GÜNEŞ ALTINDA SÖYLENMEDİK BİR SÖZ


Saffet Sözen
LYNCHVILLE BİR KEZ DAHA KAPILARINI AÇIYOR

Morrissey’in “Fanlarınız sizi neden bu kadar çok seviyor?” sorusuna verdiği cevap: “Sorulduğu zaman bunu açıklamak zorunda olmaları”dır.

David Lynch’in son filmi 2006 tarihli INLAND EMPIRE bazı büyük film festivalleri dışında dünyanın hemen hemen hiçbir ülkesinde ticari sinemalarda gösterime girmedi. Lynch’e “Yaşam Boyu Onur Ödülü” verildiği Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan film, “Başı belada olan bir kadının hikayesi.” Olağan şüphelileri bir kenara bırakırsak yönetmenin Eraserhead’den bu yana çektiği en deneysel iş olduğu konusunda herkes hemfikir.

Lynch, filmlerinin anlamı üzerine asla konuşmuyor. ‘90’lı yıllardan beri projelerinin finansmanını, daha çok sevildiği Avrupa’dan sağlıyor. Aynı oyuncularla çalışmayı seviyor. Dijital kamerayla çektiği INLAND EMPIRE’da (evet büyük harflerle) gedikli oyuncuları Laura Dern, Harry Dean Stanton, son dönem gözdelerinden Justin Thereux ve Jeremy Irons rol alıyor. “Adam hep aynı filmi çekiyor”cuların eline vereceği bir çok oyuncak var yine: Karanlık odalar, dar koridorlar, tekin olmayan dehlizler, kırmızı perdeler, yanıp sönen lambalar, ıssız yollarda gece yolculukları, ağlayan güzel kadınlar, bonus kabilinden tavşan-adamlar ve ortalıkta salınıp duran her daim tedirgin ruhlar. Kafkaesk gibi sanatçının adıyla özdeşleşmiş haller ve durumları betimleyen Lynchyen mevzular bir kez daha sahne alıyor: Ses bandındaki kesintisiz dip uğultusu, birden fazla rolde karşımıza çıkan oyuncular, film içinde film anlatımı, geçmiş-gelecek, gerçeklik-hayalgücü karşıtlığı. O da diğer büyük yönetmenler gibi, anlatmak istedikleri sadece resimler aracılığıyla ifade edilebilir türden görüntüler peşinde. Bazı çevrelerce sevilmemesinin altında belli belirsiz şu da yatıyor: Arkadaşına filmin konusunu anlatırken zorlanman hatta çoğu zaman bunu başaramaman. Tüketim toplumu alışkanlıkları, bu bitsin hemen bir diğerine geçelim doymazlığı ve görgüsüzlüğü. Bu türden pop yaklaşımları bir kenara bırakıp şunu söylemek lazım: David Lynch sineması her şeyden önce ve bazen sadece belli bir tür deneyimi yaşamaktır. Ama yine de bu bile onun dehasını tam olarak açıklamayan hatta belli oranda üstünü örten bir tanımlama oluyor. Kadraja giren resmin perdede nasıl durduğu, bir önceki sekansla anlam bütünlüğü sağlamasından daha önemli sanki. “O elindeki hikâyenin resimlerini aramıyor, tam tersini yapıp kafasındaki resimler için bir hikaye arıyor.” (*) Bunu yaparken de rüyalar, önsezi ve meditasyonu esin kaynağı olarak kullanıp, psikanaliz, felsefe, resim gibi farklı disiplin okumalarına açık görüntüler oluşturuyor. “Anlam üzerine konuşmak beni rahatız ediyor açıkcası. Bana ifade eden şey başka biri için bambaşka bir şey olabilir. Filmin ne anlattığını söylemek işin büyüsünü kaçırdığı gibi anlamı sınırlandırıp geri kalan tüm kapıları da kapatıyor. Ben bundan daha fazlası olabilen işleri seviyorum. Ayrıca üzerine konuştuğunuz şey, bir şair olmadığınız sürece, her seferinde biraz daha küçülüyor. Bir de insanların anlam peşinde koştuklarına dair bir yanılsama var. Herkes etrafında dönüp duran bir hayata sahip. Anlamı orada sorgulamıyor, onu olduğu gibi kabul ediyor da iş sanata gelince niye böyle bir beklenti oluyor hiç bilmiyorum.”
Lynch ve ustası Fellini. Filmlerinin büyüsü rüya dilini kullanmalarında saklı büyük oranda. Gerçeklikle rüyalar arasındaki zıtlıklar (Değişik kişi-mekan-zaman kombinasyonları ) filmlerinin değişmez öğeleri. Planlar arası geçişlerin rüya mantığıyla bazen nedensiz ve aniden oluşu ve anlam bütünlüğü taşımıyor olması. Öte yandan “rüyalar çelişki nedir bilmez.” Sabah uyandığımızda gördüğümüz rüyanın hatırladığımız karelerinin önce birbiriyle ilgisiz olduğunu düşünür sonra da o rüyanın ortaya çıkışına neden olan kişi, olay, duygu neyse onu hatırlamaya çalışır, kendimizce bir mantık kurarız ve böylece tutarsızlık ortadan kalkar. Sonuç olarak iş gelip Lynch’in o hep söylediği ve savunduğu “Filme çıkış noktası olan duyguya sadık kalacaksın” olgusuna dayanıyor. Sonra uçuş serbest. İster Lacan’cılık oyna istersen Möbius Şeridi çevir (Lost Highway-Mulholland Drive-INLAND EMPIRE şimdiden bir üçleme haline geldi ve bu iki isim-kavramla yapılan çözümlemeler filmlerin çok katmanlı yapılarına yeni açılımlar getirdi). “Lynch, içinde bulunduğumuz gerçeklik ortamının kolay kavranılamazlığını en iyi vurgulayan sanatçılardan biridir” (**) Onun için her filmi alışılmış, ortalama ve vasat olana karşı bir saldırı. Herkes her şeyi biliyor, güneş altında söylenmedik bir söz kalmadı yanılsamasının tüm yoğunluğuyla kendini hissettirdiği içinde bulunduğumuz bu 21. yüzyılda, hayatın olduğunu varsaydığımız manası üzerine hâlâ farklı ve yeni bir şeyler söyleme becerisi ve cesaretine sahip bir sanatçı o.

Şimdi kemerlerinizi bağlayın. Lynchville tüm ihtişamıyla bir kez daha kapılarını açıyor. Film biraz karışık evet. Hayatın kendisi kadar. Seyirciden beklenen bir bulmaca çözmek değil bir deneyime ortak olmak. Üç dünya saati boyunca göreceğiniz şey muhtemelen sizi şaşırtacak, şoke edecek, kafanızı karıştıracak, belki sıkacak ve kızdıracak kim bilir? Kesin olan tek şey, David Lynch sürrealizminin en yetkin örneklerinden biriyle, görsel ve işitsel anlamda insanı allak bullak eden muazzam bir yapıtla karşı karşıya olunduğu.


(*) Mehmet Açar - Sinema Dergisi
(**) Yeşim Vesper – Radikal Gazetesi

saffetsozen@gmail.com