İSİMSİZ


Emre Eryılmaz
İsim konusu meşakkatli bir süreçtir sevgili okur. Bildik halin saptaması olan açılış cümlesi yazanı iğdiş hissine büründürmemesi ve okur kısmına elzem gelmemesi açısından meseleyi radikallik içinde serbestçe tur atma özgünlüğünde soruşturacağız.

Serbestlik savrukluk olarak görünmemesi için, temel bakışı insan oluşturacak. (Aksi halde kimbilir hangi ruh haliyle çatala, t-shirte, özel bir isimle hitaba giden açılımlar, sorgular… Her ne kadar cazip gelse de şu an için kenarda oturmalarını sağlayacağız.)

İnsan açılımında ebeveynlik kodlamasının a-b-c’si olan “isim ritüeli başlatır” tanımlaması yanlış olmasa gerek. Ebeveyn, yoğun mutluluk, gurur, ardından şüphe ve kaygı çalkantısına kapılır. Bu dört soyut hal, sosyal güdüler doğrultusunda oluşmaktadır. (Okura kendini gösterebilmek amacıyla yazı sahibi mutluluk ve gurur gibi kavramların topluma ve merkezi idareye [biz buna devlet diyelim] ödemek zorunda olduğu borcu, ödediği histerisiyle yapmakta olduğu bir fiiliyat olduğu görüşünü paylaşmaktan kaçınmamaktadır. Bu tabii ki çocuk sahibi olma gelenekselliğini ilgilendiren bir durumdur ve kenarda oturmasında şu an için bir sakınca yoktur. Şüphe ve kaygı konum itibarıyla bariz otorite ve toplum kalabalığına karşı, yerinde bir tabirle masum ve korunmasız bir varlığı koruma güdüsüyle yaşanan savunma refleksi kaynaklıdır.) Ana konuya dönersek, soyut hal gel-gitleri içerisinde isimlerimiz, cesaretin hareketlenmesiyle kararlaştırılır ve temenni ekseninde ne olduğumuz kulağımıza fısıldanır. Devlet odaklı topluma ifşamız yapılmıştır artık. Ebeveynliğin ilk etabı, bize bizi betimlemekle sonlanır. Mana kapsamında ilk güdülenmemiz gerçekleşmiştir.

Üstünkörü bakışla; biz insanlar, temenni alametiyiz. İsim kapsamında fayda sağlayıcı birey olmalıyız.

Böylelikle, merkez yönetim olan devlet ve onu oluşturan topluluk tarafından varoluşumuza yabancılaştırılmamız, aile düzeneği içinde gerçekleşir. Suç ve suçlu aranılan bir tespit içinde olmadığımızı belirtmeliyim ve en azından ebeveynler yönünden iyi niyetle yapılagelen durumdur. Bazen soyut bazen somut olsa da temelde hayırlı manalar. Böyle olması, bizim gene de isimdeki anlama göre kendi iç çekişmemizi yaşamamıza engel olmaz.

İlk duyduğumuz isim kendimize aittir ve fakat öz bazında tercih-seçim bize ait değildir. Hele anlamına vakıf olduğumuz ilk bilinç anında, kavrama ait miyiz, yoksa olmak zorunluluk hali mi taşır sorgusu için “düşünmediğimiz ama uyumsadığımız vakadır” demek de yanlış olmaz. Pratikte ismimiz bizden önce yargı oluşturur ve biz de aynı metotla sosyal yargımızı oluştururuz.

Bu neden önemli olsun ki? İsimlerimizi genel olarak seviyor ve sahipleniyoruz. Sorun şu ki uyumsama bir zorunlulukla başlamaktadır. Manaya aidiyet şüphe içermektedir. Ve mana bizi temellendirmeye başlayan devlet ve unsurları tarafından sınırlandırılmaktadır. Henüz, güçlü merkez algı yönlenmesiyle hareketli topluluk evrelerinde gezinmekte olduğumuzdan, kendimize aitlik fikriyatımız, düşünsel evresinden itibaren tam saha mücadeleyle geçmekte olduğu gözlenebilir. Özgünlük, temelini toplumsallığa yaftalanmaktan başka elden gelmeyecek bir gelişim sürmektedir.

Üst benlikte manaya uyabilmek ve uyamamak arasında çekişme yaşarken, tekil derinliğimizi gözden kaçırırız. Tekilliğimiz gözden yiterken, ismimizdeki mana kişiliğimize önderlik etmeye, ortalıkta dağınık duran sorgulamaları kendi etrafında toparlamaya başlar. Tüm içsel sorgulamalar güçlü bir sesin adımızı haykırmasıyla duyulmaz hale gelir. Mana, bir yapı taşı formuna bürünür ve yöneticiliğe soyunur. Merkez otorite olarak davranışlarımızı yönlendirir. Çelişki ve çatışmalar geçmemiş olsa bile uğultuları hafiflemiştir. Başlangıç ve devamlılık esası gözlendiğinde; içsel devletleşme hızlanmış, bağımlılık artmıştır.

Kulağımıza fısıldanan mana halihazırda bizi somutlamaktadır. Bu durum bizi merkezi yönetimin yol göstericiliğine, sığıntılanmaya (farkındalık dahilinde ya da haricinde) götürür. Başka bir deyişle toplumun kurguladığı devlet ve devletin güvenceye aldığı sosyallik rutinine bağlanırız. İdeolojik açıdan; toplum ve güçlü devlet için sıradan bir gündür.

Üretici-tüketici görevi yüklenilmiş, geleneksel iş-aile-vergi döngüsü bizi korumamıza muhtaç masuma isim koyma ritüeline başlatmıştır. Tekillik çözümlemesi, devlet ve oluşturanları açısından önemsiz görünür. Curcunayla meşgul olduğumuz sürece, hasıraltı edilebilen uğultudur. Kaçınma kaynağı yalnız kalma anında sayısız iç benliğin istek ve yön verme sesleridir.

Kabullenilen işler yığını içerisinde manamız tek bir isim içinde dönenir durur. “Buyurun ‘Bay K.’”

Yazı sahibi olarak belirtmeliyim ki; küçük bir detayın serbestçe etrafta dolanmasına izin verip, vardığı noktanın, matematik kurgusuyla donuk hayat sürgünlüğüne varması, durum belirleyiciliği açısından göz önüne alınası bir durumdur.
“Ama”lı cümlemiz: ama durum pek de mutlak kader gibi gelmiyor. Doğruluk ve mutlakiyet kavramlarının canlı davranışlarıyla değişim gösterdiğini düşünmeyi tercih etmeli ve ismimizi duyduğumuzda ya da bir ismi seslendiğimizde samimiyete sığınmalıyız. Ötesini zaman kazandıracaktır.

Kalın sağlıcakla… sefahat@hotmail.com