir. Autobahn, Radio-Activitat ve Computerwelt gibi albümleriyle milyonlarca satış rakamlarına ulaşan tek krautrock grubudur. Daha punk patlamamış, sonradan new-wave’e oradan endüstriyelle karışıp EBM’e dönüşmemiş, günün müziğinde klavye denen müzik aleti Batı Klasik müziği armonilerini rock enstrümanlarıyla çalmayı maharet sayıyor, sen gidip sentetik bir ses örgüsü kurup, 10 yıl sonrasının müziğini icat ediyorsun. 1974’de Kraftwerk’in yaptığı müziğin o ana kadar yapılan tüm müziklerle alakası yoktu. Kraftwerk, popüler müziğin gideceği koordinatları en az 5 derece saptırarak elektronik müziği modern popüler müziğe dönüştürmüştür.
 
Şimdi gelelim krautrock’un son bölümüne. Burada yer alan en önemli üç grup, aynı zamanda krautrock denildiğinde akla gelen ilk üç gruptur; Can, Faust ve NEU!. Bu grubu saykodelik ve deneysel grup olarak ayırabiliriz. Yani en deneysel. Önce NEU!. Can ve Faust’un ardından üçüncülük ödülü alsalar da esas adam Michael Rother’in başını çektiği NEU!, punk daha Amerika’dayken Avrupa’da punk yapmaya başlayan, punk İngiltere’ye taşınınca art-rock’a geçen, her daim deneysel ve ilerleyen bir çizgiyi takip etti. Dolayısıyla onların motorik sound’u P.I.L., David Bowie, Stereolab, Joy Division gibi önemli isimlere ilham verdi.
 
Can’a gelince, adı üzerinde, candır. Satışları, popülerliği falan bir tarafa bırakırsak, gelmiş geçmiş en önemli krautrock grubudur. Hatta gelmiş geçmiş en önemli deneysel müzik grubudur da derim ben, ama bu kimseyi bağlamaz. Czukay ve Schmidt’le beraber Michael Karoli ve Jaki Liebezeit’ın esas kadrosunu oluşturduğu Can, serbest doğaçlamaya dayalı saykodelik müziklerine, kimi zaman elektronik, kimi zaman etnik, kimi zaman ambient öğeler katarak her zaman denediler. Belki bugün dinlendiğinde deneysellikleri anlaşılmayabilir. Ama grubun aktif olarak müzik ürettiği ‘70’lerde gitarı eline alanın melodi ve armoni hünerlerini gösterdiği, klavyelerin, basların virtüöziteye doyamadıkları, vokallerin esrik çığlıklarla süslendiği bir rock müzik ortamı olduğu düşünülürse; Can’ın müziğininin kesinlikle farklı olduğunu, yalın, abartısız bir merakla giriştikleri deneylerin, ardıllarını derinden etkilediğini söylemek gerekir. Ege Bamyası ve Tago Mago albümlerini hararetle önerip, 21 dakika boyunca “You Do Right,” diyerek de şarkı yapılabileceğini bizlere gösterdikleri için tekrar önlerinde eğiliyorum.
Nihayetinde memlekete teşrif ederek bu kadar önemli grubu anmamıza vesile olan Faust’tan bahsederek konuyu bağlayayım. Grubun ilk albümü Faust’un açılış parçası, 9’31’’lik “Why Don’t You Eat Carrots?” (Neden Havuç Yemiyorsun?) aslında abilerin hadisenin neresinde olduğunu gösteriyor. ’73 tarihli albümleri The Faust Tapes’de, arşivlerindeki yüzlerce albümden kesip yapıştırdıkları parçalarla oluşturdukları yaklaşık yirmi dakika süreli iki kayıt ile 100.000 kopya satarak, aynı biçimde bir konsept albüm yapmış olan Jethro Tull’un Thick as a Brick albümünün satış rakamını bile geçmişlerdi (tabii o zaman için ve tabii albüm 45’lik fiyatına satılıyordu). Copy-paste estetiğinin en önemli ve erken başarılarından biriydi bu. ’74 tarihli Faust IV albümünün açılış şarkısı “Krautrock” ise türün meramını gayet iyi anlatır 12 dakika boyunca. Gerçi sonradan krautrock ifadesine kıl olduklarını belirtmişler bir yerlerde ama şarkının kirli klavyeleri ve derinden gelen gitarları arasında sıkılmadan tekrar eden bası ve ritmi, son 5 dakikada “gitmeye” karar veren davula “iyi böyle,” diyen bas, aynı gitarlar, ses efektleri, bir kreşendo ve ardından içe kapanma, sonra hadi bitirelim havası.
 
Faust uzun yılları farklı kadrolarla, tekrar bir araya gelip çalmalarla geçirdi. 30’un üzerinde albümleri var. Evet, ‘70’lerdeki popülaritelerine hiçbir zaman ulaşamadılar. Ama kurucu üyelerinden Jean-Hervé Péron’un kendini art-errorist (sanat-hatacısı diye kötü bir çeviri yapayım) olarak tanımladığı bir gruptan bahsediyoruz. Yazıda bahsi geçen albümlerinden birini ya da mesela Faust So Far’ı edinip, hep önden giden bu adamları kanlı canlı görmek gerek. Çünkü geçen sene yeniden bir araya gelen Cluster, hâlâ parsa toplayabilen ve açıkçası bunu da gayet hak eden Kraftwerk ile birlikte krautrock’u yaratıp da aynı isim ve kafada müzik yapmayı sürdüren bir tek Faust kaldı.
 
tayfunpolat@hotmail.com