BİR ZAMANLAR, BİR ŞAİR VARDI
Söyleşi: Zafer Yalçınpınar
kargamecmua’nın yayın yönetmeni Tayfun Polat, 19 yılın ardından yeni şiir kitabı bir zamanlar, bir’i dijital olarak sürüme verdi. Kitabın ortaya çıkışının mimarlarından Zafer Yalçınpınar, hem bir sunuş yazısı ile dijital kopyayı kendi sitesi evvel.org üzerinde sundu, hem de aşağıdaki söyleşiyi gerçekleştirdi.
19 yıl süren uzun bir “sarnıçlanma” süresinden sonra yeni şiir kitabın bir zamanlar, bir yayımlandı. Bu bekleyişin etkilerini, daha doğrusu, kitabın oluşum sürecini merak ediyorum.19 yılı kısaca anlatamam. ’97-’98 senelerinde nasıl olduğunu çok da anlamadığım kadar kısa sürede 3 şiir, 2 de -nasıl diyeyim- kendimce bir şeyler anlattığım kitaplarım peş peşe okuyucuya ulaştı. Burada tabii ki Liman Yapımevi ve Sinan Vurandamar’ın adını anmak gerek. Her daim var olan farkındalığıyla benim ayırdında olmadığım bir şeylere yol verdi. Ve ardından yeni baskıları oldu. ‘90’ların sonunun tuhaflığından da olabilir ama enteresan bir biçimde küçücük bir zümre için popüler bir şair/yazar oldum. Yazdıklarımın tamamı 20’li yaşlarımda yazdıklarımdı. Ama sanırım ortak bir hissiyata denk geldi. Şiirlerim değil belki ama diğer iki kitabım. Anlamsız bir duruma hazırlıksız yakalandım. Yazdıklarımın küçük de olsa bir zümre tarafından benim çözemediğim kadar mesnetsizce sahiplenilmesi beni yazdıklarımı sorgulamaya itti. Çünkü gerçekten anlamsızdı. Her ne kadar bir dışavurum olsa da, şimdiden bakınca bir oyun gibi işleyen bir sürecin, sokakta yürürken önümü kesen okurlarımın olduğu hale dönüşmesi, neresinden bakarsak bakalım tuhaftı. Yazmayı safra atmak olarak değerlendirirdim o zamanlar. Ama yazmış olmak yeni yükler getirdi. Yazmaya ara vermedim ama yazar ve okur arasındaki ilişki beni zorladı. Sadece bu da değil, 30 yaşına yaklaşırken başka kararlar da almak gerekiyordu. “Popüler” bir şair/yazar olmanın 1 lira değeri yoktu bakkaldan sigara alırken. Bir de, en fazla ilgi gören kitabım güzel olduğun kadar gerçek misin?’de yazdıklarımdan çok farklı bir duygu-durum yaşamaya başladım. Âşık oldum. Lalettayin bir ilişki istemememi dile getirdiğim kitabın sürekli karşıma çıkması, çıkartılması beni iyice rahatsız ediyordu. “Güzel olduğun kadar gerçek misin?” ne yahu? Her neyse, iş buldum, çalıştım, ilk görüşte âşık olduğum tek kadınla evlendim. Yazmaya devam ettim. Yeni şiir dosyaları hazırladım. O sıralar, tüm kitaplarımı basan Liman Yapımevi artık kitap basmama kararı aldı. Hazırladığım şiir dosyalarını başka yayınevlerine yolladım. İlgisizlik müthişti. Bu da biraz ayaklarımın yere değmesini sağladı. Sadece kendimden, aşklarımdan, terkedilişlerimden, sabit durumum olan depresyonumdan, hezeyanlarımdan bahsederek kendimi ifade etmiştim ve karşılık bulmuştum. Ama yazmak galiba bu değildi. Yazmanın, 21 yaşımda “Hayatta tek amacım yazmak, yazarak var olabilmek” kararını aldığım zamandan farklı bir şey olduğunu anladım. Ve hiç durmadan yazarsam 50 yaşına geldiğimde yazdıklarımın telifi emeklilik maaşım olur nahifliğimin olanaksızlığını da 30 yaşına basmamla birlikte anladım. Yine de durmadan yazdım ama. Önce şiirden vazgeçtim. Öznesinin “ben” olmadığım metinler ortaya çıkartmak için bir süre sadece öykü yazdım. Müzik yazıları yazdım. Web sitelerine, dergilere. Bir taraftan da müzik her zaman en çok emek harcadığım alandı. Ve yavaş yavaş üzerine yazdığım tek konu haline geldi. Şiir beni terk etti. Ama depresyonum bakiydi. Şimdi okuyunca utandığım iki roman yazdım depresyon süreçlerime dair. Ve defterler dolusu not, şiirimsi, bazen tek tük şiir geldi uzunca bir süre. 10 yıl kadar önce, kargamecmua’nın yayın yönetmeni oldum. Derginin çehresini, içeriğini belirleme şansım oldu. Ahkâm kesme. Konu ne olursa olsun, ahkâm kesme. Bunu ortaya attım. Aslında gayet bencilce kargamecmua’yı kendi dışavurumum için kullandım. Yazmak eskiden bir ihtiyaçtı. kargamecmua ile yazmak işim oldu. Müzik yazısı, deneme, şiir, öykü, makale, didaktik yazılar vesaire vesaire. Hem yazıyordum, hem de yazı topluyordum. Kısa sürede ekip olduk. Ve hayata dair neyi dert ediniyor, ne hakkında düşünüyor, konuşuyor, tartışıyorsak, bunları dergimizde ifade edebiliyorduk. kargamecmua’nın ilk yıllarında ne şiirsel, ne müzik olarak başka hiçbir dışavuruma ihtiyacım yoktu. Kafa göz yardırıyorduk. Defterlerim hep yanımdaydı. Ama şiir hâlâ nadiren uğruyordu. Ya da bilumum esriklik içerisinde sayfalarca aslında üç dize ile ifade edebileceğim tek bir şiiri yazıp duruyordum; varoluşumun anlamı ne? Yıllar yılları kovaladı, gece çalışıyor olmak, metropolde hizmet sektöründe çalışıyor olmak doğası gereği tekdüzeleşti, yoruculaştı. Mecmuada yazmak da hatta. İşte bu rutin içerisinde şiir yavaş yavaş yeniden geri gelmeye başladı. Sonra bir çocuğum oldu. Sonra bir karar aldık ve üç yıl önce Datça’ya yerleştik. Datça’da bir söz var, en çok karşınıza çıkan söz; “Acelen varsa ne işin var Datça’da?” Benim şiirimde galiba en sabit unsur ân. Ama metropolün hızında karşına çıkan ânları fark etmek kolay değil. Oysa Datça’da Samanyolu’nun altında oturuyoruz biz bahçemizde. Ritmi düşürünce, ki hemen olmuyor bu, ânlar daha belirgin oluyor. Ve yıldızların altında daha kolay beliriyorlar. Velhasıl şiir geri geldi. İyice belli etti yerini. Burada bir konuyu daha belirtmem gerek, birbirimize peşrev çekme ihtiyacımız yok, senin şiirle ilişkin de beni çok etkiledi. Şiirden vazgeçmişken, senin ısrarın, inadın ve benim bunu takip etme olanağı bulmuş olmam da yadsınamayacak kadar motive etti beni. Ve hatta son şiir kitabını dijital olarak sürüme verdiğinde kendi kendime “Hadi,” dedim. Şubatta senin kitabın çıktı. Yaz başında bir dosya hazırlamaya karar verdim. Senle yazıştık. Bu yaz çok yoğun geçecekti iş güç olarak. “Eylül’de zaman ayırabilirim,” dedim sana. Ve takvim Eylül’e döndüğünde, 19 yıl önce kurulmuş bir alarm ötmüş gibi oturdum, 20 günde bu kitabı hazırladım. Bir konuyu daha belirtmek isterim; kitabın şairle ilgili özgeçmiş sayfasında “Önceleri anlamaya çalışıyordu. Bir süredir akışına bırakıyor” yazdım. Anlam arayışı çok yorucu. Yıldızların altında önce anlamsızlığı buluyorsun, sonra akışına bırakıyorsun. Demek ki zamanı gelmiş.
Sunuş yazısında da ifade ettiğim gibi bir zamanlar, bir’de yer alan imgelem boğucu değil; aksine, şiirlerinde imgeler kendi ağırlıklarıyla, kendi yükleriyle, pırıl pırıl ve pürüzsüz bir berraklıkta, özgürce tınıyarak, sanki, varoluşun hikâyesini, zamanlamasını kurguluyor. Şiirlerinde dilbilim felsefesinin salınımlarını, dil hassasiyetini görüyoruz. Bu durumun sebeplerinden, yüklendiğin dil hassasiyetinden bahseder misin?
Türkçe ve dilin işlevi, ifadenin biçimi üzerine çok kafa yordum kendimce. Dilbilim felsefesini bilmem. Ama dil, benim için hassas bir konu, doğru. Şiirimi “berrak bir ân” olarak tanımlıyorum. Burada amacım âna bir önem atfetmekten ziyade, berraklığı bulmak. Bir sürü olasılık arasında ânın hissiyatını en yalın, en berrak biçimde ifade etme isteği. Kitapta aslında üç farklı üslup var. Ve kurgusal olarak ilerlerken, bir yerde “Yemişim şiirinizi,” diyorum. “Kolay” isimli şiirimde. İmgelemi o şiirdeki gibi kurmak elimde. Ama sanırım orada rahat hissetmiyorum. Lafı dolandırmadan, en minimal haliyle kendimi ifade etmek bana daha iyi geliyor. Zaten o şiirden sonra kitap başka bir ifade biçimine geçiyor. Burada Oruç Aruoba hayranı olduğumu da belirtmem gerek. Kendisine öykündüğüm de belli. Şair bir dostum beni Aruoba detoksuna sokmak gerektiğini söyledi kitabı okuduktan sonra. Ki hak veriyorum. Sade, berrak bir ifade arıyorum. Aruoba bunu zaten benden önce yaptı. Belki ifadem değişecek bir zaman sonra. Ama şu an için kendimi en iyi ifade ettiğim, ki sanki biraz da kendi özgün ifademi bulduğum yer şiirim gibi hissediyorum. Bu hissiyat hassasiyetim değil. Şu anki konforum. Kendimi kurcalamayı da zorlamayı da severim. Başka ifade biçimleri denesem bile, dil ile ilişkim aynı olacaktır. Dil, anlaşmak, anlaşılmak için zaten sorunlu bir araç. Bu aracı kullanırken, en azından şimdilik, sadelikten yanayım. Ama dil ile derdim bitmeyecek.
Şiirlerinde “ân” kelimesinin çokça geçtiğini fark ettim. Zaten, bir zamanlar, bir’de yaşantıların, yaşam parçalarının irdelenmesi bir mihenk taşı gibi duruyor. Kitaptaki ânlardan birinin yaşamındaki karşılığını, hikâyesini anlatabilir misin?
Her biri birer ân ve yaşanmışlık tabii ki. 19 yıldır yazageldiklerime geri dönüp baktığımda hüsrana uğradım ilk başta. Çünkü bir dosya edecek kadar şiiri seçemedim. Sonra kendi içimde geriye gidip sayfalar dolusu materyalden billur anları eledim. Kimisi düz yazıydı, kimisi eskizdi, kimisi bir deneme içerisinde bir fikirdi. Ve kitaptaki şiirlerin büyük bir kısmını o ânlara geri dönerek, o ânın hissiyatını şu anki ben olarak nasıl ifade ederim (çünkü geçmişte becerememişim) sorusuyla yeniden yazdım. Dolayısıyla şu an, kitaptaki her ân çok yakın bana. Ve seçmek zor. “Kirpi” şiirini seçeyim yine de. Kalamış’taki evin bahçesinde komşumuz olan kirpi ailesinin sanırım baba olanı ile sohbet edemeyişim, o kirpinin selamımı almaması önemli benim için. Çünkü o gece İstanbul’dan taşınmayı kabul ettim.
Günümüzde yürürlükte olan şiirin, genç şairlerin çoğunun puslu, tekinsiz ve bu nedenlerle de özensiz, zik-zaklarla dolu şiirsel gayretler sunduğunu düşünüyorum. 1980 sonrası şiir nasıldı, 1990’lar, 2000’ler nasıldı, şimdiler nasıl? Kısaca...
Hiçbir zaman iyi bir şiir okuyucusu olmadım. Ne desem yalan. Sana Zafer Yalçınpınar’ın şiirinden bahsedebilirim. Oruç Aruoba’nın, Ese Ese’nin, Serkan Sanç’ın, Özer Bal’ın. Şiirin dönemden bağımsız olarak hezeyan dışavurumu olduğu bir hal var. Hep var. Kendi şiirimde bile vardı eskiden. Kısa bir dönem Liman Yapımevi’nde yayın yönetmenliği yaptım. Gelen dosyaları değerlendiriyordum. Tahammül edemediğim tek şiir dümdüz hezeyan olanlardı. Ki hezeyanı da şiirsel olarak ifade edebilirsin. Şimdilerde anlamsız bir İkinci Yeni takipçiliği ve imgelemi, ifadeyi zorlarsam şiir olur yanılsaması görüyorum. Ki bir taraftan da her iki yol içinde de kendi ifadesini bulmuş şairler var. Ama çok az. Yine de bu konuda ahkâm kesmem terbiyesizlik olur.
bir zamanlar, bir’de mizanpaj, kapak, font, arka-kapak, boyut anlamında çok bilinçli, özellikli tasarım tercihleri bulunduğunu düşünüyorum. Tasarım süreci nasıl işledi?
Senin de ilk okumandan sonra ifade ettiğin gibi kitapta ontolojik bir durum var. Varoluşumu şiirle ifade ediyorum. Bu ifadeyi anlatmadan anlayıp tasarlayacak tek bir kişi tanıyorum, Ese Ese. Ese ile ben bir zamanlar yoğunlukla telepati ile anlaşırdık. Uzundur çok ayrı düştük. Ama hâlâ telefon çaldığında bakmadan onun aradığını anlayabiliyorum. Ya da onu aramamı istediğini hissedebiliyorum. Dosyayı gönderdim. Hemen kapak geldi. Mizanpaj ve font ile ilgili bir iki fikir alışverişi yaptık. Ama zaten kitabın minimalizmi belliydi. Sayfaların boşluğunu kullanma isteği ben söylemeden geldi. Kısa ve yoğun bir süreçti. Her detayın üstünden geçtik. Ese sadece tasarım olarak değil, ifademdeki tutarlılık anlamında da benim farkında olmadığım noktalar gösterdi. Ve tekrardan telepati işledi.
Şiir kitabının evvel.org kapsamındaki gayri-ticari dijital kopyasının, yani pdf sürümünün çokça ilgi gördüğünü, okunduğunu söyleyebiliriz. Yeni şiir kitabını dijital olarak dağıtmanın, yani pdf olarak dolaşıma sunmanın içerdiği felsefe nedir?
Poetikanın politikası derin mevzu. Gündelik mesaimin büyük bir kısmını müzik âleminde geçiriyorum. Sanat ve kültür alanları içerisinde dijital dünyanın getirdiği en somut değişiklikler müzik piyasasında gerçekleşiyor. Buralara bir hayli kafa yorduğumdan konuya felsefik ya da ekonomik ya da esas olarak politik bir yanıt verebilirim, salt şiire uyarlayarak. Ama çok da gerek yok. Bir kitabın “kitap” olması için basılması gerekmiyor. Öncelikle yazılması gerekiyor. 19 yıl sonra ortaya bir şiir dosyası çıkarabildim. Ve dosyayı kapattığım andan beri, yukarıda tüm anlattıklarımla birlikte, daha önce hiç olmadığı kadar müsterihim. Bu aşamadan sonra önemli olan kitabın sürüme girmesi. Paylaşılması. Matbu olarak basılması değil. Samanyolu’nun altında yazdığım iki üç dizeyi iki forma kâğıda kapatıp rafa koymak çok da şart değil. Samanyolu hep aynı yerde. Ama görmek zor. Bunu göstermek için yeni formlar varsa, merhaba!
bir zamanlar, bir’in müzikal, özel ve ontolojik bir tınısı var. Müzik yazıları yazdığını, müzik tarihiyle ve müzikal kavramsallıkla yoğun bir şekilde ilgilendiğini biliyorum. Tezgâhta neler var, yeni kitaplar gelecek mi?
Öncelikle, üzerimdeki pası attım. Dosyaya son halini vermeden önceki gece bir şiir daha geldi ve kitaba girdi hatta. Bu kitap için orada durdum. Ama keyfim bir hayli yerinde. Çünkü şiirler gelmeye devam ediyor. Gerisi de gelecek, hissediyorum. Tezgâhta Türkiye’de deneysel müzik ve bağımsız müzik tarihi üzerine iki kitap var. Onları tamamlamak benim için önemli. Ama araya başka kitaplar girecek sanki.
Not: bir zamanlar, bir’in dijital kopsasını http://evvel.org/birzamanlarbir.pdf adresinden indirebilirsiniz. Az bir miktar basılı nüsha ise sadece Liman Yapımevi’nin Kadıköy’deki dükkânında bulunuyor. zafery@yandex.com