Yes Future!


Tayfun Polat
Efes Pilsen One Love Festivali’nin 7.’sinde gayet dolgun programın bir günü de son yılların yükselen değeri gypsy punk için tahsis edimiş. Gypsy punk, Gogol Bordello’nun beyni Eugene Hütz’ün uydurduğu bir terim. Ama başlı başına bir janr oldu bile. One Love’ın tek gypsy punk’u Gogol Bordello olsa da, 22 Haziran günü santralistanbul’da Balkan müziğine doyulacak. Ne zamandır heveslendiğimiz gypsy punk yazısını da bu vesile ile dizelim hemen. Karga’da Kultur Shock, Gogol, DeVotchKa falan çalınca burun kıvrılıyor madem, izah edelim meselenin özünü.
 
Öncelikle mecmuaya yazan dünya müziği otoriteleri Zekeriya S. Şen ve Ömer İpek gibi isimler varken, Balkan Müziği’ni yazmak bana düşmeyeceğinden, yazıda konunun bu kısmını kurcalamayacağımı belirteyim. Benim olaya kancamın takıldığı yer punk kısmı zaten. Dolayısıyla festival programında da yer alan Shantel’in çaldıkları değil de, Hütz’ün ismini koyduğu türün mensupları ilgimi çekiyor. Dolayısıyla punk’un Doğu Avrupa macerasına bakmak gerek önce.
 
Burada en önemli geçmiş, dağılmadan önceki Yugoslavya’da. Hiçbir zaman tam anlamıyla bir Doğu Blok’u ülkesi sayılamayacak Yugoslavya’da punk infilakının etkileri de derhal görülmeye başladı. Yuguslavya’da kurulan punk grupları Doğu Blok’unda neslinin ilk örnekleri. ‘76’da kurulan Paraf (utanmasalar Sex Pistols’dan önce kuracaklarmış) ve ‘77’de kurulan Pankrti öncüler. Birbiri ardına kurulan onlarca punk grubu, albümler, toplamalar derken tür, ‘80’lere damgasını vurdu. Diğer önemli grupları Pekinška patka, KUD Idijoti, Niet, Patareni, KBO! ve Badmingtons olarak kayıtlara geçti. Sonuncusu ve Pankrti geçtiğimiz günlerde yeniden bir araya gelerek turlamaya başladılar hatta.

Yugoslav İç Savaşı çıkmadan önce anılması gereken en önemli grup ise Zabranjeno Pušenje (Sigara İçilmez, tanıdık geldi mi?). ‘81’de Saraybosna’da kuruldu ve ‘80’lerde Yugoslavya’daki en popüler müzik gruplarından biriydi. Grubun kurucu üyelerinden Sırp Nenad Yankoviç, 1991’de yeni doğan çocuğunu da düşünerek Belgrad’a gitti. Grup da dağılmış oldu. Savaşın tozu toprağı çökelince Saraybosna’da kalan Davor Susiç ve tayfası aynı isimle çalmaya başladı. Nenad Yankoviç ise daha önce de defalarca grubun performanslarında gitar çalmış Emir Kusturica’yla birlikte Belgrad’da Emir Kusturica & No Smoking Orchestra’yı kurdu. Her iki grup da kariyerlerine devam ediyor. Biz daha çok İngilizce sigara içmeyenleri duyuyor olsak da. Kustrica ve Goran Bregoviç gibi yönetmenlerin başarısı filmlerinin müziklerine de ilgi çekti doğal olarak. Ama şimdi Yugoslav ekolünü bir yana bırakıp, diğer Slav ülkelerine bir bakınalım.

1991’de, Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasının hemen ardından Aktus isimli bir grup kuruldu. Reggae, ska ve punk çalarak başladıkları serüven, Ukrayna, Polezya, Bukovina (Shantel’in ataları da buralı) ve Karpatlar yörelerinin etnik öğelerini de almaya başladı bünyesine. Ve isimlerini Polonyalı asillere isyan eden Haydamaklardan aparttıkları Haydamaky olarak değiştirdiler. Akordeon, kemanın ve flütün yanında bolca yerel çalgı da kullandıkları, bir cins sirk punk’u olarak da niteleyebileceğimiz grubun müziğini dinleyince birkaç yıl sonra Amerika’ya göç edecek Gogol Bordello tayfasının ilhamını nerelerden aldığını da anlayabilirsiniz.
 
Romanya ve Bulgaristan’da yerel müzik o kadar baskındı ki, Romanların punk ya da ska’ya ihtiyacı yoktu. Macaristan’da komünist liderleri hicveden punk grupları Aurora ya da C.P.G.’nin solistleri hapis hayatı sürmeye başlayınca punk’un yalımı kısa sürdü. The Clash’in Joe Strummer’inin komünizm diye tutturduğu yıllarda Macar punk’ların komünizmi hicvettikleri için hapislerde çürümeleri ironik tabii. Rusya’da ise rock ya da metal çalmak bile zordu. İsmi duyulan punk grupları ‘90’larda ortaya çıkmaya başladı. Leningrad; yaptıkları ska, punk, şanson, kabere çorbasıyla Rusya’nın Tiger Lillies’i oldu. Diğer Slav ülkelerinde de kayda değer bir punk hareketi gözlenmedi.
 
Burada ilginç bir parantez açmak, kendimce bir ilişkilendirme kurmak isterim. Punk’un anarşizm ve nihilizmle yan yana anıldığını hatırlatayım önce, sonuçta herkes punk’u yutmadı. Rusya’da ya da komünizm ile yönetilen ülkelerde anarşizm ve nihilizmden söz etmek bile çok zordur. Bolşevik Devrimi’ne paralel bir biçimde Ukrayna’da yeryüzündeki ilk anarşist devrimin gerçekleşmesi ve Lenin tarafından Ukrayna Komünü’nün tasfiye edilmesi anarşistlerin hafızalarından hiç çıkmadı. Bu noktada, başta Haydamaky ve sonrasında Gogol Bordello’nun Ukraynalı olması ve kendilerine müzikal ifade olarak punk’u seçmesi oldukça manidar. Buradan konuyu tarihteki ikinci resmi anarşist devrime ev sahipliği yapan İspanya’ya getirebiliriz. Lenin İspanyol anarşistleri de arkadan vurarak bu devrimin de sonunu getirmişti. İspanyol anarşistler ise şu anda hâlâ “No Pasaran!” (Geçit Yok!) demeyi sürdürüyor. Çingenelerin İspanya’daki yoğunluğu düşünüldüğünde İspanya’dan da bir gypsy punk hareketi beklenebilirdi aslında. Ama İspanyol ska ve punk grupları (ki bunlar için başlı başına bir yazı yazmak gerekir. Fırsat bulursam onu da yazarım, söz) flamenko, Endülüs ve diğer hispanik müzik türlerinden etkilenmişlerdir daha çok. Gypsy punk dediğimiz ise Roman, Balkan ve Slav müzikleriyle punk’un füzyonu.
 
Gelelim Gogol Bordello’ya. Son 3-4 yılın en popüler gruplarından biri olmalarının öyküsü Eugene Hütz’ün New York’a göç edip, Manhattan’da gypsy punk türünün en önemli mekânı olan Mehanata’da DJ’lik yapmaya başlamasına kadar dayanıyor. Sene ’99 olunca Hütz, kendisi gibi Ukrayna göçmenlerini toparlayıp Eugene Hütz & Bela Bartoks isimli bir grup kuruyor. Bela Bartok adını hiçbir Amerikalının bilmemesi sonucu Ukrayna kültürünü Rus kültürüne tanıtan Gogol’la, İtalyan argosunda karmaşa anlamına gelen Bordello’yu birleştirip müzik camiasına gümbür gümbür bir giriş yapıyorlar. Ama esas patlama 2005 tarihli “Gypsy Punks – Underdog World Strike” albümüyle geliyor. Bütün dünya mor giymeye başlamış durumda. Bu saf enerji dolu müzik, inanılmaz sahne performanslarıyla birleşince devir artık onların devri oluyor.
Türün bir diğer önemli topluluğu -ki onlar da geldiler bu memlekete- Kultur Shock’u, Gogol’un agresifi ya da gypsy-core olarak adlandırabiliriz. Biz çok severiz böyle isimler uydurmayı. İki Boşnak, bir Bulgar, iki Amerikalı ve bir Japondan oluşan grup, birbirlerini Seattle’da bulmuşlar. Uyuşturucu problemleri, orjiye dönen sahne şovları falan derken çalacak yer bulamayacak hale gelmişler kısa süre sonra. “Bu gidişin sonu nereye?” diye iki satır düşünüp önce uyuşturucu işini hale yola koymuşlar. Bir gün Krist Novoselic “Yahu gidip şu toprağımın çocuklarını bir dinleyeyim,” demiş. İkinci sefer gittiğinde yanında Dead Kennedys’in Jello Biafra’sı varmış. O da “Nooluyo lan burada?” diyip Faith No More’dan Billy Gould’u çağırmış. Eh, böyle bir dinleyici kitlesi edinmişken şöhret olmaları da çok sürmemiş zaten. Bugün Kultur Shock’un ikisi konser olmak üzere 5 albümü var. Ancak “FUCC the INS”i tek geçer, ille de “Nadjiya” deriz.
 
Biraz daha kıdemli bir gypsy punk grubu olan Firewater ise (o da geldi, o da) Tod A. tarafından 1995’de kuruldu. Müziklerinin farkı kabere, ska, jazz ve Roman müzikleri yanında klezmere de yer vermeleri. Bu da gayet doğal. Bugün gypsy punk aleminin en önemli isimlerinden diyebileceğimiz Yahudi müzisyen ve prodüktör Tamir Muskat ve bir dönem Gogol Bordello’da da çalan Yahudi saksofoncu Ori Kaplan’da, kendi grupları Balkan Beat Box’u kurmadan önce Firewater üyesiydi.
Balkan Beat Box demişken (onlara da gypsy punk diyorlar ama müzik olarak pek punk diyemeyeceğim, her ne kadar “La Bush Resistance” gibi bir şarkı yapan bir grubun en azından tavrı punk olsa da) ikilinin Gogol Bordello ile ortak projesi J.U.F. (Jewish-Ukrainishe Freundschaft, Yahudi-Ukraynalı Kardeşliği), anlatmaya değer. Tek albümleri var, “Gogol Bordello vs Tamir Muskat”. Gogol’un ska-punk ritimlerinin muskat (bebe cevizi) kafasıyla dub’lanmış hali bir albüm. İnsanın kafasının içinde titriyor.
 
Gelelim DeVotchKa’ya. Adlarını Anthony Burgess’in “Otomatik Portakal”ında geçen nadsat (çıtır, genç kız) sözcüğünün türediği Rusça devoçka’dan almışlar. Şimdi, Denver, Kolorada’dan çıkan bir grup niye gypsy punk yapar ona bakalım. Öncelikle bunlar Dita Von Teese yengemizin revüsünde arkada fon müziği yapıyorlarmış. Zaten DeVotchKa’nın müziğinde kabere ve hatta mariachi ve bolero da Roman ve Rum müzikleri kadar etkili. Garip bir biçimde yeniden popüler olan bu burlesk ortamlarında çala çala tarzları oturmuş. Müziklerini Beirut ile Calexico’nun karışımı olarak tanımlayabiliriz.Tabii ki onlar da kısa bir süre önce geldiler konser vermeye. Bol ödüllü “Little Miss Sunshine” filminin müziklerini yapınca, artık Dita’nın gerisine bakmak zorunda kalmadıkları günlere ulaşan grubun, bu filmin soundtrack’i dışında 6 albümü ve dillere pelesenk olan “How It Ends”, “Bosso Profundo” gibi şarkıları var.
Beirut’a gelmeyeceğiz. 22 yaşındaki hızlı velet Zach Condon’un grubu Beirut, müziğinin merkezine Balkanlar’ı oturtmuş olsa da punk’un esamisi okunmuyor yaptıklarında. Balkan müziği yapacaksan ya fitili yanmış bir barut fıçısı gibi olmalı ya da namesiyle ciğer yakmalı. Neyse, konumuz başka.
 
Albümleri daha zor bulunan ama türün mensubu birkaç grubun daha adını sayıp bağlayalım. Seattle sokaklarında elinde akordiyonuyla keşfedilen Jason Webley, klezmer ile Slav Yahudilerinin müziklerini punk’la birleştiren New York’lu Golem, New Orleans’tan çıkan ve doğal olarak zydeco ve cajun müziklerini Doğu Avrupa müzikleriyle harmanlayan Zydepunks, Norveçli Kaizers Orchestra (bak bunları hâlâ biri getirmedi, adamlar 2002 Roskilde’de “Yılın Konseri” ödülü almışlar oysa) ve Finlandiyalı Alamaailman Vasarat diğer gypsy punk grupları. Görüldüğü gibi Balkanların punk enerjisi ve Slav Yahudilerinin müzikal zenginliği, punk ile birleşince hikâye buz gibi İskandinavya’yı bile ısıtıyor. Bu arada Balkanlar’dan Fransa’ya da hayli göç olduğundan Fransa’dan da -bütün kayıtlarında olmasa da- Marcel ve Debout Sur Le Zinc gypsy punk grupları çıkmıştır. Haa, bir de Tiger Lillies var. Gypsy punk grubu olmasa da pek çok albümünden pek çok şarkıyı tam da türün esas örneği olarak gösterebiliriz.
 
Uzun lafın kısası, kanımızı kaynatan, kulağımıza tanıdık ezgilerin punk ve ska ile buluşmasından oluşan gypsy punk’a kayıtsız kalmak zor. Bir de punk’un nihilist “No Future!” (Gelecek Yok) söylemine karşı gypsy punk’un umut veren enerjisi “Yes Future!” diyor sanki. Dolayısıyla nihilizmi 20’lerinin ortasında bırakmış bizim kuşak için daha uygun bir slogan. Gogol sahnede öyle bir azıyor ki seyrederken yoruluyorsunuz. Kaçırmayın. Alıştırma niyetine, yazıda adı geçen pek çok grubu dinlemek isterseniz de ben 20 Haziran günü kabinde olacağım.
tayfunpolat@hotmail.com