Ne Oluyor(du)? – II*
Tertip Kabal - Tayfun Polat
“Dünyanın her yerinde devasa ve amansız bir gizli yapı tarafından durdurulmak isteniyoruz. Bu yapı nüfuz alanını genişletmek için örtülü araçlara dayanıyor: işgal yerine sızmaya, seçimler yerine ayak kaydırmaya, özgür tercih yerine yıldırmaya, gündüzün orduları yerine gecenin gerillalarına güveniyor. Bu öyle bir sistem ki ince ince örülmüş, çok etkili bir makinenin inşasına bolca insani ve maddi kaynak tepiştirmiş durumda. Bu makine ise askeri, diplomatik, istihbari, ekonomik, bilimsel ve politik operasyonları birleştirmekte. Hazırlıkları yayınlanmıyor, gizleniyor. Hataları manşete çekilmiyor, gömülüyor. Muhalifleri övülmüyor, susturuluyor. Hiçbir harcama sorgulanmıyor, hiçbir söylenti gazetede haber olmuyor, hiçbir sır ifşa edilmiyor.”
Üstteki paragrafın yanına Recep Tayyip Erdoğan’ın filanca tarihinde yaptığı konuşma yazsak hepiniz gugıllamadan yersiniz değil mi? Oysa bu sözler 17 Nisan 1961’de, seçildikten birkaç ay sonra, John F. Kennedy’nin yaptığı Gazeteciler Cemiyeti Konuşması’ndan alındı. Konuşmanın tamamını dinlemelisiniz1. Kennedy 4 Haziran 1963’te Amerika’da para basma yetkisini Federal Reserve Bank’tan (FED) alıp devletin Hazine Bankası’na devreden Executive Order No: 11110 yasasını çıkarttı. 1 ve 5 dolarlık devletin bastığı yeni banknotlar piyasaya sürülüp, 10 ve 20 dolarlık banknotlar basım aşamasına geldiğinde, 22 Kasım 1963’te suikasta kurban gitti. Akabinde yeni paraların basımı durduruldu. Basılmış olanlar piyasadan çekildi. Para basma yetkisi yeniden FED’e geçti. Amerikan tarihi için bir başkanın suikasta kurban gitmesi yeni bir durum değil elbette. Öldürülen ilk başkan Abraham Lincoln, Amerikan Devleti’ne yüksek faizle borç veren bankerlere savaş açmıştı. Bankerler faizleri düşürmeyince, ulusal bankacılık sistemininin temelini oluşturan National Bank Act düzenlemelerini yasalaştıran Lincoln, ülke genelinde güçlü bir finans ağı kurarak devletin düşük faizle borçlanabilmesini sağladı. National Bank Act’in faizlere düzenleme getiren üçüncü aşaması finaline erişmeden 14 Nisan 1865’te suikaste uğradı. National Bank Act düzenlemeleri ise 1913’te Federal Reserve Act’in devreye girmesiyle nihayete erdi. İnsan suikast sonucu hayatını kaybeden diğer iki başkanın icraatlerini merak ediyor değil mi?
Bu girizgâhla safları tekrar hatırlatalım dedik. Geçen sayımızda 100 yıllık hızlı bir özetle uluslararası sermaye ile devletler koalisyonu arasındaki savaşın bir özetini anlatmıştık. Bu özette uluslararası sermayenin icraatleri daha fazla yer tutmuştu. Ancak devletler koalisyonu ile neyi kasdettiğimizi fazla açamamıştık. Oysa bu savaşta iki tarafın da karşılıklı büyük, uzun vadeli hamleleri söz konusu. Geçen yazımızda Soğuk Savaş dönemindeki sosyal devlet devrinde hamlelerini yavaş yavaş gerçekleştiren ve ‘80’lerin sonunda en büyük düşmanı komünist rejimlerin dağılmasıyla Sovyetler Birliği ve Çin de dahil olmak üzere Doğu Bloku’nu da kontrolü altına alan uluslararası sermayenin 2008 krizine kadar neo-liberalizm ile dünyanın hakimiyetini ele geçirişini anlatmıştık. Bu yazıda yakın tarihimize mercek tutarak devletler koalisyonunun hamleleri ile mortgage krizine nasıl varıldığına ve savaşta avantajın nasıl el değiştirdiğine bakarak bir miktar zihin açma niyetindeyiz.
Mevzuya doğru giriş noktası, Vladimir Putin’in 1999’da başbakan, 2000’de de cumhurbaşkanı olması. Putin’in ilk mühim icraatının S.S.C.B.’nin dağılmasından sonra IMF fonlarıyla ülkede kendi ekonomik iktidarlarını kuran ve Boris Yeltsin’in en büyük destekçileri küçük bir oligark gruba açtığı savaş olması tesadüfi değil. Ülkenin tüm finansının %70’ini ellerinde tutan 7 oligark artık “7 hırsız baron” olarak anılıyor ve bunların 6’sının, uluslararası sermayenin başrol oyuncularının pek çoğu gibi Yahudi olması da tesadüfi değil. Putin 2004 yılına kadar bu isimlerin her birinin varlıklarına el koydu. Kimi ülke dışına kaçtı, kimi hapsi boyladı. Eski dünyanın iki büyük devletinden biri yeniden ayağa kalkıyordu.
Forbes dergisinin satışlar, ciro, kâr ve piyasa değeri olarak dünyanın en büyük firmaları listesindeki değişimleri takip etmek, aslında bütün olan biteni gözler önüne seriyor.
Putin’li dönemde dünyanın diğer taraflarında olanlara bir bakalım şimdi. Yıl 2001, aylardan Eylül, 11. gün. Dünya Ticaret Merkezi ya da diğer adıyla İkiz Kuleler vuruluyor. Resmi açıklama İslami terör örgütü El-Kaide’nin kuleleri vurduğu. Amerika’nın Irak ve Afganistan’a müdahele etmek için bu saldırıyı gerçekleştirdiğine dair komplo teorileri havada uçuşuyor. O sıralar istihbarat analizcisi Mahir Kaynak bir televizyon programına ilginç bir fikir ortaya atıyor2. “11 Eylül, Amerikan derin devletinin küresel sermayeye bir darbesidir,” diyor. Pek itibar edilecek bir fikir değil gibi. 2003’te İstanbul’da El-Kaide’nin üstlendiği dört saldırı gerçekleşince bu fikre geri dönmek mümkün. Çünkü saldırılan hedefler Mahir Kaynak’ın görüşlerini hatırlatıyor; küresel sermayenin bizzatihi sahiplerinden HSBC Bankası merkez binası, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra küresel sermayenin en büyük ikinci merkezi İngiltere’nin İstanbul konsolosluğu ve yine küresel sermayenin bizzat kurduğu İsrail’e işaretle iki sinegog. Bu birkaç yıl içerisinde El-Kaide dünyanın dört bir yanında pek çok saldırı gerçekleştirdi. Saldırıların şekli, hedefleri farklı farklı. El-Kaide paravanını kendi çıkarları doğrultusunda hem devletler koalisyonunun hem uluslararası sermeyenin kullandığı sonucuna varabiliriz. Madrit’teki tren saldırıları ile Tunus’taki sinegog saldırısını aynı El-Kaide’nin gerçekleştirmesi mantığa oturmuyor çünkü. Ama 2003’te İstanbul’da gerçekleşen saldırıların mesajı gayet net. Daha sonra yapılacak karşılıklı hamleleri görünce, saldırıların Türkiye’de olması da anlam kazanıyor.
Bu arada, 2001’den itibaren Amerika’da bazı iktisatçılar göz göre göre bir finansal krizin gelmekte olduğunu ve önlem alınması gerektiğini yazmaya başladılar. Krizin sebebi olarak kredilendirme sistemindeki finansal balonu gösteriyorlardı. Herkesin bildiği adıyla mortgage krizini dile getirilyordu aslında. Yıllarca da yazdılar. Mortgage dalgası yükselişine devam etti, krizin boyutunun dünya ölçeğinde olacağı aşikâr olana kadar balon şişirildi. Hiçbir önlem alınmadı. Ve balon patladı. 2007 Aralık’ında başlayıp Lehman Brother’s’ın batışıyla ivmelenen, 2008’de zirve yapan ve etkisi hâlâ süren kriz döneminde başta Amerika ve İngiltere olmak üzere ekonomisi bankacılığa dayalı ülkelerde büyük kayıplar yaşandı. İşsizlik artışı, gelirlerde yüksek düşüşler krizin başka etkileriydi. Gelişmekte olan ülkelerde ise kriz “teğet” geçti.
2008’den itibaren Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni vergi yasaları ve finans şirketlerinin sahipleri ile üst düzey yöneticilerinin gelirlerine sınırlandırmalar getirilerek yeniden düzenlenmesiyle uluslararası sermayenin majör aktörleri gemlenmeye başlandı. Amerika, Rusya, Almanya, Fransa gibi ülkeler faiz oranlarını düşürerek de sermayeye darbe vurdular. Kriz, gelişmekte olan ülkeleri teğet geçmekle kalmadı. Aynı zamanda piyasa faizlerinin ve borçlanma faizlerinin düşmesi, parasal genişlemeyle birlikte, ekonomilerde olumlu bir seyir ortaya çıkmasına yol açtı.
Diğer taraftan dünya ölçeğinde uluslararası sermaye firmalarına yaptıkları usülsüzlükler sebebiyle cezalar yağdırılmaya başlandı. HSBC, Goldman Sachs, BP gibi devlerle başlayan operasyonlar yakın tarihte Daimler Benz, Deutsche Bank, Volkswagen gibi firmalarla sürüyor. Forbes dergisinin satışlar, ciro, kâr ve piyasa değerleri göz önüne alınarak oluşturulan dünyanın en büyük firmaları listesindeki değişimleri takip etmek, aslında bütün olan biteni gözler önüne seriyor. 2008’de listebaşı olan HSBC, mortgage krizi sırasındaki bocalamalarla 6.-8. sıralara geriliyor. 2011’de 2. sıraya yükselse de yeniden düşüşe geçiyor. 2016’da 14. sıraya inmiş durumda. 2006 ve 2007’de birinci sırada olan Citigroup, ilk on beşe bir daha sadece 2012’de ucundan girebiliyor. Çin devlet bankası ICBC’nin ilk on beşe ilk kez 2009’da 11. sıradan girip son 4 yıldır birinci sırada olması da bir başka okuma. Keza 2015’te ilk 4 sırada 4 Çin devlet bankasının yer alması da. (Aşağıdaki link’te karşılaştırma yapabileceğiniz bir liste hazırladık.3)
Mortgage krizi sonrası Rusya’da ekonomik gelişme de sekteye uğramıştı. Oligarklara karşı kazandığı zaferlere rağmen, 2009 yılında dünya ölçeğindeki krizin ülkedeki etkileriyle ortaya çıkan fabrika kapatmalar, işten çıkartmalara karşı Putin, ülke medyasınının önünde (ve tüm dünyaya servis ederek) canlı yayında kalan oligarkları karşısına toplayıp her birinden tek tek imza alarak üretimin yeniden başlaması ve işçilerin tazminatlarının ödenmesini sağladı. Bu gerekli yerlere bir mesajdı4.
Bir başka mesaj daha var. 2009’da siyah olduğu için şans verilmeyen Barrack Obama ABD’nin 44. Başkanı seçildi. Ardından teamüllere aykırı olarak ilk ülke ziyaretini Türkiye’ye yaptı. Hatırlarsınız, TBMM’de yaptığı konuşmaya şöyle bir girişle başladı: “Bu, Amerika Birleşik Devletleri Devlet Başkanı sıfatıyla yaptığım ilk ülke ziyareti. Daha önce G20 zirvesine Londra’ya, NATO zirvesine Strazburg’a, Kehl’e ve Prag’daki Avrupa Birliği zirvesine gittim. Bana, ziyaretimi Ankara’ya ve İstanbul’a devam ettirmeyi bir mesaj vermek için yapıp yapmadığımı soranlar oldu. Buna cevabım çok kolay: Evet.”5Obama yukarıdakileri söyledikten hemen sonra bir mesaj daha verdi. Mesaj devletler koalisyonunun Orta Doğu’yu daha seküler bir eksende şekillendirme gayesine de işaret ediyor. Sabah Atatürk’ün mezarını ziyaret ettiğini belirten Obama; “Atatürk’ün yaşamına ait en büyük anıt hiçbir şekilde taştan ya da mermerden inşa edilemez, kendisinin bırakmış olduğu en büyük miras Türkiye’nin canlı laik demokrasisidir ve bu Meclis de bunun devamını sağlamaktadır bugün,” demişti.
Görülüyor ki mesajlar alındı. Raph Peters isimli eski bir asker The New York Post gazetesinde şöyle bir yazı yayımladı; “Obama’nın Türkiye’de neler olduğu konusunda hiçbir fikri yok. Dizlerinin üzerinde Ankara’ya giderek, Mustafa Kemal’in din ve devleti birbirinden ayıran mirasını devirmeye kararlı, ABD karşıtı İslamcı hükümete onay verdi.” Kimdi bu adam? 2000’lerin ikinci yarısında ulusalcı refleksleri yüksek bazı arkadaşlarımızı forward manyağı yapan haritanın çizeri. Armed Forces Journal’de 2006 yılında “Solition for the Middle East” (“Orta Doğu İçin Çözüm”) başlığıyla yayımlanan yazısında yer alan albay Peters’ın haritası yanda. Harita Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) ve ılımlı İslam’ın alenen dillendirildiği zamanların resmi belgesi. BOP ve ılımlı İslam’ın uluslararası sermayenin yeni dünya düzenindeki başat hamlelerinden biri olduğunu geçen yazımızda belgeleriyle ortaya koyduğumuzu hatırlatalım.
Peki ne oluyordu? BOP’un, ılımlı İslam’ın sonu mu geliyordu?